22 Kasım 2020 Pazar

ÜŞÜTMEYE AZ KALDI






 (Traji- komik korona öyküleri)

Yaşayış biçimimiz, alışkanlıklarımız değişti. Ömrümüz boyunca hiç kullanmadığımız maske diğer giysilerimiz gibi ayrılmaz parçamız oldu. Olurken de yalnız yüzümüzü değil bizi mutlu eden, hayattan zevk almamızı sağlayan pek çok davranışlarımızı maskeledi.
Bilime çok değer veren biri olarak tüm insanlığı etkileyen bu salgınla ilgili birkaç yazı yazdım. Benim bilimsel konularda görüşler ileri sürmek haddime düşmez. Ben bu belanın yaşamımız üzerine etkilerini aklımın erdiğince, dilimin döndüğünce günlük yaşamımızdaki etkilenmelerden de yararlanarak anlatmaya çalıştım.
Evde tembel tembel uyuşup otururken aklıma geldi. Dedim ki kendi kendime “Bu koronavirüs korkusuyla yaşadığımız komiklikleri daha doğrusu traji-komik durumları öyküleştireyim.”
Bu kısa öyküleri yazarken hem kendi yaşadıklarımdan hem de çevremde gördüklerimden, gözlemlerimden yararlandım.
Psikologlar, psikiyatrisler bu salgın bitse bile ileri yıllarda insanda ruhsal ve bedensel etkiler bırakacağı görüşündeler.
Bizlerin düştüğü önceden hiç hayal edemeyeceğimiz gülünç durumlar saymakla bitmez. Ben birkaçını yazmaya çalıştım.
Umarım bu salgın bir gün biter, biz de bu hiç alışık olmadığımız ayrıksı, gülünç durumları hatırlar güleriz.

***
“Biz niye böyle olduk?” diye düşündüğüm oluyor zaman zaman, “kafayı mı üşütüyoruz yoksa!” “Üşütmek” de ne demek diyen olursa bu sözcük bizim oralarda çok kullanılır. Aslında mecaz anlamlı sözcüklerle zenginleşen dilimizde hoş bir sözcüktür. “Kafayı yemek” deyimiyle eş anlamlı, “delirmek” sözcüğünün de karşılığıdır.
Edebiyatta Tanzimat Dönemi'nin verimli yazarı Ahmet Mithat Efendi; romanlarında bir olayı anlatırken bazı kavramları ya da adı geçen eşyaları açıklamaya kalkarmış. Benimki de ona döndü. “Her neyse üşütmesek de yavaş yavaş yaklaşıyoruz.” dedim kendi kendime.

***
-"Nereye gidiyorsun?"
-"Evde yoğurt, yumurta kalmamış. Hemen şu marketten alıp geleceğim."
-"Maskeni aldın mı?"
-"Aaa! Yine unutmuşum, bir türlü alışamadım şuna."
-"Markete girip çıkarken eline dezenfekte sık, alış verişi çabuk yap. Kimseye yakın durma, alman gerekenlerin dışındakilere dokunma."
-"Tamam tamam, her zaman da aynı şeyler söylenmez ki..."
-"Sen daha fazlasını söylüyorsun ben çıkarken."
Zehra Hanım kapıdan çıkarken Orhan Bey uyarılarına hâlâ devam ediyordu.
On beş dakika sonra Zehra elinde poşetle girdi kapıdan içeriye. Poşeti yere bıraktı. Orhan yine başladı uyarılara:
-"Elini yıka Zehra!"
-"Öööf Orhan! Yıkayacağım elbette. Biraz sakin ol. Hele şu poşettekileri yerleştireyim."
Yoğurt kabının dışını yıkadı Zehra, yumurta kolisini balkona koydu.
-" Orhan ne hallere düştük, şu bela bitse de kurtulsak."
-"Sabır Zehra sabır!"

***
Geçenlerde hemşehrilerle, daha doğrusu ikisi öğrencim olan arkadaşlarla bir çay bahçesine gittik. Dört kişiydik. Onlar da sıkılıyorlar bu salgın günlerinde. Ara sıra telefon ederler. “Hocam, bir yerlerde oturalım.” derler. Benim de canıma minnet, “Ben emekliyim, her zaman hazırım.” diyorum.
Çay bahçesine vardık. İki masayı birleştirdik. Bu arada benim çantadan sessizce ıslak mendil çıktı, masanın kenarı silindi, elim silindi. Başkası gelip silecek değil ya! Ben sildim elbette.
Bu arada garson geldi yanımıza. Arkadaşlar çay istediler, ben de “Soğuk olmasın, dışarıdan su verin.”
Çaylar ve su geldi. Ben çaktırmadan şişeyi aldım, masanın altına doğru indirdim, güya onlara çaktırmadan pet şişenin ağzını, dışını sildim. Bu arada bizim Ünal, bıyık altından gülerek bana bakıyordu. Çıkardım çantadan dezenfekteyi hepsinin eline döktüm.
Yine gülümsediler, “Hocam çok dikkatlisin, sağ ol!” dediler; ama belli ki bu kadar takıntı onları gülümsetiyordu.
Yakından tanıdığım arkadaşlardan ya da televizyonda yapılan röportajlardan dinlliyorum zaman zaman. Diyorlar ki: “Yahu hayatta benden dikkatli adam yoktur, diyordum. Ben de yakalandım. 'Olmaz !' demeyin, aman dikkat!”
İşin komik yanı şu: Bana bıyık altından gülen arkadaşlardan biri şimdi karantinada. Bir yakınını ziyarete gitmişler, o da koronaya yakalanmış. İyi ki kendilerinde bir şey yok.

