30 Kasım 2023 Perşembe

MUCUR ORTAOKULU, BURSA ERKEK LİSESİ, SİLİNMEYEN HATIRALAR VE NUMAN KURT (Öğrencilerimin hakkımda görüş ve yorumları)



Benim gibi mesleği öğretmenlik olan insanlar arasında öğrenci olarak havasını teneffüs ettiği okula yıllar sonra tekrar dönen, bu kez de öğretmenlik yapanların sayısı çok da fazla değildir sanıyorum. Ben bir öğretmen olarak bu çok farklı ama bir o kadar da güzel duyguyu yaşayanlardanım. Nakil bir öğrenci olarak geldiğim için, öğrencilik yaşamımın kısa sayılabilecek bir döneminin geçtiği, ülkemizin en eski ve en köklü eğitim öğretim kurumlarından biri olan Bursa Erkek Lisesi’ nde öğretmenlik yapıyorum.
1976-1977 eğitim-öğretim yılı bir çok öğrenci için olduğu gibi benim için de normal bir şekilde başlamıştı. Mucur Ortaokulu’nda son sınıfı okuduğum o yıl, her yıl olduğu gibi okul kitaplarını, defterlerini, ders araç ve gereçlerini almış okul kıyafetlerini tamamlamış ve okula başlamıştım. Birinci yarıyılın sonuna kadar da her şey normal bir şekilde devam etmişti. Bundan tam kırk beş yıl önce, bu zamanlarda, tam da bugünlerde, birinci yarıyılın sonuna doğru gelen bir mektup hayatımı önemli ölçüde değiştirmişti.
O yıllarda, iki ağabeyim Bursa’da, Bursa Eğitim Enstitüsü Türkçe Öğretmenliği bölümünde okuyorlardı. Bir yandan da Bursa’da babamın daha önce almış olduğu arsa üzerinde olan evimizin inşaatı da devam ediyordu. Babam Mucur’da çalıştığı için de ağabeylerim bu inşaatla da ilgileniyorlardı. Ocak ayının ortalarında gelen mektupta büyük ağabeyim, evin bir katının büyük ölçüde tamamlandığını, oturulabilir bir duruma geldiğini, kendilerinin de kirada oturmakta oldukları evi bırakarak buraya geçtiklerini yazıyordu. O sıralarda Kütahya’nın Tavşanlı ilçesine bağlı Tunçbilek beldesinden bir kızla sözlü bulunan ağabeyim, nişanın ocak ayının son haftasında Tavşanlı’da olacağını bildiriyor ve nişanla ilgili ayrıntıları yazıyordu. En sonunda da istersem benim de ikinci yarıyılı Bursa’da okuyabileceğimi, onlarla birlikte kalabileceğimi bize bildirmişti.
O senenin sonunda zaten ailece Bursa’ya taşınacaktık. Sene sonunu beklemeden naklimi Bursa’ya aldırarak ikinci yarıyılı Bursa’da okuyup okumama kararı ise bana kalıyordu. Önce, yılı Mucur’da tamamlayıp liseye Bursa’da başlamaya karar vermiştim.
Birinci yarıyılın sonunda annem ve babamla birlikte hem büyük ağabeyimin nişanını yapmak ve hem de sömestr tatilini geçirmek üzere Bursa’ ya gitmiştik. Sömestr tatilinin ilk bir haftası ağabeyimin nişanının telaşıyla geçmişti. Nişan, Tavşanlı’da Linyitspor’un sosyal tesislerinde olmuştu. Ağabeyimin nişanlısının ailesi bizi birkaç gün Tunçbilek’te misafir de etmişlerdi. Tatilin ikinci haftasını ise Bursa’da geçirmiştik. Bir hafta süresince Bursa’da, elbette çok farklı şeyler yapmıştık, bir haftaya bir çok şeyi sığdırmıştık; ama benim aklımda sadece Kapalıçarşı’da bir seyyar satıcının elinden ilk defa boza içişim, şimdilerde kültür merkezi olan, tarihi Tayyare sinemasında, ünlü Fransız aktör Jean Paul Belmondo’nun o günlerde gösterimde olan "Şehrin Üzerindeki Korku" filmini izleyişim, ortanca ağabeyimle birlikte bir akşam, Ahmet Vefik Paşa Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenen, Dinçer Sümer’in yazıp yönettiği "Eski Fotoğraflar" adlı tiyatro oyununa gidişim kalmış.
