7 Ocak 2010
10 Ocak 2010 Pazar
“ÇÜNKÜ HATIRALAR KUŞLAR GİBİ DAL İSTER KONACAK”
7 Ocak 2010
GÜN GEÇER, ÇALIŞIR ZAMANIN DEĞİRMENİ
Siz bilir misiniz Nevşehir simidinin tadını
O her zaman yediğiniz simitlere benzemez
Çıkar çıkmaz
Sımsıcak
Ve de elin yanarak yiyeceksin
Tadı kaçar dağılır biraz bayatlayınca
Nasıl mutlu olurduk
Nevşehir'de
O yılların tek ortaokuluna yakın fırından
Yeni çıkmış o simidi
Yirmi beş kuruşa alınca
Geçmişte yaşadıklarımızı anlatırken o günlere bir özlem mi vardı içimizde? Neydi bizi kırk, elli yıl önceki yaşanmışlıklarımızı anlatırken mutlu kılan? Geleceği düşünmeden hep geçmişi mi özlüyoruz yaş yetmiş olunca? Oysa bugün yaşamı kolaylaştıracak her şey o kadar çoğaldı ki...
Bunları sordum kendime yazıya başlarken. Yanıtını da yine kendim vereyim.
Öncelikle geçmişe dönerek kendi yaşadıklarınızı anlatıyorsunuz. Bildiğiniz, yaşayıp gördüğünüz olaylar olduğu için hem anlatım kolaylaşıyor hem de yazmaktan keyif alıyorsunuz.
Uzun yıllar geçtiği için olayların olumsuz yönleri çoğu zaman siliniyor, içinizde tatlı bir anı olarak kalan olumlu yanlarını anlatıyorsunuz.
Artık ne kadarsa bu yeryüzünde güneşi göreceğiniz günler, insan olarak bu ömür içinde acı tatlı olaylar yaşamışsınızdır. Hele işiniz kutsal meslek olan öğretmenlikse “insan”la uğraşıyorsunuz. Anlatacak o kadar yaşanmışlığınız vardır. Kimseye “Neden yazmıyorsun, anlatmıyorsun?” deme hakkım yok. Az da olsa anlatanlar oluyor.
“Sen yazıyorsun, yazdıkların sıradan bir yaşam içinde olabilecek olaylar. Kimi, ne kadar ilgilendiriyor? Ancak geçmişe dalıp kendini avutuyorsun.” diye düşünebilirsiniz. Ben de diyorum ki “Hiç önemli değil. Birincisi ben yazdıkça mutlu oluyorum. İçimi döküyorum. En azından torunlarım ola ki bir gün okuduğunda 'Dedem, zorluklar içinde okumuş, o zamanlar bizde olan olanakların hiçbiri yokmuş.' desinler, dünden bugüne yaşayış farkını anlatayım yeter. Ayrıca diğer yazılarımdan da anlaşılır ki geçmişe takılıp kalan biri değilim.”
Anlatılanların ille de bir serüven romanı ya da filminde anlatılanlar gibi olması gerekmez. Yıllardır görmediğiniz okul arkadaşlarınızla buluşmanızı içine duygularınızı katarak anlatmak da mutluluk verir insana. İşte bu nedenle dört yıldır katıldığım buluşmaları yazdım. Okuyunca mutlu olan arkadaşlarımın duyguları bana yeter.
Ortaokul yıllarımızda birkaçımız birleşerek kentte ya da kasabada ev tutarak okurduk. Aşağıda anlatacaklarım o yıllarla ilgilidir. Bu yazıyı daha önce de paylaştım. Sayfama yeni katılan arkadaşlarımın ve önceden okumayan arkadaşlarımın okuması dileğiyle yine paylaşıyorum. Çünkü bu yazının yazılış tarihi on bir yıl önce.
KENTTE KÖY ÇOCUKLARI
Ortaokula gittiğimde beş kişi bir evde kalırdık. Andıkça hep gözlerimin yaşardığı iki güzel insan, ağabeyim Yusuf Kurt, yine ağabeyim kadar yakın olduğum Nasuh Çelik. İkisi lisede okurlardı. İzzet Ünlütürk öğretmen okulunda, şimdi nerelerdedir hiç bilmediğim arkadaşım Yağmur Kaya ile ben de ortaokuldaydık. Ağabeyim daha sonra öğretmen okuluna geçiş yaptı. Şimdi elimde o günlerin tanığı bir fotoğraf var. Baktıkça duygulanırım. Ağabeyimin yoğun bakımdaki hali, iki kelime olsun konuşamayışımız, Nasuh ağabeyi de tedavisi sırasında, saçları dökülmüş haliyle bir düğünde görüp kendimi tutamayıp ağlayışım gelir aklıma. Keşke derim,o fotoğrafta bize o güzel yemekleri yapan, hakkını ödeyemeyeceğim Hacı Ebe de olsaydı. İki yıl yemeğimizi pişirdi o nurlu kadın. Hep Hacı Ebe dediğimiz için adını bugün de bilmem. Şimdi iki yaprak düştü o fotoğraftan.
