13 Ağustos 2018 Pazartesi

KEŞKE YALNIZ KUŞLAR UÇSAYDI...













KEŞKE YALNIZ KUŞLAR UÇSAYDI...
Çok bilinen, sevilen bir şiir var. Pek çoğunuz bilirsiniz. O şiirin ilk iki dizesiyle başlamak istedim bu yazıya:
"Uçun kuşlar uçun, doğduğum yere
Şimdi dağlarında mor sümbül vardır"
Sılaya özlemi anlatan bu şiirde kuşların memlekete uçması anlatılarak başlıyor dizeler. Oysa bu memlekette kuşların o güzel uçuşlarından başka olumsuzluklar getiren neler neler uçuyor bilseniz.
***
Uçtu uçtu
Neler neler uçtu
Dolar uçtu, altın uçtu
Benzin uçtu, yağ uçtu
Ne gelirse aklınıza tüketilecek cinsten
Yenen içilen
Hepsi uçtu
Onlar uçtu uçmasına da
Bir de düşenler var
Paranın, maaşların alım gücü düştü
Memur, işçi, çiftçi düştü
İşin özü; üreten, üretilen düştü
Kimine göre uçuyor memleket
Ey vatandaş düşün taşın
Günü geldiğinde iş sana düştü
***
Ben öyle gördüğüm rüyayı anlatıp da “Hayırdır!” desinler diye bekleyenlerden değilim. Çok rüya görenlerden de değilim. Hani özellikle kadınlarda vardır bu özellik. Acı veya sevindirici bir olay olduğunda hemen o olayın rüyasını görmüş gibi anlatırlar. “Ben, dün gece rüyasını gördüm anam! Benim rüyalarım hep çıkar.” diye de bunun bilimsel(!) açıklamasını yaparlar. “Rüya Tabirleri” gibi saçma sapan kitapların çok satıldığı bir ülkeyiz.
İnanmazsınız, ama ben dün gece tuhaf bir rüya gördüm. Bir tepenin başındayım. Hava sıcak, serinlemek için çıkmışım. Rüzgâr tatlı tatlı esiyor. Ağacın gölgesine yaslanmışım. O arada kendimden geçip uyumuşum. Rüya içinde rüya görmeye başlamayayım mı? Başımın üstünde yeşil dolarlar uçuşuyor. Kalkıp koşuyorum birden. Tam yakalamak için zıplıyorum, “Bunların hepsini yakalarsam zengin oldum gitti.” diyorum. Hepsinin peşinden koştum; ama yetişemedim, birini bile yakalayamadım. “Lanet olsun…” dedim, kendi kendime, "gökten dolar değil altın yağsa yine yakalayamayacağım.” Kan ter içinde uyandım.
Akşam eve döndüğümde haberleri dinliyorum. “Rüyaların tersi olur.” derler ya bizim rüyanın tersi değil doğrusu oldu. Dolar uçmuştu. Yakalayana aşk olsun.
“Kaz uçar da Laz uçmaz mı?” demiş adam. Kuş uçar da dolar uçmaz mı? Uçurdular, “Kazanalım dolar düşecek.” diyenler hem de dolara iki kanat taktılar. Ben, bu gidişten "Yönetenler zor duruma düşsün." diye mutlu olmuyorum. Olan yine halka olacak.
“Sana ne kardeşim, sen bir emeklisin, maaşını da tıkır tıkır alıyorsun, dolar uçsa sana ne, uçmasa sana ne?” diyenler olacaktır. Bir baktım Google amcaya, ekonomistler neler neler demişler.
Biz bir ithalat (dış alım) ülkesiymişiz. Ülkeye giren her yabancı mal pahalanacakmış. Gelirimiz doların yükseliş oranında azalacakmış. Aklınıza gelen her mala zam gelecekmiş. Su gibi harcadığımız petrol, doların peşinden uçuşa geçecekmiş, “miş…miş de miş miş”.
Dolar uçsun uçsun da olan yine bize, halka olacak. “O adamların", siz onların kimler olduğunu biliyorsunuz, çok dolarları vardır. Onlar biraz daha kalınlaşırlar.