Sömestr tatilinin sonunda tekrar Mucur’a dönmüştük. Ancak benim aklım Bursa’da kalmıştı, bu güzel şehir beni kendine çekmişti ve ilk yarıyılın sonunda naklimi Bursa’ya aldırmadığım için biraz pişman da olmuştum. İkinci yarıyılın ilk haftası geçtikten sonra, o hafta sonunda aniden Bursa’ya nakil yaptırmaya karar vermiştim. Bu düşüncemi anne ve babama açıklamıştım ve onlar da uygun görmüşlerdi. Komşumuz, merhum ilkokul öğretmeni Mehmet Şahin’in evine misafir olduğumuz bir akşam, nakil başvurusu için gerekli dilekçeyi de birlikte oluşturmuştuk. Benim için Bursa’da başlayacak yepyeni bir hayatın kapısı da bu şekilde aralanmıştı.
İkinci yarıyılın ikinci haftasının ilk günleriydi. Soğuk, kapalı, kasvetli bir şubat günüydü. Sevdiklerimle ve Mucur’la vedalaştıktan sonra annemle birlikte Mucur’un o küçük ilçe otogarının yolunu tutmuştuk.
Bizi yolculuğumuzun ilk durağı Ankara’ya götürecek olan otobüsün hareket saatini beklerken, şimdi Ahi Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan sınıf arkadaşım sevgili Koray Öcalan’la karşılaşmıştık. Tanıdığım insanlar içerisinde son görüştüğüm ve vedalaştığım kişi de o olmuştu. Ankara’ dan da başka bir otobüsle Bursa’ya geçmiştik.
Bursa’ya geldikten sonra ise sıra hangi okula kaydolacağım konusuna gelmişti. İkinci yarıyıl başladığı için de bu konunun bir an önce halledilmesi gerekiyordu. Ağabeylerim bunu da düşünmüşlerdi ve benim için Bursa Erkek Lisesi’ni uygun görmüşlerdi. Disiplini, başarıları ve her alanda verdiği ünlü ve değerli mezunlarıyla ülkemizde haklı bir şöhrete sahip olan Bursa Erkek Lisesi’ne kayıt yaptırmak ise o yıllarda hiç te kolay bir iş değildi. Ancak oldukça girişken ve iş bitirici bir yapıya sahip olan ortanca ağabeyim bu konuyu da kolayca halletmişti. Bir sabah ağabeyimle birlikte elimizde notlarımın yazılı olduğu nakil belgesi ile birlikte soluğu orta kısımdan sorumlu müdür yardımcısı Kadir Arman’ın odasında almıştık. Ağabeyimin elinde sihirli bir değnek yoktu onu hatırlıyorum; ama ne yapmıştı, ne söylemişti ve Kadir Arman’ı naklimi almaya razı etmişti. Kadir Arman bir ağabeyimin yüzüne, bir benim yüzüme, bir de notlarımın yazılı olduğu belgeye baktıktan sonra kaydımı gerçekleştirmişti. Daha sonra da küçük müdür yardımcısı odasının çapraz karşısında bulunan bir sınıfa beni götürmüştü ve sınıftaki öğrencilerle beni tanıştırmıştı.