Kafamızda sarı şeritli okul şapkası
Gezeriz
Aval aval sokaklarda
O küçük Anadolu kenti
Bize sanki dünyanın merkezi
Levhaları okumak en büyük zevkimiz
Sinemaya gitmek
İki filmi üst üste seyretmek
Numarasız koltuklarda
Sadece cumartesi öğleninde serbest
Orhan Günşiray, Göksel Arsoy
Ve de Türkan Şoray
Hiç unutamadığım Ahmet Tarık Tekçe, Erol Taş
İkisi de kalleşlikle arkadaş
Anlatırdık bu filmleri
Yazın köye geldiğimizde
Ekin tarlaları yanında
"Esas oğlanla kız, sonunda kavuştular..." diye diye
Başka il, ilçelerde okuyan
Arkadaşlara
İki göz yerde beş genç, bir de ebemiz. Günde en az sekiz ekmek yeriz. Kış gelince Hacı Ebe'nin kocası Koca Mehmet dede de gelir yanımıza. Sayımız çoğalır, çoğalır da yarıya düşer ekmek sayısı. Niye mi? Girdiği savaşları, olayların başını sonunu kaybederek anlatan dedemiz sık sık "Öhö,öhö!" diyerek ağzından çıkanları oturduğu mindere silerdi de ondan. O yaştaki adam bir de gece yarısı kalkar turşu küpüne elini daldırıp turşu yerdi. Tuvalete gitmek için kalktığımızda da bize yakalanırdı. Ara sıra babalarımız gelirdi üç beş kuruş harçlık vermek için. En çok da Nasuh ağabeyin babası Aşır emmiye hayret ederdim. Köyden Nevşehir'e, bizim yanımıza gelince hemen yatar, yattığı ile de uyuduğu bir olurdu.
Köyümüzün bu kentte okuyan gençleri, tatillerde köye aynı minibüsle gelir giderdik. O zamanlar köyden Nevşehir'e vasıta bulmak zordu. Çevre köylerden gelip orada okuyanlarla da tanışır kaynaşırdık. Hayatın sıkıntılarını çok çekmiş, hapishanelerde yatmış, genç denebilecek yaşta yitirdiğimiz Osman Çoban da o zaman ortaokulda okurdu. Aynı yaşlardaydık. Ne bilsin ortaokul çocuğu siyaseti, şunu bunu. Sinemaya ve o zamanın magazin dergisi "Ses" dergisine çok meraklıydı. Babası Sait amca kağnıya koştuğu eşek arabasıyla üzüm satardı bizim köylerde. Osman'ı da (Osmanlı) burada bir iç burukluğu ile anmak istedim. Gençliklerinde onun gibi idealist düşünenlerin çoğu sonradan müteahhit oldular. Düşman oldukları sınıfa geçtiler; ama Osman hiç değişmedi. Yoksul geldi, yoksul gitti.
Sözünü ettiğim bu beş kişi, bir de ebemiz iki yıl bir arada kaldık. İkinci yıl askerlik şubesine yakın bir evde, teneke toplayan Küsmez Ağa'nın evinde oturduk. Futbol hastası bir albay vardı şube başkanı. Akşam üzeri bizleri şubenin bahçesinde toplar, takım kurardı. Bizim Yağmur Kaya'nın top oynayışını da çok beğenirdi.
Ortaokul üçüncü sınıfta yine rahmetli ağabeyim, ben ve arkadaşım Mehmet Deveci (Mehmet Ali) aynı evde kaldık. Aşçımız da rahmetli Hakkı dayımdı (Çavuş). Kara örtü bir evde oturuyoruz. Evin iki odası var. Gece yatınca evin üstünü örten ağaçlar çatır çatır ediyor. Zamanla yağmurun suyu sıza sıza bu ağaçların uçlarını çürütmüş.
Yer sofrasını kurmuşuz. Öğle yemeği. Aynı kabın içindeki patatesi kaşıklıyoruz. Yanında soğan eksik olur mu hiç. Bizim M. Ali'yi bıraksan adam sabah kahvaltısında çayın yanında da soğan yiyecek. Bir çatırtı. Tavanın ortasında elektrik kablosunun ve ucunda ampulün bulunduğu direk yerde. Çürüyen ucundan kopup tam üstümüze düştü. Hakkı dayım, ben ve M. Ali, üç tarafa yattık. Direk çürüyen ucuyla tek taraflı tabana düştüğü için kurtardık. Hakkı dayım:
-Aman uşaklar, direğe dokunmayın, ıslak, elektrik çarpar, diye bağırıyordu.
O gece öbür küçük odada yattık. Orası da farklı değildi. Direklerin ucu çatır çatır ettikçe gel de uyu.
