27 Haziran 2020 Cumartesi

ŞAŞIRDIK KALDIK, BAKALIM NE OLACAK?






Önce şaşırdık, umusamadık, “Bu da neyin nesi?” dedik.
Sonra aklımızın alamayacağı salgın, adına uygun olarak sardı dünyayı.
Dünya yüzündeki toplam ağırlığı bir gram olan virüs insanlığa “Eller yukarı!” dedi, elimizde beyaz bayrak diz çöktük.
“Maske, mesafe, hijyen” dediler. Biz, artık “yaşlı” sınıfına girenler uyduk bu kurala; ama gençler “Bizi nasıl olsa alıp götürmüyormuş.” diyerek dalga geçercesine umursamadılar istenenleri.
“Ha şöyle ha böyle!” derken salgınla savaşımı kazanacak gibiyken “Bu üç kurala uyun, her şey serbest.” dediler. Dediler de biz o önemli kuralı dinlesek de gençler omuz omuza asker uğurladılar, piknik yaptılar, gizli partiler düzenlediler. Döndük geri başa.
Virüsten ölenlerin yaşadıklarını, ölüm anını anlatan doktorların anlattıkları tüyler ürpertici.
Bir televizyon röportajında “ülkemin geleceği” gözüyle baktığım genç şöyle diyordu: “Ben dua okuyorum, inançlıyım, bana virüs falan bulaşmaz.” Bu gence bilimden nasıl söz edebilirsiniz?
Bu arada unutmadan yazayım. Virüsü engellemek için muska bile çıkmış(!), sizi siz olun bir tane edinmeyi unutmayın(!).
Bu tuhaflıkları tek tek anlatmaya kalksam sayfalar dolar.
Biraz da bu işin tuhaflıklarını yazmak istedim.
***
-”Alo!”
-”Efendim Hayro!”
-”Efendin kalem odasında. Ben Hayrullah!”
-”Gördüm adını.”
-”Ne var ne yok? Koronayla aran nasıl?”
-”Evdeyim, ne diyor doktorlar, 'maske, mesafe, hijyen' ben de dışarı çıkamadığım günlerde kendime üç görev verdim: 'Yaz, çiz, oku.' Nasıl beğendin mi?”
-”Güzel, sen işi çözdün. Biz ne yapalım?”
-”Sen de yaz kardeşim, Hayro'yu hep ben mi anlaracağım, yaşadıklarını sen anlat. Sonra gönder bana yazdıklarını. Ben o yazdıklarına güzel bir elbise giydiririm. Yazdıkların senin emeğindir, ben sadece düzenleme yaparım.”
-”Bak bu işe kafam yattı. Yarın başlıyorum yazmaya.”
“Konu mankenim” diye şaka yaptığım sevgili arkadaşım bir başladı pir başladı yazmaya. O yazdı gönderdi, ben düzenledim, geldik yedinci bölüme. Yazı gelmez oldu.
-”Hayro, yazı gelmiyor artık.”
-”Ben pes ettim, göndermiyorum.”
-”Sen bilirsin, ben her zaman hazırım.”
Benim de ilgiyle okuduğum anılar, Hayrullah'ın “Aklıma Gelenler” başlığı ile yayımladığımız anıları böylece bitti.
Devamını yazdığını biliyorum; ama nedense göndermedi.
***
-”Oğlum, ihtiyaçlarımızı sen getirme artık!”
-”Niye, kim alacak yiyecek, içecek ve diğer ihtiyaçlarınızı?”
-” Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı gençleri görevlendirmiş, telefonla isteklerimizi yazdırıyoruz, onlar getiriryorlar.”
-”Tamam, nasıl isterseniz; ama siparişleriniz gelince gerekli temizliği sağlayıp öyle alın içeriye.”
-”Sen o yönden rahat ol, kendin dikkat et! Dışarı çıkan sensin.”
Bu konuşmalar, biz altmış beş yaşın üzerindekilere yasaklı günlerde geçmişti. Evin nelere gereksinimi varsa bir kağıda yazıyordum. Telefonla da marketteki çalışana bildiriyordum.
Birkaç eksikle de olsa gençlerden biri öğleden sonra elinde poşetlerle kapıda.
-”İyi günler amca! Getirdim istediklerinizi.”
-”Çok teşekkürler delikanlı. Fişi verir misin? Ne kadar tuttu?”
-”İki yüz otuz lira.”
Fişi çekine çekine alıyorum, o anda kafamda geçen cümle şu: "Elimi ağzıma, burnuma, bu eşyaları tertemiz yerleştirinceye kadar vurmamalıyım.”
Parayı fazlasıyla veriyorum. Bu zor günlerde önemli bir sıkıntımızı gideren, bizim için ter akıtan, risk alan gence minnet borcumun dışında, emeğinin karşılığını da vermeliyim.
Mutlu oluyor, teşekkür edip ayrılıyor.
Buraya kadar iyi de bizim asıl tören şimdi başlıyor. Evde eşimle aramızda geçen konuşma şöyle:
-”Sen, hiçbir şeye dokunma, ben elimi vurdum nasıl olsa.”
-”Tamam, diğer sefere de ben yaparım.”
-”Poşetleri içeriye almadan atıyorum. Meyve ve sebzeleri, dışı camlı ya da metal olan yiyecekleri yıkıyorum hem de gıcır gıcır.”
-”Yıkanmayacakları da balkona koy, birkaç gün beklesin. Virüs varsa ölüyormuş.”
-”Kuru yemişi ne yapalım?”
-”Hepsini karıştırıp fırında bir süre ısıtırız. Yıkadıklarını mutfak tezgahına koy, sızsın.”
Bu konuşma sürüp gidiyor. Ne yaparsak yapalım yine de içimizde bir şüphe. Her siparişte aynı tören.