Evet, 3D sınıfı artık benim sınıfımdı. Mucur Ortaokulu’nda 185 okul numarasıyla yer aldığım sınıfa ve Hakan Oker, Erdal Seferbay, Füsun Çağlayan, Gülay Türk, Ayfer Göllü, Bekir Şahin gibi arkadaşlara veda ettikten sonra 3D sınıfında 3404 numarayla yepyeni bir hayata başlamıştım. Artık, Selçuk, Sinan, Kağan, Kadir, Hüseyin, Turhan, Aytaç ve Andaç kardeşler (ikizler) yeni sınıf arkadaşlarımdı. Artık benim için Yenice Mahallesi, Şatıroğlu, Solaklı, Dolazı, Çayır, Köme geçmişte kalmış, Yeşil, Emirsultan, Atatürk Caddesi, Kültürpark, Tophane ile geçecek yepyeni bir hayat başlamıştı.
Hayatımın en zor dönemlerinden de biriydi aslında. Sait Faik Abasıyanık’ın yatılı bir öğrenci olarak okuduğu, kimi zaman pansiyonun en üst katından Bursa ovasına, kimi zaman da, ders gördüğü sınıfın penceresinden Uludağ’a bakarak ilk hikâyelerini yazdığı, Orhan Şaik Gökyay, Kazım Baykal, Ziya Samar, Süleyman Nazif gibi ünlü isimlerin öğretmenlik yaptığı, Reşat Nuri Güntekin’in Fransızca öğretmenliği yaparken “Çalıkuşu” adlı romanını yazdığı, Atatürk’ün iki defa ziyaret ettiği ve ikinci ziyaretinde, Harbiye Okulu’ndan Fransızca öğretmeni olan Nevres Bey’in dersini dinlediği, nice devlet adamları, bilim insanları, sanatçılar, edebiyatçılar, sanayiciler yetiştirmiş bir okulun öğrencisi olmak muhteşem bir duyguydu; ama küçük bir Anadolu kasabasının küçük bir okulundan gelip büyük bir şehrin büyük bir okuluna alışmak da hiç kolay değildi. Sınıfımızın çapraz karşısındaki tarihi binanın üzerinden görünen Uludağ manzarasına bakarken sık sık dalıp Mucur’u, Orta Anadolu’nun bozkırlarını hayal ediyordum.
Çocukluk psikoljisiyle dersimize giren öğretmenleri Mucur Ortaokulu'ndaki öğrtemenlerimle karşılaştırıyordum. Fen Bilgisi öğretmenimiz Naim Toker’i sevgili Türkçe öğretmenim Numan Kurt’a benzetiyordum örneğin. Numan hocam gibi branşına olan hakimiyetinden, bilgisini öğrencilerine aktarmaktaki ustalığından, ders düzeninin bozulmasına asla izin vermeyen disiplin anlayışından, ciddi görünümünün ardındaki babacanlığından, sevecenliğinden; ama hepsinden önemlisi tıpkı Numan hocam gibi bana olan sevgisinden, benimle yakından ilgilenmesinden dolayı, belki de böyle bir benzetme yapıyordum. O günlerde yaptığım şeylerden biri de Numan hocama yazmak, onunla mektuplaşmaktı. Güzel insan, saygıdeğer Numan hocam, büyük bir alçakgönüllülük, vefa ve sevgi örneği sergileyerek yazdığım her mektuba mutlaka karşılık veriyor, ondan gelen mektupları okumak da o zahmetli süreçte, hayata tutunmak adına benim belki de en büyük yardımcım oluyordu.
Daha önce, Atatürk’ün okulumuzu ziyaretinden ve askeri okuldan Fransızca öğretmeni olan Nevres Beyin dersini dilemesinden söz etmiştim. Yazımı uzatmak pahasına da olsa anlamından, öneminden ve güzelliğinden dolayı bu olayı da anlatmadan geçemeyeceğim. Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Mustafa Kemal Atatürk, kısa sayılabilecek yaşamı boyunca, on yedi defa Bursa’ya gelmiş, bu ziyaretlerinin ikisinde, 23 Ağustos 1924 ve 3 Mart 1925 tarihlerinde, Bursa Erkek Lisesi’ni de ziyaret etmiş ve okulun şeref defterine, "Bursa Sultanisi' nde geçirdiğimiz saatlerin çok kıymetli hatırası ile daima memnun olacağım." notunu düşmüştür. Atatürk, okulu ikinci ziyaretinde, Nevres Bey’in Fransızca dersine de girmiştir.