Ortaokulu bitirdiğim yıl polis kolejine başvurmak istedim. Başvuruyu yapabilmek için de devlet hastahanesinden heyet raporu almam gerekiyordu. Ayrıca başvuru için yaşım küçük geldi. Zaten bir yaş küçük yazılmışım. O yıl bir çarşamba günü Hacıbektaş'tayız. Yaşımı büyütmek için mahkemeye gireceğiz. Hacıbektaş'ın pazarı o gün olmadığı için babam kim varsa ilçede bulmuş getirmiş. İki şahitten biri rahmetli Ömer amca (Ömer Köksal, Recep'in, Ahmet'in babası). Hâkimin odasına girdik. Sıra şahitlere gelince hâkim, Ömer amcaya sordu:
- Bu delikanlının adı ne?
-Bilmem ki hâkim bey, Asım mıydı, Yusuf muydu?
Hâkim güldü, bu saf, temiz adamın yanıtına:
-Peki, sen adını bilmediğin birinin yaşını, doğduğu tarihi nasıl bileceksin?
Ömer amcam kara kara düşünürken hâkim de kararı yazdırarak yaşımızı bir yaş büyüttü. Kayseri'ye rapor almak için ağabeyimle gittik; ama gözümüz bozuk olduğu için raporu alamadık, polis de olamadık.
***
Yazmak, hep yazmak istiyorum. Bu yazının başında dediğim gibi o yıllardan beri günlük tutabilseydim neler yazardım neler. Fransızların çok sevdiğim bir atasözleri var: "Gençlik bilseydi, ihtiyarlık yapabilseydi." derler. Yine de olanı biteni, aklımda az çok tutabildiklerimi elden geldiğince yazacağım. Bazen de üzülürüm. Niye köyümdeki yaşlılardan eski hikâyeleri dinleyip not almadım diye.
Bir manşet okudum bugün
Gazetenin birinde
Şöyle diyordu:
"Altı yüz liraya köle düzeni"
Kimdi bunlar biliyor musunuz
Bir kömür ocağında
Yerin iki yüz metre altında
O ocağın yüzü kömür karası
On dokuz öleni
Ey hayat, bu mu kanunun, adaletin
Gelir mi dersiniz bir gün
Değiştirecek, bu düzeni
...............................................................
Numan Kurt
11 Aralık 2009
PEKMEZ TADINDA
***
Karlı pekmez de içtik kış günlerinde
Bilmezdik çikolatayı, şokellayı, bilmem neyi
Köftür, ceviz eksik olmazdı analarımızın dolabında
Aklıma geldi, anlatayım dedim şu anımı
Pekmez tadında
Şimdi o şirin köyde çeşmelerin kuruduğunu, bağın bahçenin pek kalmadığını oralı bir arkadaş ara sıra anlatır. Bir de şaka ekler sözün sonuna "Bak, bizim şaraptan içtiğin için böyle yüzünden kan damlıyor."
Bir "pekmez akıllı" hikâyesi anlatmak istedim de sözü böyle dönüp dolaştırdım. Ankara'da oturan Kırşehirliler iyi bilir. Kırşehirlilere diğer illerden gelenler "pekmez akıllı" derler. Köyüm, idari olarak Nevşehir'e bağlı olsa da çokları bizi Kırşehirli diye bilir.
1996 yılı Nisan ayında Ankara-Batıkent Mobil Lisesi'ne atandım. Aradan iki üç ay geçti. Öğretmen arkadaşlarla birbirimizi tanıyıp yavaş yavaş şakalaşmaya da başladık. Bir gün öğretmenler odasında oturuyoruz. Ben odanın kapıya yakın bölümünde masadayım, iki üç arkadaş da koltuklarda oturuyor. Biri ağırdan ağırdan bana takılmaya başladı:
-Hocam, bu Kırşehirlilere neden pekmez akıllı diyorlar?
-Ben, Nevşehirliyim; ama yakın olduğumuz için Kırşehirli de sayılırım. Zaten eski ilimiz de Kırşehir'miş. Pekmez çok tatlıdır, herhalde hemşehrilerimizin aklı da tatlı olduğu için öyle demişler.
Konuşma böyle şaka yollu sürerken öğretmenler odasının kapısında iri yarı, saçları dökülmüş biri belirdi. İşin ilginç yanı iki elinde de küçük pekmez bidonları vardı. Ayrıca da orada oturanlara dönmüş beni soruyordu:
-Efendim, iyi günler, ben Numan Kurt'la görüşmek istiyorum.
Şaşkın şaşkın soruyu sorana ve bidonlara bakan arkadaşlar beni gösterip:
-İşte, karşında oturuyor, dediler.
Bidonları masaya bırakıp elime sarılarak:
-Hocam, ben sizin Mucur'dan öğrenciniz Mahmut Sarıyıldız, uzun zaman geçtiği için tanıyamadım, kusura bakmayın.