“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz.” sözünü çok severim. Bilmediği konularda ukalalık edenlerin de bir yerde çuvallayacağını iyi bilirim. İyisi mi ben de bilmediğim konularda fazla konuşmayayım.
***
Bedri Rahmi Eyüboğlu, 1950’lerde Paris’te yaşayan gençler için şu şiiri yazmış. O yıllarda da Mahmut Makal “BİZİM KÖY” adlı çok ses getiren kitabını çıkarmıştı. Köylerin içler acısı geri kalmışlığı o gençlerin umurunda mıydı?
Sakal Makal
Herifçioğlu Sen Mişel'de koyuvermiş sakalı
Neylesin bizim köyü, nitsin Mahmut Makal'ı
Esmeri, sarışını, kumralı, kuzguni karası
Cebinde dört dilberin telefon numarası
Bir elinde telefon, bir elinde kesesi
Uyyy! ... yesun oni nenesi
Yesun oni nenesi
Bedri Rahmi’nin “Sen Mişel’de sakal koyverenleri” gibi umursamaz olanlardan değiliz; ama elimizden gelen bir şey yok. Her olayda “Heeey, eeey … diye bağıranlar ve onlara alkış tutanlar düşünsünler.
“Şimdi söğüt dalından bir düdük yapınca kendime
Dünyanın keyfi gelir yerine”
Dedim ve yukarıdaki konuyla hiç ilgisi olmayan bir şiirimi paylaşmak istedim sizinle.
Hayatınız “dolar”la değil, mutlulukla dolsun. Güzel ülkem akılla, bilimle yönetilsin, rüyalar, safsatalar, örümcek kafalılar bizden uzak olsun.
***
Yetmiş yaşındayım. Artık dalından dökülen yapraklar gibiyim. Ben de bir sonbahar günü çıktım mahallenin parkına, yapraklarını döken ağacı gördüm. Aldım kalemi elime ve şu şiiri yazdım:
AĞAÇTAN YAPRAKLAR DÜŞTÜ
Ne zaman çıksam sokağa
Sonbaharda
Dolaşsam parklarda, bahçe kenarlarında
Bir hüzün kaplar içimi
Kocaman ceviz ağaçlarından
Yere düşmüş, sararmış yapraklara
Bakarım da
Ne umutlarla yeşermişti bu yapraklar
Yeşilin en güzelini vermişlerdi doğaya
Döküldüler tek tek
Kendi dallarının altına
Karışıp gidecekler toprağa
Nasıl da benziyoruz birbirimize sararan yaprak
Şöyle dönüp baktım da geriye
Ha sen yaşamışsın üç beş ay
Ha ben yaşamışım
Yedi kere on yıldan fazlası
İşte hayat böyle
Geldim, gidiyorum olacak
Ben doğaya veremedim yeşilin güzelliğini
Tadına vardım, varamadım dünya nimetlerinin
Ama yok artık faydası
Üzülmenin, yerinmenin
Dediler ki bana
Vefa nedir bilen öğrencilerim:
"Biz, sizden öğrendik güzel dilimizi konuşmayı, yazmayı
Hele de Orhan Veli, Cahit Sıtkı şiirlerinin
Tadına varmayı
Ömer Seyfettin öykülerinde kahraman
Sait Faik öykülerinde insan olmayı"
Ne güzel şey bir bilsen
Senin döküldüğün ceviz ağacının karşısında
Bir banka oturup bunları hayal etmek
Sonra da
Yüzünde buruk bir gülümsemeyle
Kalkıp eve gitmek

Sen hiç üzülme sararmış yaprak
Yeni tomurcuklar çıkacak, yeşerecek
Dallarında ağacının
Ben de üzülmüyorum
Bir hüzün doldursa da içimi bazen
Bak, bizim tomurcuklarımız büyüdüler
Geliyorlar
Gülen gözleri, apaydın yüzleriyle
Benim bu güzel ülkem
Hep yeşerecek
Hep yeşerecek

.........................................
Numan Kurt










YEŞİLLİKLER ÜZERİNDE KIRMIZI GELİNCİKLER

  Sabah erken yürürken kıyıda Deniz masmavi, hafif dalgalı Belli ki temizlemiş kendini bütün kış boyunca Güneş ısıtırken yeryüzünü Hafiften ...