1925 yılının Mart ayının ilk günlerinden biridir. Güneşli güzel bir gündür. Fransızca öğretmeni Nevres Bey ikinci katın güneydoğu köşesindeki sınıfta öğrencileriyle tercüme çalışması yapmaktadır. Sınıfın güney tarafındaki pencereden dışarı bakan ve hemen aşağıdaki, bugün bizim de güzel havalarda etrafındaki banklarda ve masalarda dinlendiğimiz, çay içtiğimiz havuzun kenarında uçuşan ve ötüşen kuşları bir süre izleyen Nevres Bey, gördüğü manzaranın da etkisiyle daha önce Harbiye Okulu’nda da öğrencilerine tercüme ettirdiği bir cümleyi tahtaya yazar. Tahtada: “Bahçedeki havuzun etrafında ötüşen kuşların sesleri sınıftan içeriye giriyordu.” yazmaktadır. Nevres Bey öğrencilerine dönerek: “Bu cümleyi Fransızca’ya tercüme ediniz.” der. O esnada Nevres Bey’in çok yakından tanıdığı, ama uzun süredir görmediği birisi de aynı manzarayı izlemektedir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Bursa Erkek Lisesi’nin tarihi dış kapısından içeri girmiştir ve küçük bir parkı andıran ön bahçede bir yandan etrafa göz gezdirirken ve hemen sağ taraftaki havuzun etrafında uçuşan ve ötüşen kuşları izlerken bir yandan da okul yetkilileri ile sohbet etmektedir. Sohbetin bir kısmında Harbiye Okulu’ndan Fransızca öğretmeni olan Nevres Bey’in daha sonra Bursa’ya yerleşerek Bursa Erkek Lisesi’nde öğretmenlik yapmaya başladığını da öğrenir. Hocasının dersine girmek isteyen Atatürk, okul görevlilerinden Nevres Bey'in ders yaptığı sınıfı öğrenir ve bu kez de tarihi bina giriş kapısından içeriye yönelir, merdivenlere adımını atar ve ikinci kata çıkmaya başlar.
Nevres Bey’in tahtaya yazdığı cümleyi doğru bir şekilde Fransızca’ya tercüme eden bir öğrenci henüz çıkmamıştır. Nevres Bey öğrencilerinin yüzüne tek tek bakarak cümlesini tercüme edecek bir öğrencisini beklemeye başlar. Sınıfta bir sessizlik havası hakimdir. Tam o esnada kapı açılır ve Nevres Bey’le öğrenciler kapıya doğru bakarlar. İçeriye girense Atatürk’ten başkası değildir.
Karşısında bir anda Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatük’ü gören Nevres Bey derhal toparlanır, esas duruşa geçer ve ders ismini, sınıf adını ve mevcudunu bildirerek tekmil verir ve arkasından da: “Sayın Cumhurbaşkanım buyurunuz.” diyerek Atatürk’ü, öğretmen kürsüsüne davet eder. Ancak Atatürk: “Hocam lütfen rahatsız olmayınız. Buyurunuz dersinize devam ediniz. Ben arka tarafa geçip dersinizi izleyeceğim. Beni de bir öğrenciniz gibi kabul ediniz. Zaten eski bir öğrencinizim, biliyorsunuz. ” der ve arka sıralardan birine geçerek oturur. Dersine devam eden Nevres Bey biraz önceki cümleyi tekrar söyler ancak öğrencilerden, cülmleyi doğru olarak tercüme eden yine çıkmaz. Nevres Bey bu kez Atatürk’e dönerek: “Mustafa sen bu cümleyi Harbiye’den hatırlıyorsun öyle değil mi?” der. Atatürk de : “Evet hatırlıyoru hocam.” diye cevap verir. Nevres Bey: “Pekiyi sen bu cümleyi tercüme edebilir misin?” diye tekrar sorar. Atatürk de “Evet hocam, tabii ki ederim.” der ve sınıfı dolduran öğrencilerin şaşkınlık ve hayranlık dolu bakışları arasında doğru bir biçimde cümleyi Fransızca’ya tercüme eder. Dersin sonunda öğretmen kürsüsüne gelen, hocasıyla ayaküstü kısa bir süre sohbet eden ve hasret gideren Atatürk daha sonra Nevres Bey'le ve öğrencilerle vedalaşarak sınıftan ayrılır.