Mahmut'la sarıldık, öpüştük. Arkadaşlar da şaşkınlık içindeydi. Hem görünüş olarak yaşı bana yakın olan birinin öğrencim olması hem de tam "pekmez muhabbeti" yaparken iki bidon pekmezle gelmesi onlara ilginç gelmişti. Mahmut bir okulda öğretmenlik yapıyormuş. Boş kalan zamanlarında da pekmez, acı toz biber gibi yiyecek maddeleri satıyormuş. Bu eski öğrencim Mucur'un İnaç köyündendi. Sohbetin ve olayın böyle çakışıp örtüşmesi üzerine epeyce konuşup gülüştük.
Daha sonra Mahmut, sık sık okula pekmez, biber satmak için geldi. Ben de onu çalıştığı okulda ziyaret ettim. Çok ilgi gösterdi, iltifat etti. Hep pekmezle uğraştığı için böyle güler yüzlü ve neşeliydi Mahmut herhalde. Bu da işin şakası.
***
Bu arada Kırşehirlilere neden “pekmez akıllı” denmiş, onun değişik öykülerine dönelim. Bakın halk zekası iki sözcükten oluşan bir deyim üzerine ne söylenceler üretmiş:
Bir kış günü Kırşehirli hemşehrimiz, o zamanki adı ile "Hergele Meydanı"nda (Daha sonra ismi İtfaiye Meydanı oldu.) şimdiki adı ile Opera Meydanı'nda pekmez satarmış. Oradan geçen bir adam evine büyük birkaç parça cam götürürmüş; ancak cam o yana kayar, bu yana kayar adama zorluk çıkarırmış. Pekmez satmaya çalışan bizim Kırşehirli, "Birader o cam öyle gitmez, şuradan iki kilo pekmez al, sana nasıl götüreceğini söyleyeyim." demiş. Camı götürmekte zorlanan adam bunun iyi bir fikir olduğunu düşünmüş ve hemşehrimizden iki helke pekmezi satın almış. Bizim pekmezci hemşehrimiz adama: "Camların köşelerine, parmağınla pekmez sür, rahat rahat götürürsün." demiş. Adam hemşehrimizin dediğini yapmış ve rahatça camı evine götürmüş. Gel gör ki, camları evinde birbirinden ayıramamış. Soluğu tekrar bizim pekmezcinin yanında almış ve durumu anlatmış. Uyanık hemşehrimiz adama "Şuradan iki helke pekmez daha al da kolayını söyleyeyim." demiş. İki helke daha pekmez alan adama, "Camların arasına sıcak su dök hemen ayrılır." demiş. İşte hemşehrimizin pratik zekâsına, uyanıklığına şahit olan çevresindekiler hemşehrimize bundan böyle hep akıllı adam anlamında "pekmez akıllı" demişler.
***
***
Ne öyküler anlatırlar sana
Geçip giderken bu dünyadan
Senden de kalsın hatıralar
İçtenlikle, sevgiyle anlatılan
Anılar ki hepsi eski fotoğraflar tadında
Dökülen birer yaprak
Yaşamdan
..............................................................
29 Kasım 2009
KISA YA DA UZUN; DÜN, BUGÜN, YARIN DERKEN BU YOL BİTER BİR GÜN
..........
Numan Kurt
28 Ekim 2009
ANALAR AĞLAR (Şerife'ye)
Analar ağlar
Ağlar analar, gelinlikle örtülmüş tabutun başında
"Ah güzel kızım, yakıştı mı ölüm sana
Hani ben vardım sırada"
İşte o zaman kim olursan ol
Tutamazsın kendini
Akar gözyaşın sel gibi
Bak, cana yakın, güleryüzlü Şerife
Tüm arkadaşların gelmişler
Ağlıyorlar
"İnanamıyoruz, bu nasıl iştir" diye diye
Ölüm bu
Kaçınılmaz
Gençmiş, yaşlıymış anlamaz
Bakarsın
Daha birkaç gün önce
Halay başındaki esmer, güzel kızımız
Şimdi son yolculuğunda
O soğuk tabutun içinde
Bir tesellisi varsa
Sevenlerinin
Onların hep aklındasın
Mezar denen o gizemli yerde
Sevgili babanın yanındasın
.........................................
Numan Kurt
24 Ağustos 2009
KÖYÜMDEN İSİMLER DESTANI (10)

Elimden geldiğince, dilim döndüğünce anlattım, anlattım. Bu aynı başlık altında onuncu ve de sonuncu yazım olacak. Köyümün bazı insanlarını bildiğim özellikleriyle, bazılarını yalnız ismiyle anarak yazdım. Ben o köyden altmışlı yılların başında ayrıldım. Tatillerde elbette köyüme kısa süreli de olsa gitmişliğim olmuştur. Herkesi, her yönüyle tanımam mümkün değil. Tanısam bile köy insanımızı değişik yönleriyle anlatmak çok uzun yazılar yazmamı gerektirirdi. Hani çok söylenir ya yazının, konuşmanın sonunda, "Sürç-ü lisan ettikse affola!" diye. Ben de öyle diyorum. Şimdi altmışlı yaşlarda olan okumuşlarımızı anlatmaya çalışarak bu dizi yazımı bitiriyorum.
