8 Mayıs 2018 Salı

SİZLERLE BİRLİKTE, CAN ARKADAŞLARIM










Severim yol öyküleri anlatmayı. Her ne kadar hoş bir yolculuğu yazımın baş tarafına alacaksam da anlatmak istediğim yolculuk değil. İkincisini gerçekleştirdiğimiz “arkadaşlar buluşması”nın bende bıraktıklarını yazacağım. İlk kez gerçekleştirdiğimiz “1969 Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulu Mezunları Buluşması”nı geçen yıl “İKİ GÜZEL GÜN” başlığıyla anlatmıştım. Şimdi de bu yıl 4-5-6 Mayıs günlerinde gerçekleştirdiğimiz ikinci buluşmaya geldi sıra.
Hem buluşmamıza katılmak hem de Antalya’da yaşayan ağabeyimi ziyaret etmek beni heyecanlandırmıştı. 3 Mayıs günü saat 9.00’a yer ayırtmıştım bir otobüs şirketinden. “Gideyim de biletimi alayım.” derken bir telefon:
-Alo!
-Alo Numan merhaba, ben Mehmet Durukafa, nasılsın?
-Teşekkür ederim Mehmet iyiyim, sen nasılsın?
-Sağ ol ben de iyiyim. Ben Didim’deyim, Antalya’ya uçakla gitmekten vazgeçtim, arabayla gideceğim, sen ne yaptın, otobüs bileti aldın mı? Birlikte gidelim.
-Yer ayırtmıştım; ama hemen iptal ettiririm. Benim için de çok iyi oldu.
-O zaman buluşalım, konuşalım.
Hani derler ya “Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez.” diye… Bu yönden şanslıyım galiba. Kırşehir’deki ilk buluşmamızda da sevgili Öner, Adapazarı’ndan gelip Ankara’dan beni almıştı.
Sabahın altısında düştük yollara.
Yollar
Uzayıp giden
Özleneni, bekleneni kavuşturan yollar
Akıp giden zamanda
Tıpkı bir hayat gibi
Yokuşlu inişli
Genişleyip daralan
Dağ yamaçlarında kıvrılan
Yılan yollar
Çıktık Didim’den alacakaranlıkta Antalya’ya doğru. Milas, Yatağan, Serinhisar, Tavas, Acıpayam, Korkuteli ve Antalya. Ne zaman ki vurdu yüzümüze nemli hava. Anladık ki gelmişiz Antalya’ya.
Fotoğraflar çektim yolda. Mehmet’le sohbet edip giderken. Yemyeşil ormanların içinde yol kıvrılıp giderken birden karşıma, yol kenarına konulmuş Atatürk büstü çıktı. Güzel yurdumun kurtarıcısını, kurucusunu vatan toprağının bağrına anlamlı biçimde yerleştirmişlerdi. Kahramanlığın, akılcılığın, çağdaşlığın, bilimden yana olmanın timsali bu Ulu Önder’e hayranlığımı düşündüm, ona karşı olanlara lanet ettim.
Doğa sabah saatlerinde bütün güzelliğini bize sunarken yolun sağ yanında bir bina dikkatimi çekti. “Burada kahvaltı yapalım.” dedi Mehmet. Arabayı önüne park etti. Orada, açık havada nefis bir kahvaltı yaptık. Pek çok yerde “turistik” yutturmacasıyla insanlar kazıklanırken buranın uygun fiyatı da ilgimizi çekti.
Çevresinin güzelliği yanında bir taş yığınına çevrilen Antalya’da nemli, sıcak hava karşıladı bizi. Yolculuk pek zevkliydi; ama kalacağımız oteli bir saat aramak, önümüze gelene sormak, özellikle o dar sokaklarda, araba yığınları arasında otomobili kullanan arkadaşımı iyice germişti. “Sora sora Bağdat bulunur.” hesabı arabayı açık bir parka bıraktık, yürüyerek otele ulaştık. Bu arada hiç suçu olmayan Öner’e de zılgıtı çektik.
Böyle buluşmaların en çok “ Ooo buyurun!” diye başlayan hoş beş anını severim. Hele uzun zamandır birbirlerini görmeyenler için ne kadar da içtendir bu ilk karşılamalar.
Bu buluşmalar facebookun hayatımıza girmesiyle ortaya çıktı. Okulda aynı sınıftaki ya da diğer sınıflardaki arkadaşlarla, hatta hiç tanımadıklarımızla o yıllarda kuramadığımız dostluğu bu toplantılarda oluşturduk. Gençlikte bilemediğimiz, farkında olamadığımız arkadaşlığı, dostluğu buluşmalarda kurmanın tadına vardık.
Otele kayıt, lobide sohbet derken akşam yemeğinden sonra bu buluşma organizasyonlarını iki yıldır düzenleyen can arkadaş, özverili insan Öner Pehlivan’ın sazlı sözlü konseri başladı yemekhanede. Anadolu türkülerini, Kırşehir türkülerini öyle güzel söyledi ki… Bu arada benim çok sevdiğim “İşte gidiyorum çeşmi siyahım” “Emirdağı birbirine ulalı” türkülerini de unutmadı. Eğlencemiz, tatlı söyleşilerimiz gece geç vakte kadar sürdü.