Bu olayın yaşandığı sınıf, 1998 yılında pirinçten bir plaketle onurlandırılmış, kalıcı hale getirilmiş ve “Atatürk ve Öğretmeni Nevres Beyin Sınıfı” olarak ünlenmiş ve ziyaret edilmeye başlanmıştır. Az kalsın unutuyordum. Uzun yıllar sonra bir öğretmen olarak, 2006-2007 eğitim öğretim yılında, Bursa Erkek Lisesi’ne tekrar döndüğümde ilk derse girdiğim ve bir yıl boyunca da sınıf öğretmenliğini yaptığım 9E şubesi de bu sınıfta eğitim öğretim görmüştü. Tarihi binamızın yaklaşık beş yıl önce geçirmiş olduğu son tadilattan sonra bu sınıf konferans salonuna dönüştürülmüştür.
Bu sene okulumuzda üç farklı binada eğitim öğretim yapılmaktadır. A blok olarak bilinen tarihi bina, B blok olarak adlandırılan, 1970'li yılların başlarında yapılan bina ve yaklaşık on yıl önce yapılan, okulumuza en son eklenen C blok. Ben her üç blokta da derse giriyorum; ama benim için B bloktaki binanın ayrı bir anlamı ve yeri var. Bu binanın merdivenlerini çok farklı duygularla çıkıyorum. Çünkü Bursa’ya nakil bir öğrenci olarak geldiğimde okuduğum 3D sınıfı da bu bloktaydı. Dile kolay tam kırk beş yıl olmuş. Ortalama bir insan ömrüne yakın, yarım asra yakın bu uzun zaman diliminde elbette, dünyada, ülkemizde ve benim yaşamımda bir çok değişiklikler oldu. Ama hiç değişmeyen şeyler de var elbette. B bloktaki sınıfların doğu tarafındaki pencerelerin sağ çaprazındaki tarihi binamızın hemen üzerinde boylu boyunca uzanan Uludağ manzarası hiç değişmedi. Bir zamanlar bir ortaokul öğrencisi olarak baktığım manzaraya şimdi bir öğretmen olarak öğrencilerimle birlikte bakıyorum. Gönlümdeki Mucur sevgisi, hasreti ve özlemi de geçen kırk beş yılda hç eksilmedi hep aynı kaldı. Ve geçen uzun yıllar Numan hocama olan sevgi ve saygımdan da hiçbir şey eksiltemedi.
Mucur Ortaokulu’nun birinci sınıfında Türkçe dersimize, kendisinden de çok şeyler öğrendiğim ve her zaman sevgi ve saygıyla hatırladığım Mühiyet Eser Hanım girmişti. İkinci sınıfta ise derslerimize Numan Kurt girmeye başlamıştı. Daha başlangıçtan itibaren onu ve derslerini çok sevmiştim. Bilgisini, birikimini bizimle o kadar güzel paylaşıyordu ki, öğretmenlik becerisini bize o kadar güzel yansıtıyordu ki, onun dersleri küçük bir bozkır kasabasındaki bir ortaokulun öğrencileri olan bizler için, çölün ortasındaki bir vaha gibiydi.
Mucur’da, sosyal imkanlar açısından çok da şanslı olmayan o küçük Anadolu kasabasında, o bizim için ne çok şeydi; sanki her şeydi.
O, bizi geleceğe hazırlamak ve bize tüm insani değerleri kazandırmak adına bozkırın soğuğunda yanan közdü.
Bilgisizilik, görgüsüzlük, kötülük yaprağını döken güzdü.
İlerlemeyi, gelişmeyi ve çağdaşlaşmayı yansıtan yüzdü.
