31 Mart 2021 Çarşamba

"NE ARARSAN BULUNUR DERDE DEVADAN GAYRI"






(Yine de o dükkân deva oldu sıkıntılı günlerimizde...)
Fotoğraflarda gördüğünüz dükkânı anlatırken aklıma “Ne ararsan bulunur derde devadan gayrı” sözü geldi. Şu kısa açıklamayı da yazımın başına o nedenle ekledim.
Abdülhak Molla; hekimliğinin yanında bir şiirinde geçen “Ne ararsan bulunur derde devadan gayrı” dizesi ile anılan, bu sözü halka arasında çok söylenen bir kişidir. 1786- 1854 yılları arasında yaşamıştır.
Abdülhak Molla, çağdaşlarının ifadesine göre iyi bir tabip, aynı zamanda âlim, edip, şair, güzel konuşan, zarif ve nüktedan bir kimse idi.
Şairliği, doktorluğu kadar kuvvetli olmamakla birlikte gazel, kıta, beyit olarak pek çok şiiri vardır. Ancak şiirleri bir divan halinde toplanmamıştır. Yalısındaki eczahanesinin kapısına astırdığı, "Ne ararsan bulunur derde devâdan gayri" sözü halk arasında pek meşhur olmuştur.
Şimdi anlatacağım dükkân da "Ne ararsan bulunur derde devadan gayrı" sözüne uygun bir yer.
***
İki aydır Ankara'dayım. Bu süre içinde benim de arkadaşım Necdet Erce'nin de evlerimizden sonra sığınak yerimiz Hayrullah'ın dükkânı. Bugün de oradaydık üçümüz.
Bir ara elimde telefon, dükkân içinde fotoğraflar çekmeye başladım. Bizimki hemen dikkar kesildi:
-Ne işler karıştırıyorsun yine?
-Korkma, senin bu dükkânı anlatacağım. İlerde kapatırsan burayı, fotoğraflarıyla, yazısıyla sana hatıra kalır.
-Allah Allah, bu adamın da hiç duracağı yok arkadaş. Benim neyim var neyim yok anlattın, sıra dükkânıma mı geldi?
-Daha ne oğlum, senin yüzünü bile görmeyenler, seni tanır oldu. Bak geçenlerde Didim'den bir tanıdık görüntülü aradı. Sizleri de ona gösterdim, “Bu Hayrullah Bey” dedi hemen.
-He yahu, nasıl da tanıdı beni?
-O zaman karışma benim yazdıklarıma. Aslında bana pirim vermen gerekir.
Konuştuk, gülüştük. Çay elektrikli ısıtıcıda fokur fokur kaynarken.
Memleketin hal ve gidişi, yönetenlerin beceriksizliği ile iyi gitmiyor. En azından bizler böyle düşünüyoruz. Ara sıra bu gidişi eleştirsek de kimin umurunda. Dedim ki kendi kendime "Bugün de eğlenceli bir yazı yaz." Şu sıkıntılı günlerde gülümsesin okuyanlar.
***
Ankara'ya gelip Hayrullah'ın dükkânın baş ziyaretçisi olduktan birkaç gün sonra bana ufacık bir anahtar verdi. “Al, bu anahtarı, ben geç geldiğim ya da gelemediğim günlerde siz açar otururusunuz.” Biz de Necdet'le birlikte hep öyle yaptık. Hayro biraz “ağa keyifli” olduğu için o ancak saat on bire doğru kahvaltı edip öyle geliyordu. Biz saat ondan sonra gelip çayı demliyor, onu bekliyoruz.
Birkaç gün önce yine öyle geldik dükkâna. Baktık dükkân açık, kendisi içeride yok. Hemen muziplik geldi aklıma.
-Necdet, gel bunu biraz işletelim.
-Nasıl olacak o?
-Bak, kapı açık, biz kapıyı kilitleyelim, o açık bıraktığını biliyor, gelince de uzaktan izleyelim, bakalım ne yapacak?
-Sonra ...
-Sonrasını bana bırak.
Kilitledik dükkânı, saklandık dükkâna açılan koridorun karşısındaki yolda bulunan bir arabanın arkasına. Bir ara gelip gelmediğine bakınca benim kafamı uzattığımı görmüş, dükkâna girmeden bize doğru geldi:
-Niye girmediniz, burada bekliyorsunuz.
-Kilitli dükkânın kapısı.
-Olamaz, daha biraz önce çıktım ben, kilitlemediğimi iyi biliyorum. Öyle olsa bile sende anahtar var
-Ben, bugün almamışım yanıma, herhalde evde unuttum.
-Tövbe tövbe, ben kafayı yiyorum galiba, kesinlikle biliyorum, ben kapıyı kilitlemedim.
-Sen, telefonu, anahtarı hep bir yerlerde unutursun, kilitlediğini de unutmuşsundur.
-Vallahi şaşırdım, böyle giderse benim durum kötü, ihtiyarlıyorum galiba.
Biz Necdet'le çaktırmadan gülerken o durup durup “cık cık” çekerek kafa sallıyordu.
-Hayrullah, sen “teorem” diye bir şey duydun mu?
-Duymaz mıyım, neler çektim geometri dersinden.
-Pekiyi, çözüm yolu bir sorun da tek midir?
-Hayır, başka yollar da düşünülebilir. Vay hainler vay! Anahtar yanınızda, bu kapıyı da ben yokken siz kilitlediniz.
-Hele şükür kafan çalıştı.
Bastık kahkahayı, sürdürdük tatlı söyleşimizi. Söyleşilerde söz bize az düşse de pek keyifli oluyor Hayrullah'ın anlattığı konuyu heyecanlı bir dille anlatışını dinlemek.
***
Fotoğraflarda görüyorsunuz. Abdülhak Molla'nın dediği gibi on metrekarelik dükkânında “Ne ararsan var derde devadan gayrı” Hepsini burada sayamam, fotoğraflara bakarsanız görürsünüz. Çekmeceler ufak taşlarla, mermer parçalarıyla dolu. Onlara biçim verip kolyeler yapıyor. Bizden fırsat bulup yalnız kalınca uğraşısı bu. Raflarda elden yapma değişik eşyalar.
Masasının yanındaki dolapta çay, kahve; çekmecelerde bisküvi, en güzeli de elektrikli ısıtıcı üzerindeki çaydanlık ve demlik.
Çayımız yine demlendi bugün. Her zamanki gibi sordu yine:
-Bisküvi yer misiniz?
-Hayır.
-Bakın bugün çocukluğunuza götüreyim sizi.
-Nasıl olacak bu?
-Bisküvilerin arasına lokum koyacağız. Haydi o zaman da yemeyin bakalım.
-İşte ona dayanamayız.
Her buluşmamızda bisküvi arası lokum dağıtan Hayro yine göstermişti marifetini.
Çay demlenirken ısıtıcı üstünde
Kutuyla lokum çıktı ikinci çekmecede
İki bisküvi arasına döşedik lokumu
Çayla birlikte yerken onu
Dedi ki Hayrullah
“Baklava, börek de neymiş kardeşim
Hele bak şu tada doyulur mu”
İşte böyle
Bir günümüz daha geçip gitti ömürden
Gelecek günlerimiz de geçsin dostlukla, neşeyle
.....................................
Numan Kurt
31 Mart 2021

YEŞİLLİKLER ÜZERİNDE KIRMIZI GELİNCİKLER

  Sabah erken yürürken kıyıda Deniz masmavi, hafif dalgalı Belli ki temizlemiş kendini bütün kış boyunca Güneş ısıtırken yeryüzünü Hafiften ...