5 Ekim 2010 Salı

BİR "BEKİR AĞA" ÖYKÜSÜ







Bir fotoğrafını buldum aslında siyah beyaz
Ama sonradan renklendirilmiş
Onu hep söylenirken anımsarım birilerine
Nasılsa kızlarının, torunlarının arasında
Hafif de olsa
Gülümsemiş
Pek yanaşmazdı böyle fotoğraf çektirmeye
Nasıl olmuş da durmuş Ümüş ebemin yanına
Sordum soruşturdum merak bu ya
Toplamış aileyi evinin önünde
Poz vermişler Debrah amcanın objektifine
Askerdeki bir tek oğlu fotoğraf istemiş diye
.............
Bir gün köyümden arkadaşlarla Ankara'da oturuyoruz. 1970'li, 1980'li yılların gençleri. Söz sözü açıyor, konuşuyoruz.
O yılları hatırlayanlar bilir. Memleket; köy köy, mahalle mahalle bölünmüş. Gençler tam zıt kutuplarda. Kahveler taranıyor, her gün üç beş genç hayatının baharında vurulup öldürülüyor. O fidan gençler " ......... ölmez!" sloganlarıyla, büyük cenaze törenleriyle kaldırılıyor, insanların kutuplaşması daha da keskinleşiyor..Köyümün gençleri de sırtlarında parke, saçlar uzun, varsa pos bıyık halleriyle devrimci. İç içe akraba olduğumuz komşu köyle bile birbirine düşman.
Söyleşimizde konu oraya geldi. Dedim ki:
-” Arkadaş, köyde dedemin odasının duvarına slogan yazmakla devrimcilik mi olur?”
Gülüştüler.
-”O yazıları biz yazmıştık.” dedi söyleştiğimiz arkadaşlardan ikisi.
-”Kim duydu, oradan geçen birkaç köylümüzdem başka kim gördü yazınızı? Duvarlara yazı yazmakla, silahla banka soymakla devrimcilik mi olur? Harmanda hasatta gidip köylümüze yardım etseydiniz daha etkili olurdunuz. Sempati kazanırdınız."
-”İşte o zamanın rüzgarı, gençlik başımızda duman. Kolay mı dünyanın etrafımızda döndüğünü sandığımız yıllar.”
Böyle şaka yollu o yılları konuşuyoruz.
İşte o gün dedmi yazmak geliyor aklıma.
Duvarında yazıları gören dedem ertesi gün çıkmış kapının önüne sövmüş saymıştı.
Ben de aradan geçen bunca yıl sonra ilginç bir adam olan dedemi anlatayım dedim.
***
Yine bir şeylere sinirlenmişti dedem. Ne dediği pek anlaşılmıyordu; ama çiçek bozuğu gözleri kızarmış söylenip duruyordu. Odasının önünde elinde bastonu dolanıp duruyordu. Biz çocuktuk o zamanlar. Ona "Dede, ne oldu, kime, neye kızdın yine?" diyecek durumda değildik. Ümüş ebemin yeğeni Hüseyin dayı, dedemin odasına akşamları sık sık oturmaya gelenlerden biriydi. O gün de ceketi sırtında, elinde tespih oralarda dolaşıyordu. Sonunda dayanamadı sordu dedeme:
  -Bekir emmi, ne oldu? Kime sinirlendin bu kadar?
  - Ne var da ne olacak! Bizim ağa motor (traktör) almış bizim haberimiz yok. Bir etek para. Neyle, nasıl ödeyecek borcunu?
  Köye göçmenler yerleşecek diye köylünün ilçe kaymakamı ile kavgasına karışan, kaymakamı vurup yaralayan Hüseyin dayı yıllarca hapishanede yatmanın verdiği umursamazlık ve kibarlıkla:
  -İyi ya Bekir emmi! Daha ne istiyorsun? Yeğenimiz traktör sahibi olmuş. Çalışır öder. Tarlası var, yaşı da genç. Sevinmen gerekirken sen bağırıp çağırıyorsun.
  -He ya! Elindeki tarlayı da kaybetsin motor borcu ödeyeceğim diye.