Küçücük yürekleri ama büyük umutları olan, saf, temiz Anadolu çocuklarının, iyide, doğruda ve güzelde buluştuğu düzdü.
Her durumda ve her şartta, gerçeği, ideali ve geleceği gören gözdü.
... Ve o, Dede Korkut’un, Hoca Ahmet Yesevi’ nin,Yunus’un, Mevlana’ nın, Hacı Bektaş-ı Veli’nin ve Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ ün bizlere söylediği sözdü.
Numan Kurt, onu tanıyan bir çok insan için olduğu gibi benim için de her zaman, mekanlar, olaylar ve kişiler üstü olmuştur. Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesinin Sadık köyünden olan Numan Kurt, Bir yönüyle, içinden çıktığı toplumun artı değerleriyle bütünleşmiş, köklerinden hiçbir zaman kopmamış, onu yetiştiren ortama hiç yabancılaşmamış, kendini yetiştiren topraklara ve topluma hizmet aşkıyla yaşamış, Orta Anadolu’nun yağız bir evladı, yiğit bir delikanlısı, diğer bir yönüyle de, her türlü görgü kurallarını, toplu yaşama becerilerini çok iyi bilen, uygulayan ve öğreten bir şehir beyefendisi, bulunduğu her ortamı ışıklandıran bir Türk aydınıdır. Daha ortaokul sıralarında onu tanımak bizler için büyük bir şanstı, bir ayrıcalıktı.
Aradan geçen uzun yılların etkisiyle, Mucur Ortaokulu’na ait birçok şeyi unutmuş olsam da, onunla ilgili her zaman sevgiyle, özlemle ve güzellikle hatırladığım, hiç unutamadığım o kadar çok şey var ki.
Onun bazen sınıfta, bazen de okulda ortaya çıkan problemleri, kendine özgü yöntemlerle, bilgece çözüme kavuşturmasını unutamadım.
Ortaokul ikinci sınıfta Antalya’ya düzenlenen okul gezisine katılacaklar içerisinde benim olmadığımı öğrenince: “Remzi! Sen neden yoksun? Ben bu gezide senin de olmanı istiyorum!” deyişini ve annemle babamı okula davet ederek bu geziye katılmam için onları ikna edişini ve gezi süresince de benimle yakından ilgilenmesini unutamadım.
Kitap okumanın önemini sık sık vurgulamasını ve bize yaptığı kitap önerileriyle daha ortaokul sıralarında, bir çok önemli kitabı okumamıza katkıda bulunmasını, sadece edebiyatı değil, sanatın bütün dallarını bize tanıtmasını ve sevdirmesini, “Köy, kasaba, şehir hangisi olursa olsun, bir yerleşim birimine öncelikle tiyatro gelmelidir.” diyerek tiyatronun önemine dikkat çekmesini unutamadım.
Ve benim, aynı zamanda, ilk defa değerli Numan öğretmenimden öğrendiğim o kadar çok şey de var ki.
Dünyada bazı mesleklerin elle, bazılarının dille, bazılarının da beyin gücüyle yapıldığını ama öğretmenli ğin hem elle, hem dille ve hem de beyin gücüyle ama hepsinden önemlisi sabırla, özveriyle, aşkla yapıldığını ilk defa ondan öğrenmiştim.
Ve ben öğretmenliğin bir sevda olduğunu da ilk defa ondan öğrenmiştim.
Evet, öğretmenlik bir sevdadır.
Edirne’de, Kars’ta, Ankara’da, Adana’da, Samsun’da sevdadır.
Orta Anadolu’nun bozkırında, Karadeniz’in yamaçlarında, Akdeniz’in kıyılarında, Doğu Anadolu’nun dağlarında, Marmara’nın ormanlarında sevdadır.
Evde, okulda, fabrikada, kışlada, yaylada, tarlada, sevdadır.
Yeryüzünde ve gökyüzünde, yazda, kışta, baharda, evrende, dört boyutta sevdadır.