Bin dokuz yüz ellili yılların ortalarında
Üç çocuk gider köyümden
Pazarören Öğretmen Okulu'na
Okumaya
Mahmut Bozdağ, Mustafa Taş ve Asım Kurt
İlkinden söz ettim daha önce
Diğer ikisine gelince
Mustafa Taş yıllardır İsveç'te
Asım Kurt ise
Hem ağabeyim hem öğretmenim
Yeri çok büyük
Hayatımda benim
Köyümün pek çok okuyanını da okuttu
Şimdi emekli, Antalya'da
Ellerinden öperim
Öpemeyeceğim ellerinden diğer ağabeyimin
Oysa ne kadar isterdim
Acısı hep yüreğimizde, ağabeyim Yusuf'un
O da öğretmenlik yaptı köyümüzde
Nur içinde yatsın, diyorum
Tanrı'dan rahmet diliyorum
Yalnız o değil genç sayılabilecek yaşta
Yaşama veda eden
Benim için ağabeyden farksızlardı
Uysal, kalender insan Nasuh Çelik
Ve Cafer Dayıoğlu
Kayseri'den
Öğretmenlerden başlamışken devam edelim
Gençliğinde iyi sporcu
Derviş Temizyürek
Onu da hem kaptan hem öğretmen
Şimdi de muhtar olarak
Anmak gerek
Hüseyin Karakaya, Ali Ünlütürk, Süleyman Temizyürek
Hepsi aynı devreden
Okumuşlar içinde ilk subaydı
Bende çok hakkı olan
Ağabeyim kadar yakın bildiğim Hidayet Köksaldı
Uzun zamandır uzak düştük
Birbirimizden
Mustafa Taş, bacanağım, bir başka asker
Sözü, sohbeti çok sever
O zamanda
Tahsili fazla olmasa bile
İyi polisti Cafer ağabey
O zamanlar bir ziraat mühendisi Celal Öztürk
Birkaç ay önce Ankara'da görüştük
Köyde geçmedi çocukluğu, gençliği
Zevkle okudum kitabını
Bir yazar, bir aydın
Köyü bizden daha iyi bilen
Selim Deveci
Tarihi hiç sevmezdi Duran belem
İki yılımız birlikte geçti
Okulu bitirirken o ağır matematik derslerini verdi
Tarih mi
Ondan geçmek için
Eylülde geldi
İki amca oğlu İzzet ve Mithat öğretmen
Ve Ahmet Akyürek
Tek saz çalanıydı köyümün
Hala oğlu Ahmet Ünlütürk
Diğer mesleklerden polis emeklisi teyze oğlu Muzaffer
Tapucu Mustafa, kooperatifçi Mithat, ziraatçi Süleyman
Yazacak olursak daha gençleri
Bu liste sürer gider
Daha sonraları okudu
Köyümün gençleri
Çoğaldı avukatı, savcısı, hâkimi
Bozkır da olsa, kıraç da olsa
Ata yurdunu unutamıyor insan
Unuttuklarımız affetsin bizi
Bitirelim artık uzayıp giden
Dizimizi
............................
Not: Bu yazı dizisi bazılarına tuhaf gelebilir. Daha önce de belirttiğim gibi bir anmadır. Ben şu anda otuz altı yıl çalıştıktan sonra emekliyim, zevkli bir uğraş olarak kendimce yazılar yazıyorum. Bu yazılar değişik düşünce ve duygularımdan, okul anılarımdan, köyümün kültürü, gelenekleri, insanları gibi konulardan oluşuyor. Okuyan herkesten olumlu-olumsuz eleştirilerini, yorumlarını beklerim. Selam ve saygılar.
Numan Kurt
KÖYÜMDEN İSİMLER DESTANI (9)
Köy sitesine giren az sayıda kişi tarafından okunsa da bu değişik yazılarımız (destanımız) ilgi çekti. Sanıyorum iki yazı daha sürecek. Bittiğinde bir dosya oluşturup köy muhtarlığına bırakmak istiyorum. Burada adı geçenlerin yaşayanlarına, rahmetli olanların çocuklarına, torunlarına "buruk bir gülümseyiş", "çok değişik bir anma biçimi" bırakabilirsem ne mutlu bana. Bu dosyada köyümüz ve insanları ile ilgili diğer yazılarım da olacak.
........................