  Dedemin bu terörü (!) birkaç gün sürdü. Dayım, böyle zamanlarda ortalıkta pek görünmez; zavallı, sessiz Ümüş ebem ise ağzını açıp da bir kelime söylemeye cesaret edemezdi. Nasıl çözülürdü, tatlıya bağlanırdı peki bu sorun? Bunun kolayında ne vardı? Bir yolla dedemin cüzdanına o zamanın parasıyla beş on lira konur, buna keyfolan Bekir ağanın da sesi kesilirdi. Bu kavga gürültüyü yalnız traktör alınırken çıkarmadı dedem. Dayımın yaptığı her atılıma karşı çıktı. Kamyon alırken, otobüs alırken, Kayseri'ye göçerken benzer sahneler çok yaşandı. Ne oldu yaşandı da? Onun gürültü patırtısına pek aldıran olmadı. Sesi de aynı yöntemle kesildi.
  Dedemin iki oda bir aralıktan oluşan kerpiçten yapılı evine girdiğini pek görmedim ben çocukluğum, gençliğim boyunca. Onun kendi odası vardı. Girişte küçük bölmeyle büyükçe bir odadan oluşan bu yapılar köyde pek çoktu. Köy düğünlerinde düğün odası olarak da kullanılırdı bu odalar. Odanın içinde toprakla yığma üç sedir, sol köşede de "hamamlık" dediğimiz açık banyo bulunurdu. Sedirler; kilimler, halı yastıklar ve minderlerle döşenmişti. Akşamları Dadağı kömürüyle ısınan odada, dedemin köyde küs olmadığı az sayıda kişilerden gelenler aralarında sohbet ederlerdi. Bu konuşmalarda da dedem mutlaka köyden birilerine, hiç bulamazsa köyün imamına kızar, atar tutardı. Camiye de gittiği halde nedense imamlarla yıldızı hiç barışmazdı.
Kapı komşusu bakkal Alişen emmiyle kırk yıl, iki evin arasındaki daracık geçiş yüzünden kavga eden dedem son yıllarında Alişen emminin dükkânından hiç çıkmamış, onun can dostu olmuştu.Yaşar Kemal'in "Ortadirek" romanındaki Koca Halil gibi dedemin de bazen tüm köye küstüğünü, biz torunlarından başka kimseyle konuşmadığını düşünürdük.
  Yaz günleri odanın dış kapısında elinde peşkirle dedem karasinek kovalıyor. Köyde sinek eksik olur mu? Ertesi gün yine aynı uğraş. Görenler "Bu Bekir ağa da amma titiz adam! Odasına sinek bile sokmuyor." diye düşünür. Oysa dedem sırtındaki gömleği (renkli gömlek olurdu genellikle) haftalarca çıkarıp yıkamaya vermezdi.
  Bir kadın düşünün ki ömrü boyunca köyünden çıkıp ilçeye dahi gitmemiş. Ağzında dili yok. Ses çıkarmadan hizmet ettiği kocasından bir kere iltifat, teşekkür duymamış. Bırakın iltifatı, teşekkürü hep aşağılanmış.İşte bu benim Ümüş ebem. Pek çok Anadolu kadını gibi bütün ezilmişliğiyle bu ufak tefek kadına, dedemin hiç adıyla seslendiğini, "Ümüş" dediğini duymadım inanır mısınız! Yaz kış içerdeki ya da dışardaki tandırda dedeme o kenarı kızarmış çörekleri yapan Ümüş ebemin bir gün de kocasına diklendiğini, "Ben de insanım!" dediğini duymadım. Dedemin bu melek kadına hitabı ya "Gıeyzz!" ya da "Kerahat!" şeklindedir. Tatillerde okuldan köye gelişlerimde elinde yeni çaldığı yoğurduyla yanıma gelirdi Ümüş ebem. Benim yoğurdu sevdiğimi bilirdi. Nedense "Kurban olurum!" sözü dillerinden düşmezdi bu çileli köy kadınlarının. Belki de onlara hiç kimse bu sözü söylemediği halde.