***
Ev gereksinimleri için zaman zaman uğradığım büyük markete girmiştim. Giriş kapısının yanında asılı dezenfekte kutusundan elime epeyce sıktım. Hızlı şekilde alış verişimi yaptıktan sonra kasada sıraya girdim. Birden benden önce sırada bekleyen yaşlı bir kadın sıradaki bir adama bağırmaya başladı:
-”Mesafeye dikkat edin beyefendi, aramızda bir adım yok. Lütfen biraz uzaklaşın!”
-”Maskem var kardeşim, arka sırada insanlar var, nereye uzaklaşayım?”
-”Siz açılırsanız onlar da gider.”
Şöyledir, böyledir derken bir ağız kavgası dinledik.
Görevliler araya girdi, mesafe aralığını sağladılar da kavga duruldu. Kasadan ayrılıp çıktıktan sonra yine dezenfekte döktüm elime.
İnsanlar sinir küpü olmuş. Sakın ha, kimseye olur olmaz uyarı da bulunmayın, dayak bile yiyebilirsiniz.
***
Hele bir banka kapısında kuyruğa girin de bakın. Bizim emekliler kesinlikle bir ağız kavgası çıkarıyorlar. İşin en gülünç tarafı da daha başka. Kuyrukta sıradasınız. Önünüz cadde. Oradan insanlar aşağıya doğru yürüyüp gidiyorlar. Bu arada biri kuyruğa yakın olarak yavaş yavaş yürürse aşağıya doğru, bağrışmalar başlıyor. “Kuyruk burada bitiyor, lütfen sıraya girin!” Ne yapsın yürüyüp giden kişi, gülümsüyor, şöyle bir bakıp gidiyor.
Kapıdan girerken görevli koruma elindeki bir aleti uzatıp sizin elinizden ateşinizi ölçüyor. Bizim emekliler hemen meraklı gözlerle “Ateşim kaç? “ diye soruyorlar.
Sabahları spora gidiyordum. Kırk dakika yütüyüş, elli dakika öğretmen eşliğinde beden hareketleri. Hareketleri yaparken aramızdaki mesafe beş altı metre oluyor. Hareketten önce yürürken dikkatimi çeken de şu. Yürüyüşün bir noktasında karşılaştığınız kişler size yaklaşınca yan doğru kayıyor, ister istemez siz de ters yöne.

***
Bak, gülmeyin. Neredeyse hepimiz bu durumdayız. “Ben, o kadar değilim, fazla takmıyorum!” diye düşünenler olabilir. İnanın hiç evden çıkamayanlar bile yakalandı bu hastalığa. Dayım ve eşi seksen yaşın üzerindeler. İkisi de yakalandı ve atlattılar bu hastalığı. Üstelik dayımın eşinin kalp, şeker gibi rahatsızlıkları da var. Bu bir ölçü olmuyor, genç yaştakiler bile hayatını yitiriyor.
Çok dikkatli, titiz olan arkadaşlarımızın bile bu salgın hastalığa yakalandığını duyuyoruz.
Evet, dünyaya kazık çakacak halimiz yok; ama göz göre göre de ölüme “Sen gel!” demenin anlamı da yok. Gençlerin maske takmayışına bakıyorum ve diyorum ki:” Onların pek umurunda değiliz. “Bana bir şey olmaz.” ya da “Kaderimde varsa nasıl olsa yakalanırım.” anlayışı toplumda atkin düşünce olursa bu işin ucu yok.
..........
Yazımı birkaç korona esprisi ile bitirmek istiyorum:

*2021'e girersek kutlama yapmayalım, o bizi kutlasın, siz 2020'den nasıl da çıktınız diye.

*Devletimiz tedbir amaçlı güzellik salonlarının kapatırsa koranadan daha korkunç şeylerle karşılaşabiliriz.

*Korona virüsüne yakalanırsam bütün kavgalı olduklarımla öpüp barışacağım, hayatta küs kalmamak lazım.

*Bazen evde canım o kadar sıkılıyor ki, kapıyı açıp "Ooooo kimler gelmemiş!" deyip kapatıyorum.

*Anneme virüs var biraz alışveriş yapalım diyorum, o da dur belki ölürüz masraf yapmayalım diyor.

*Ulan korona bizi eve hapsettin, kendin dünyayı geziyorsun, ayıp oluyor ama!

*Bu gidişle evde kalsak Bakırköy, dışarı çıksak tahtalıköy, Allah sonumuzu hayra çıkarsın.
................................................
Numan Kurt
19 Kasım 2020


 



 

YEŞİLLİKLER ÜZERİNDE KIRMIZI GELİNCİKLER

  Sabah erken yürürken kıyıda Deniz masmavi, hafif dalgalı Belli ki temizlemiş kendini bütün kış boyunca Güneş ısıtırken yeryüzünü Hafiften ...