Buğdaydan, pancardan kazanan
Çoğu da rahat yaşayan
Köyüm insanı içinde
Girişimci bir adam
Rıfat Taş
Keşke genç sayılacak yaşta
Gitmeseydi
Bugün başkalarının olan eserlerini
Sürdürseydi
En çok koyunları, bir de köpekleri severdi
Ali Şükrü ağabey
Yün bile getirmişti ta Danimarka'dan
Hiç üşenip yorulmadan
Mahir Kurt, bizim o zamanki söyleyişimizle
Alişık
Her varışımda köye
Uğrarım evine
Hep kendisiyle barışık
Ne kadar şişmansa Göbekli namıyla anılan Bayram ağabey
Tam tersine
Anasına çok benzeyen
Zayıf mı zayıf Adil (Bele) Eliküçük
Bir Rıza Dayıoğlu vardı
Orta mahalleden
Anlar mıydı gerçekten bilmem ama
Hocalık da yapardı
Hızlı hızlı konuşan aceleci bir adam
Abdullah Duman
Lakabını da yazayım: Apıh
İncitici bir lakap değil
Çocukları kızmasın aman
Ömerlerde unutmuşum
Güdük Ömer amcayı
Köşkeroğlu'nun İbrahim
Ve de gözlerinden almış lakabını
Çakır İbrahim
Üç kardeş: Şuayip, Ali, Tahir Akyürek
Elbette pişmandır bunlardan ilki
Yıllarının mahpusta geçmesinden
İkincisini otobüs kaptanlığından tanımak
Sonuncusunu da
Gülmek için
Konuşturmak gerek
Bozdağlardan bir kişi daha
"Şıh" derlerdi bu amcaya
Bilmezdim gerçek adı neydi
Onun da küçüğü Hacı Mahmut
Saçma sapan bir kavgada
Can vermişti bir kurşuna
Bir okul dönüşünde görmüştüm
Uzanıp yatmıştı evinin önüne
Karlar içinde
İyi ki unutuldu bu kavga
Geçenlerde,aynı masada
Sohbet ettik
O zamanlar kavgalı sülalelerden
İki kişiyle
Daha önce bir yazıda
Yalnız onu anlattığım için
Unuttum burada
Köyümün bekçisi, çaycısı
Ramazan tenekecisi Cuma Coşkun'u (Cümemmi)
Nasıl anmam
Böyle bir yazıda
Baki Kaya, Mahir Karakaya
Kırklı yaşlarda H.Ali Köksal
Veda etti dünyaya
Rafet Dayıoğlu , İsmail Altunbilek, Hacı Köse, Muzaffer Çelik
Saymakla içinden çıkılmaz
Hepsi o zamanın genci
Lakap takma uzmanı olmuştu
Belelerden Asım Deveci
Babalarımız teyzeoğluydu
Bele derdi bizlere
Türk filmlerindeki jönler kadar yakışıklı
Saçlarına limon sıkılmış
Selahattin Köksaldı
Taşlardan üçünü de analım burada
Hacı Hasan Taş İzmir'de
Necati Taş, Almanya; Duran Taş, Hollanda'da
Yılda, iki yılda bir geliyorlar yurda
Onuncu ve sonuncu yazıya bırakarak
Köyün okumuşlarını
Ağabeylerim ve diğerlerini
Bu yazıyı da bitirelim
Okuyan herkese
Teşekkür edelim
.............................................(Devam edecek.)
Numan Kurt
KÖYÜMDEN İSİMLER DESTANI (8)

Sağ olsun
Her yazıma yorumu var teyze oğlunun
Bana hatırlatıyor Amcası Ahraz'ı
" Kaç kişi bilir?" diyor
Adı Hasan olan bu sessiz adamı
Nafiz beleme "teşekkürler" diyorum
Keyif alarak yazdığım yazıma
Aşırlarla devam ediyorum
Önce Koca Mehmet dedenin Aşır
Ham karpuzu yerken
Ya da içerken sıcak çayı
Aklıma gelir
Hani demiş ya
Karpuz ham çıkınca yanındaki çocuklara
"Ula uşaklar, yiyin işte yaş yaş!"
İşte bu Aşır emmim
Yanında oturanın sırtına
Aniden vururdu
Kafasını da yastığa koyar koymaz
Uyurdu
Bir diğeri hısımımız
Kulaklının Aşır amca
Neşesi yerinde olurdu tütünü yanında olunca
Genç olanı ise Çöllo'nun Aşır
Genç gidenler kervanına o da katıldı
Bir uçak yolculuğunda uzun uzun
Sohbet etmiştik
Almanya'nın Ulm kentinde hala oğullarını
Ziyarete gitmiştik
Kara Mustafa'nın İsmail'den söz ettim de
Unuttum Kıfır Hacı'nın İsmail'i
Bir İsmail daha var ki
Onun da ayrıdır yeri
İsmail dayı, Altunbileklerin babası
Mustafa ile bir araya geldikçe
Anlatırız bu ufak tefek adamı
Derim ki "Tek erkek çocukmuş
Babası ölünce biri de ebem olan
Halaları büyütmüş babanı"
O mahalleye gelmişken anlatmamak olur mu
Sözü sohbeti hoş Behçet amcamı
Her ne sebepledir bilemem
Babamla uzun süre küs kaldılar
Ama Kayseri'de
Rahmetli babamın son üç yılında
Hiç ayrılmadılar
Gözyaşı döktü sevgili ağabeyim öldüğünde
Liste çıkarmıştı "Benden önce şu kadar adam var."