Aradan uzun yıllar geçmiş olsa da Numan hocam benim hafızamda ve hatıralarımda hep, simsiyah saçları, siyah gözlükleri, sert bakışları ama o sert bakışlarının ardında pırıl pırıl bir dimağı ve altın gibi bir kalbi olan, her şart ve ortamda cahilliğe, görgüsüzlüğe ve bağnazlığa karşı çıkan, iyilik güzellik ve doğruluk mücadelesi veren, Orta Anadolu’nun o yağız evladı, yiğit delikanlısı olarak kalmıştır. O küçücük Anadolu kasabasından, Türkiye’nin ve dünyanın her yerine dağılmış olan öğrencileri, bugün hâiâ birbirleriyle görüşüyorlarsa, birbirlerinden kopmuyorlarsa, kitap okuyorlarsa ve her birinin kocaman kitaplıkları varsa, şiir yazıyorlarsa, şarkı söylüyorlarsa, müzik dinliyorlarsa, resim yapıyorlarsa, tiyatroya gidiyorlarsa, insanları, hayvanları ve doğayı seviyorlarsa, bunda en büyük pay onundur, onun verdiği değerli ve anlamlı mücadelenindir.
Numan hocamı bu zamana kadar olduğu gibi bundan sonra da hep sevgi ve saygıyla hatırlayacağım. Onun öğrencisi olmak hayatımın en büyük ayrıcalıklarından biridir. Öğretmenlik mesleğini seçmemde ve çok sevmemde en büyük pay sahibi Numan hocamın ellerinden bir kez daha sevgi ve saygıyla öpüyor, kendisine sağlıklı ve mutlu uzun yıllar diliyorum.
................................................
Remzi Ormancı
Bursa Erkek Lisesi
İngilizce Öğretmeni
Ocak 2022- BURSA
...............................................................................................................



BAHTIŞEN KAYA
Ankara- Batıkent Şevket Evliyagil Ticaret Meslek Lisesi Ed. Öğretmeni
....................................................................
Numan Kurt, canım öğretmenime:
Benim sizin gibi bu tarz şahane yeteneklerim yok. Teşekkür ediyorum.
Yaşım ya on üç ya on dört, Dediler ki müthiş bir Türkçe öğretmeni yurt dışı görevinden dönmüş ve bizim sınıfın dersine girecekmiş. Büyük bir merakla sizi bekledik. İyi ki döndünüz, bizler de iyi ki sizin öğrenciniz olduk. Her dersimizde hepimizin hayranlığı kat kat artıyordu size karşı. Bilmem diğer arkadaşlarım farketti mi? Ben o zaman bizlere derin derin bakışınızı ve kağıtlara bir şeyler çizdiğinizi farketmiştim. Hatta çok merak etmiştim. Fakat bilirsiniz bizler haddimiz olmayan şeyleri sormazdık. Benim gözümde diğer öğretmenlerimden farklıydınız. Türkçeyi sevmem, kalem işler, gönül mutlanır misali hayat sürmem sizin gibi kıymetli öğretmenlerim sayesinde oldu. Teşekkür ediyorum. Bugün de çok mutlu oldum. Yıllar önce sizi merak eden öğrenciniz şimdi muradına erdi.
Sevgiyle ve saygıyla kalem tutan ellerinizden ve kocaman yüreğinizden öpüyorum.

........................................................................
Öğrencilerim, İngilizce Öğretmeni Remzi Ormancı ve ressam Prof. Füsun Çağlayan'ın bir yazımın altına yaptıkları yorumlar;

Remzi Ormancı
------------------
Çok teşekkür ederim, saygıdeğer Numan Hocam. Beni mutlu ettiniz, onurlandırdınız. Ellerinize sağlık. Daha önce de ifade ettiğim gibi, siz, aslında, daha o yıllarda fırçasız, boyasız, tuvalsiz ama sevginizle, insanlığınızla, babacanlığınızla, bilginizle, insanlara ve olaylara ustaca yaklaşımınızla, ruhlara, kalplere, gönüllere Yunusça dokunuşlarınızla, problemlere bilgece çözümlerinizle, bizim için hayata ait tüm iyiliklerin, değerlerin ve güzelliklerin resmini, zaten, çizmiştiniz ve bugün mesleğini seven bir öğretmen olmamda da, en büyük pay ve emek sahibi ve en önemli etkendiniz. Bu resim de, belki, bütün bunları çok anlamlı bir biçimde tamamlayan, taçlandıran bir sembol, bir hatıra bir güzellik oldu. En içten sevgi ve saygılarımla ellerinizden öpüyorum. Sağlık, mutluluk, esenlikler ve uzun ömürler diliyorum.