Gün geldi, biz altmış beş yaşın üstündekilere önce pazr günleri bişrkaç saat özgürlük verdiler. Ne kadar özgürlükse artık. O birkaç saat içinde arkadaş veya arkadaşlarla buluşup mesafeye ve maskeye dikkat ederek sohbet ediyorduk. Bir buluşmamızın öyküsünü de yazdım.
Ne olacak söyleşimiz, oradan buradan. Aklımda kalan şu cümle oldu: “Arkadaş, o birbirimizle didiştiğimiz okeyli günlerimizi bile arar olduk.”
Her yıl nisanın ilk haftasında Didim'deki 1+1 evimize başlardı yolculuk. Bu yıl mayıs sonu yaklaştı, eveden çıkamadık. “Ne zaman, nasıl gideriz*” derken dediler ki yönetenlerimiz:” Yarın sabah saat 9.00'dan itibaren altmış beş yaş üstü vatandaşlarımız şehir dışına çıkmak için bulundukları ilçenin kaymakamlıklarına başvurabilrler.”
O gece internetten “İzini nasıl alacağız?” sorusuna yanıt aradım, alma yöntemini öğrendim.21 Mayıs sabahı saat dokuzu on geçe bizim “şehir dışına seyahat” iznimiz alınmıştı. Araya bayram girdiği için 28 Mayıs günü yola çıkmaya karar verdik. Gittiğimiz yerde de her şey güllül gülistanlık değildi; ama değişiklik iyi gelecekti.
İki buçuk ay eve kapanmanın verdiği bıkmışlıktan sıyrılma havasıyla, beklentisiyle başladı yolculuğumuz. Sabahın altısında çıktık yola. Yollar boş, yollar ıssız.
Saat sekize gelirken biz de Sivrihisar'a yaklaşıyoruz. Sol yanımda korna çalan bir araç, şirket arabası. İçindeki genç bağırıyor: “Amca amca; sağ ön lastiğin inmiş haberin olsun!” “Allah Allah!” diyorum, “ben neden farke tmedim, bu delikanlı nasıl gördü?”
Yakındaki ilk petrol istasyonuna girdim. Gerçekten de öyle. Ne yapacağım bu saatte ben? Petrol istasyonundaki çocuğa “Oğlum, bu arada lastikçi var mı?” dedim. “Var amca, biraz yürü, hemen şurada.”
Küçücük bir kulube, kapısı kapalı. Belli ki henüz gelmemiş lastikçi. Pencere camındaki telefon numarasından arıyorum:
-”Alo!”
Neden sonra uykulu bir ses:
-”Alo, buyrun!”
-”Arabamın lastiği patladı, yardıma ihtiyacım var! Gelebilir misin?”
-”Yok beyefendi gelemem. Başka işim var.”
-”Yolda kaldık, kısa sürer.”
-”Sabah sabah uyandırmak da ne?” diye homurdanarak kapattı telefonu.
Tek çare stepneyi çıkarıp takmaktı; ama petrol istsyonundaki çocuğa yine sordum. “Başka lastikçi var mı buralarda?” “Var amca, yüz yüz elli metre gidersen soldaki petrolun yanında.”
Gittim, o lastikçi kulubesinde kalıyormuş. Uzatmadan söyleyeyim, çivi girdiği için lastik havayı boşaltmış. O lastiği onardı, stepnenin havasını da yükseltti. Biz de bir buçuk saat geciksek de yola devam ettik.
Şimdi burada Ankara'ya göre daha özgürüz; ama marketten alınanlara aynı işlemler sürüyor. Ara sıra denize gidince diğer insanlardan uzak duruyoruz. Bir yerlere oturup yeme içme olayı yok.
Didim'e geldikten birkaç gün sonra okul arkadaşım Mehmet Durukafa'yla buluşup. sahildeki bir kafede oturup sohbet edeceğiz. Benim kafamdaki tek düşünce “Acaba bir şeyler içsek mi?”
Ben önce gitmişim, Mehmet on dakika sonra geldi. Orası self servis olduğu için ben görmeden Mehmet elinde iki şişe birayla geldi.
“İçmem!” demek olur mu? Islak mendille şişenin ağız kısmını silerek, bardak kullanmadan içtik biralarımızı. Herkes oturururken sağına soluna bakıyordu diğer masalrda oturanlarla mesafemiz uygun mu diye.
Yazın en sıcak günlerinde küfül küfül esen bir lokalimiz vardı arkadaşlarla buluşup oturduğumuz, oyun oynadığımız. Geçenlerde yakınından geçtim bomboş. Lokantalara, kafelere bakıyorum tek tük müşteri, onlar da genç.
Anladım ki bizim için şu yaşlılık günlerimizde hayatın eski tadı gelmeyecek. “Yıka, sil, dokunma, elini yıkadın mı, insanlara yaklaşma...” ve daha pek çok tedirginlik sözüyle iyice paranoyak mı olduk ne?
Ne kadar avunsak da “Bu da geçer.” sözüyle
Yok artık hayatın eski tadı
Aklımızın köşesinden geçmezdi
Bugünleri yaşayacağımız
Eşten dosttan, arkadaştan, akrabadan uzak kalacağımız
Dede sarılmaz mı torununa
Ya da kızına, oğluna
Tadı kaçtı her şeyin
Yine de güzelmiş yaşamak
Şu mavi gökyüzünün altında
Nefes almak
Gün ola hayrola
...............................................
Numan Kurt
27 Haziran 2020

YEŞİLLİKLER ÜZERİNDE KIRMIZI GELİNCİKLER

  Sabah erken yürürken kıyıda Deniz masmavi, hafif dalgalı Belli ki temizlemiş kendini bütün kış boyunca Güneş ısıtırken yeryüzünü Hafiften ...