Diye
Çok beklemedi gitti
O listeden kendisini de sildi
Durmuş dedeyi de
İnce, uzun bir adam olarak hatırlarım
Oğlu Duran ağabeyi hiç görmem
Bir zamanlar
Babamın yanında çalışırdı diye
Anarım
Yazmamak olur mu
Adaşım Numan dayıyı
Kimseye yaşatmasın Allah
Onun yaşadığı acıyı
Bizim gençliğimizde
Kahvehaneleri vardı Haydar ve Sadi ağabeylerin
Sobanın üstünde yamuk çaydanlık
Sabahları bir kere
Kaynardı
Bizden biraz büyükler
Jokersiz çift kağıtla
Konken oynardı
Başka kimler vardı
İbiş emminin Musa
Kürt emminin Osman
Çocuk yaşlarda
Terk etmişler köyü
Onlarla aynı ismi taşıyan
Bakkal Alişen emminin Musa
Ve onun hala oğlu Deveci Osman
Adından gayrısını hatırlamadığım
Alişen'in İsmail
Köye gittikçe
Ayda yılda bir gördüğüm
Oğlu Cihan
En iyisi
Çok zorlamadan kendimizi
Başka yazıya bırakalım
Köyümüzden isimler dizimizi .
..............................................(Devam edecek.)
Numan Kurt
KÖYÜMDEN İSİMLER DESTANI (7)

Benimki kendi kendime
Bir bakıma geçmişi anma
"Nostalji" diyorlar
Geçmişten bahsederken
Niye kullanırız böyle sözcükleri bilmem ki
Tertemiz Türkçesi varken
Bu kez aşağı mahalleden başlayalım isimleri anmaya
İlk önce yolumuz uğrasın
Kürdali'nin Musa'ya
Kayseri'de hep ziyaret ederdi babamı, anamı
Minnetle anıyorum
Bu esmer, kalın sesli adamı
Hemen yanında
Karadayı namıyla Osman dedem
Çok korkarmış yılandan "Yılan!" diye bağırınca
Dörtnala kaldırırmış atını
Tarlaya giderken
Şimdi köyün yaşlılarından Saadettin amca
Onun küçükleri Cemalettin ve Mahmut Bozdağ
Birincisi ufak tefek, gözleri değişik
Sinirli mi sinirli bir adam
İkincisi köyümün ilk okuyup öğretmen olanı
Yıllarca sürdü
Köyden başka bir sülaleyle
Şimdi çocuklarına, başkalarına saçma gelen
Kavgaları
İki kişi kalmış sözünü etmediğim
Gözeller'den
Hemen kapı komşumuz Aslan Çavuş
Harmandan gelirdi sallı arabasıyla
Geriye kaykılmış şapkasıyla
Sonra hayal meyal hatırladığım
Hacı Yakup
Oğlunun adı da Yakup'muş
Köye bir gidişimde çevirdi beni
Amca oğlu Mahir'in duvar dibinde
"Ben," dedi "seni bir yerden tanıyorum ama..."
"Bak!" dedim "şu karşıdaki ev bizimdi, ben Hasan Çavuş'un oğluyum."
"Allah Allah!" dedi "Hep unuttuk birbirimizi."
Kafası beyaz bezle sarılmış bir adam
Hatun teyzemin genç yaşta ölen kocası
Kapı komşumuz
Babamın da çok sevdiği
Osman Osman'ın İlhan
İlhan amcamın kardeşi Abdullah Tekin
Minibüsüne biner, pazara giderdik
Huyuyla suyuyla
Bu esmer mi esmer adamı da
Severdik
Anlatmakla biter mi
Deveci sülalesi
Şimdi anacaklarım babamın da belesi
Hep malın, davarın peşinde Abdullah Deveci
Eli midesinden hiç inmez Derviş Deveci'nin
Çok kızardı köyün gençlerine
Evimin yakınında top oynuyorsunuz, diye köpürürdü
Çakı bıçağını çeker yürürdü
Lakabını anmayayım
Tutumluluğu ile tanınırdı Recep dayım
Onun kardeşi
Hep muhtar hep muhtar Alişen Deveci
Boynundaki iki şişlikle hatırlarım
Oradan geçer
Dükkânını uzun uzun anlattığım
Bakkal Alişen emmiye
Bakarım
Götürürdük buğday çecinden çaldığımız
Bir tas buğdayı Alişen emmiye
Verirdi birkaç kenarı yanık
Kurabiye
Eee...geldik şimdi önemli bir kişiye
Tabi bana göre
Dedem dedem benim dedem
Bazen köyün hepsine küsen dedem
"Ben; vita, sana yağı yemem!" deyip de
Hepsini de yiyen dedem
Dayımın her yeni işine karşı çıkardı
Sonunda kondu mu cüzdanına
Üç beş kuruş para
Kaçak tütünü sarar, keyfine bakardı
Bekir ağa
Dedemi anlatmak sayfalar sürer
Yazımız devam edecek
Şimdilik bu kadar yeter
..........................................(Devam edecek.)