Füsun Çağlayan
------------------
Numan hocanın edebiyat bilgisine derin türkçe tecrübesi ve algısina aşinaydık ama resim yeteneği de mi vardı? Inanılmaz ! ..🍂🌠
Remzi Ormancı
................................
Ben de çok sonra öğrendim. Gerçekten, inanılmaz. Resim yapmamış, fotoğraf çekmiş, sanki.
Füsun Çağlayan
------------------
Fotoğraftan bakarak yapılmış da olsa karakterlerle çokk derin empati var.. Numan hoca zekası ve derinliğiyle mekanlar ustudur benim için zaten ✨🌟✨
Remzi Ormancı
------------------
Füsun Çağlayan Mekanlar, olaylar ve insanlar üstü. Bir yönüyle içinden çıktığı toplumun artı değerleriyle bütünleşmiş, köklerinden hiçbir zaman kopmamış, onu yetiştiren ortama hiç yabancılaşmamış bir Orta Anadolu insanı, delikanlısı, diğer yönüyle her türlü görgü kurallarını, toplu yaşama becerilerini çok iyi bilen, uygulayan ve öğreten bir şehir beyefendisi, bulunduğu her ortamı ışıklandıran bir Türk aydını. Onu tanımak bizler için bir şanstı, bir ayrıcalıktı.
Numan Kurt
-----------------
Teşekkür ederim. Bu yorumun çok değerli bir ressamdan gelmesi beni mutlu etti.
Öğretmen okulu yıllarımda çizdiğim desenler beğenilirdi. Kendisi de aynı zamanda ressam olan resim öğretmenimiz rahmetli Sabri Çakar, dersten ayrı olarak birkaç arkadaşımla bana desen çalışması yaptırırdı. Elli yıla yakın bir zaman sonra şu emeklilik günlerimde yeniden çizmeye başladım. Belirttiğin gibi fotoğraflara bakıp uzun uğraşlar sonucu çizmeye çalışıyorum. Öyle hızlı bir pratiğim yok.
Benim küçük bir Anadolu kasabasında, Mucur'da pek çok öğrencimle birlikte özellikle Füsun ve Figen Çağlayan kardeşler unutamadığım öğrencilerim oldular. Bu sanal ortam aracılığıyla da Füsun'un kariyerini, başarılarını, bu arada yaptığı tabloları izlemekte ve gurur duymaktayım.
Yazdıkları bu güzel cümleler için Füsun ve Remzi'ye teşekkür ediyorum.
Sağlıklı, mutlu günler, sevgiler.
Füsun Çağlayan
-----------------
Sağolun değeŕli öğretmenimiz , biz de sizin sayenizde o ıssiz çocuk zamanlarımızda turk ve dünya edebiyatı ile tanıştik.."Bir köy kasaba vb. yerleşime önce tiyatro gelmeli " cümlenizi hic unutmam.. (Köy enstitusu izleridir belki ..sizin gibi eğitmenlerden daha cok olsaydı bugun belki çok farkli bir yerde olurdu bu ülke..)
Ve Nurullah Ataç'tı ilk referansıniz.. çok sevgi ve saygılar.. 🌠🍂

YEŞİLLİKLER ÜZERİNDE KIRMIZI GELİNCİKLER

  Sabah erken yürürken kıyıda Deniz masmavi, hafif dalgalı Belli ki temizlemiş kendini bütün kış boyunca Güneş ısıtırken yeryüzünü Hafiften ...