Gece geç vakit dedim de aklıma gelen şu muzipliğimi de engin gönüllü arkadaşım Öner’in hoş görüsüne sığınarak anlatacağım. Bunu anlatmazsam yazımın en hoş yanını yazmamış olurum.
O gece yattığımızda saat 02.30’a geliyordu. Ben, Mehmet ve Öner aynı odada kalıyoruz. Bir iki sözden sonra yattık. Beş dakika bile olmadan Öner uyudu. Ben en normal zamanlarda bile yatınca kolay kolay uyuyamam. Uyudu da uyumasıyla birlikte “uyku müziği” de başladı. Benim belki gelecek olan uyku da uçtu gitti. O gece bir iki saat ancak uyuyabildim. Horlamanın inişli çıkışlı tınısı da beni yatakta kendi kendime güldürdü.
Ertesi sabah elime fırsat geçmişti ya, arkadaşlarıma anlattım olayı. Dedim ki: “Arkadaşlar, akşam sazla, sözle “Öner konseri” dinledik. Ben de gece uyutmayan “Pehlivan konseri” dinledim. Ertesi gün yatış şeklini değiştirmiş Öner, tıkı çıkmadı.
Bu arada bizim neşemiz Ali Yılmaz, ağabeyinin vefat haberini alınca apar topar ayrıldı. Bizler gerçekten çok üzüldük. Ali'nin akşamki neşesi sabah üzüntüye dönüştü. Hayat, ne zaman ne getireceği belli olmuyor.
İkinci günümüz tekne gezintisiyle geçti. Öner’in anlaştığı tekne bizi gezdirmekten vazgeçtiği için başka bir tekneyle çıktık yola. İşin açıkçası o tekne bir yere uğramadan sahilde bir noktaya vardı, bizi epeyce orada bekletti ve geri döndü. Tekneye binerken bir gencin bize söylediği sözü doğruladılar: “Amca, bunların hepsi sahtekar! Sakın aldanmayın.”
Tekne gezisinin tek güzel yanı birkaç arkadaşın denize girmesiydi. Özellikle arkadaşlarımızdan Sevgi’nin sığ olmayan yerde denize atlaması, neşesi, enerjisi övgüye değerdi.
Bu geziden aklımda kalan diğer iki şey de, oradaki sakallı gencin iki göbek atarak para toplaması, bir de tuzlu balık ve makarnaydı.
Dönüşte sahilden yola çıkan dik merdivenleri nefes nefese çıktık. Akşam otelde yemekten sonra elinde sazıyla duru sesli, esmer bir genç, türkü ziyafeti verdi bize. Neşet Ertaş ustanın yakınlarından biriymiş. Söylediği o güzel türkülerin yanında bir bölümünü yazdığım şu türkü her zamanki gibi mest etti beni.
“Nesimi’ye sormuşlar, o yar ilen hoş musun
Hoş olayım olmayayım o yar benim kime ne
Haydar Haydar o yar benim kime ne”
Sevgili Kazım Çınar için de “Acem kızı”nı iki kez dinledik.
“Seni seven oğlan neylesin malı
Yumdukça gözünden döker mercanı
Burnu fındık ağzı kahve fincanı
Şeker mi şerbet mi bal acem kızı”
Her türküde Kırşehir, her türküde Neşet Ertaş vardı.
Ruhan Ökse, Sevgi Uz, Ayşe Ünlü arkadaşlarımız o gün doğum günü olan Öner’e sürpriz hazırlamışlar. Akşam türkü dinlerken Öner “Şimdiye dek hiç doğumgünü mumu söndürmedim.” dedi. Ben de “Mum yola çıkmış geliyor.” deyince arkadaşlar “Aman sus!” dediler. Öner’in o gürültü arasında “…geliyor”u “Kerim” anlaması aramızda esprilerle gülüşmelere yol açtı.
Bu arada Bekir Toklucu’nun hareketli, güzel oynayışı da ilgimizi çekti.
……………………
Üçüncü gün yol arkadaşım Mehmet Durukafa’nın işi nedeniyle kalamadık. O gün “Kum Müzesi”ni gezmiş arkadaşlar. Sabah kahvaltıdan sonra vedalaştık arkadaşlarla. Rahat yolculuktan dolayı arkadaşıma teşekkür ederken aklıma şu dizeler geldi:
Düşünemezdim elli yıl önce
Sizlerle bir gün
Güzel bir buluşmada
Okul yıllarını anacağımı
Birlikte türküler söyleyip
Tatlı, hüzünlü, bazen de kahkahalı sohbetlerle
Mutlu olacağımı
Ben
“Canım ne önemi var böyle yıllar sonra buluşmanın”
Diyenlerden değilim
Hayatın akışında
Böyle yaşanmışlıklar mutlu eder beni
Yazılarımda değil yalnız
Özümdedir dostluğum,arkadaşlığım, sevgim
…………..
Daha nice yıllarda buluşmak dileğiyle…
……………………………………………………….
Numan Kurt
8 Mayıs 2018



YEŞİLLİKLER ÜZERİNDE KIRMIZI GELİNCİKLER

  Sabah erken yürürken kıyıda Deniz masmavi, hafif dalgalı Belli ki temizlemiş kendini bütün kış boyunca Güneş ısıtırken yeryüzünü Hafiften ...