Numan Kurt
30 Temmuz 2009
KÖYÜMDEN İSİMLER DESTANI (6)

UNUTULANLAR ve DİĞERLERİ
Yazdıklarımı tek tek
Elden geçirerek
Unuttuklarımı not düşmüş Turgut
Soyadı gibi gerçekten Temizyürek
Ben de her yeni yazımın başında
Onlardan söz ediyorum
Benim bu ilginç girişimimde
Kimse unutulmasın diyorum
........
O yoksul, ince, uzun adama
Hep Öksüzoğlan derlerdi ya
Ben de bilememişim adının Mustafa olduğunu
Yine onun kapı komşusu İstanbullu emmiyi
Ve de gençliğinin baharında
Geçip giden Hasan'ını
Yazalım burada hatırlayalım da
O güzel yüzlü Hasan'dan bahsetmiştim
Çok önceki bir yazımda
Alilerden hiç Kürdali unutulur mu
Şivesi değişik, kırmızı yüzlü bir adam
Onu anarken oğlu Hacı Mehmet'i de
Köyümün yine iyi şoförlerinden birini de
Analım bir an
Mehmetler, Ahmetler ne de çokmuş
Teyze oğlum Hacı Mehmet
Ahmetlerden de Gözeller'den Hacı Ahmet
Unutmayalım şimdi Kırşehir'de kalırmış
Köşkeroğlu'nun Hacı Ahmet
Lakabı çok kullanılanların
Adı da unutuluyor
Alileri anlatırken
Unutmuşum Çöllo Haceli emmiyi
Dedim ki kendi kendime
Sen bu işe girdin
Yılmadan,usanmadan devam et
...........
Hepsinin başka adı da var
Ama Hacı diye tanınırlar
Önce ayrı bir yazıda anlattığım Kıfır Hacı
Sonra, kulakları da ağır duyan
Çok efendi bir adam
Hacı Aziz Deveci
Yine ağır ağır konuşan
Dudaklarında da yalama eksik olmayan
Edip Hacı dayım
Onlardan genç ama Karaoğlan'ın Hacı
İyi de türkü söylerdi
Yeri gelmişken babasını da analım
Adını bilmediğim bu adam da
Hatırladığım kadarıyla hep koyun güderdi
.....
İsmetler
Anlattığım yıllarda çok da gençler
Halamın İsmet, Karaoğlan'ın İsmet
Bir de Hacı ağanın İsmet
Onun da ağabeyi Şeref ağa
Köye son gittiğimde gördüm
İlginç sözleriyle ünlü
Yaşı sekseni de geçti ama
Yine direksiyon başında
O mahalleden geçerken nasıl hatırlamam
Şaban emmiyi
Ve de bir ara portakal da satan
Arkadaşım Mehmet Ali'nin kayınpederi Bahri'yi
Aynı isimde olmayanları
Böyle tek tek hatırlamak da anlatmak da
Zor olacak
Birkaç kişiyi daha yazalım
Kalanları diğer yazılara bırakalım
Önce kamyonu, sonra minibüsü vardı
Kayseri'ye günlük sefer yapardı
Karamustafa'nın Tahir
Yurt dışında çok yaşadı
Onun şakacı kardeşi İsmail
Cemal ağabeyin de cemaline baksan
Gülersin
Esprilerini ilgiyle dinlersin
Tahirlerden bir başka Tahir
O da genç öldü, kardeşleri de
Dayıoğlu Cafer
Ve de Muhsin
............................................(Devam edecek.)
Numan Kurt
30 Temmuz 2012
BİR HAYAL, BİR ÖZLEM
GEÇMİŞTEN GELECEĞE (O köyler uzakta kaldı.) “İnsan, âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar.” “Deniz Türküsü” şiirin...
-
Evde "ot" olmaktan biraz olsun kurtulmak için düşünürken bir “ot” yazısı yazdım. Düğmecik otundan söz ettim. Yazı aldı götürdü be...
-
Yaşamak ister insan Günün, anın içinde Farkında olmadan akıp giderken zaman Onu yeme, bunu içme Şu kadar adım atmalıs...
-
Ekimde doğan, ekimde ölen duygusal, güzel şair Anlatmak istedim bugün ne varsa sana dair *** "Kapımı çalıp durma öl...
.jpg)