Rahmetli dedemi anlatırken onu, sevdiği bir torunu olarak kötülemek gibi bir niyetim hiç olamaz. Bu ilginç adamı değişik huylarıyla anmak, rahmetle yad etmek istedim. Dedemi öyle çok anarım ki şimdi onu hiç görmeyen arkadaşlarım bile tanırlar. "Aynı dedem gibisin!" sözünü iyi bilirler. Oyunda herkese sataşan, sinirlenen biri oldu mu bu cümle hemen söylenir.
  Bayramlarda sabah çayını içip anne-babamızın elini öptükten sonra ilk gittiğimiz yer dedemin odasıydı. Elini öperdik. Yüzünde diğer zamanlar pek görmediğimiz hafif bir gülümseme belirir o da yüzümüzü öperdi. Akide ya da sormuk şekerini alır, neşeyle çıkardık. Aksi, alıngan, kavgacı bir adam da olsa biz torunlarını severdi dedem.
  Ömrünün sonuna kadar tütün içti. Seksen beş yaşında rahmetli oldu. İçtiği tütün de hep kaçak tütündü. Onun tütününü iki yıl Diyarbakır'dan ağabeyim getirdi, bir yıl da Muş'tan ben getirmiştim. Üstelik o yıllarda yasaktı böyle şeyler. "Ben, yemeklerde bu ot yağlarını yemem!" diye tutturur, tereyağından başka yağı yemezdi. Bunun da kolayı bulunurdu. Nazik bacım diğer yağlarla pişirdiği yemeğe biraz da tereyağı koklattı mı bizim Bekir dede farkına bile varmazdı.
  1980'li yılların başında dayım, işi gereği Kayseri'ye göçtü. Kıyameti kopardı dedem. Seksen yıl yaşadığı köyünden kopmak istemiyordu. İşi otobüsçülük olan dayım, terminale yakın bir ev tutmuştu. Oturduğu dairenin beşinci katta olması da ayrı sorundu dedem için.
  Ayda, iki ayda bir çarşamba günleri Mucur'a gelirdi dedem. Bir keresinde bizim kapıyı bastonla tıklatırken komşu çıkmış kapıya. "Amca, onlar okuldadır, akşama gelirler." demiş. Akşam geldiğimizde dedem yine kapıdaydı. Biz inanmıyor "Kapıyı açmadınız!" diye söyleniyordu. Eski köy berberimiz Cingiş'e tıraş olmak için gelirdi Kayseri'den Mucur'a. Sanki Kayseri'de berber yok. İşin bahanesiydi bu. Ertesi gün Mucur'un pazarı olduğu için köyün minibüsüyle köye gidecek. Bu defalarca tekrar etti. Bizim bir rahatsızlığımız olmadı; ama gündüz evde bizi bulamayınca kendisi küsüyordu.
  Tek oğlu dayıma hiç dayanamadığı, onu çok sevdiği halde onun her atılımına karşı çıkan, onun zarar göreceğinden korkan bu ilginç adamı anlatmak istedim. Çoğu zaman yalnız torunlarıyla barışık, bu ufak tefek, ben bildim bileli eli hep bastonlu, hep söylenen, birilerine kızan bu adamı anmak istedim. Benim Bekir dedem, bu yazıyı okuyanları belki ilgilendirmez (yakınlarından başka); ama bu ilginç adamın portresini çizmek istedim.

 "Gözünde çiçek bozuğu
 Elinde baston
 O ufak tefek, sinirli mi sinirli adamı
 Anarken
 Hep ebem gelir aklıma
 O sessiz, küçücük, melek kadını düşünürüm
 Anadolu köy kadınları adına
 Kenarı kızarmış çöreği
 Yağlı yoğurdu ile
 Hep hizmet eden
 Ama bir teşekkür bile edilmeyen
 Kasabayı bile görmeyen
 Ümüş ebem gelir aklıma"
 .....................................................................

 Numan Kurt
 6 Ekim 2010


-

YEŞİLLİKLER ÜZERİNDE KIRMIZI GELİNCİKLER

  Sabah erken yürürken kıyıda Deniz masmavi, hafif dalgalı Belli ki temizlemiş kendini bütün kış boyunca Güneş ısıtırken yeryüzünü Hafiften ...