28 Aralık 2023 Perşembe

"GETİR BERBER GETİR AYNAYI GETİR"




 Bir zamanlar, daha doğrusu bin dokuz yüz altmışlı-yetmişli yıllarda işçinin, memurun yaptığı meydan gösterileri yönetenleri etkilerdi. Şimdi ne öyle gösteriler ne de sizin kendi çapınızda yazdığınız eleştirel yazılar kimsenin umurunda değil. Bırakın bizim gibi sıradan emeklilerin yazılarını, muhalif köşe yazarlarının yazılarını bile umursayan yok. “Bugün şu yazarın gazete de müthiş bir yazısı var!” demekten öteye bir etkisi yok.

Ben de bazen kendimce olanlara dayanamıyor, eleştirel yazı ya da şiirler yazmaya çabalıyorum. Emekli başka ne yapabilir?
Bugün de dedim ki kendi kendime ”On binlerin, yüz binlerin gösterisine dönüp bakmayanlar varken sana ne oluyor?
Yine dokundurmalar olsa da bugün 'Aman berber, canım berber!' üzerine, biraz da gülümseten bir şeyler yazayım."
***
İlkokulun son iki yılını Hacıbektaş'ın Akçataş (Topayın) köyünde öğretmen olan ağabeyimin yanında okudum. O köyün insanları çok konuksever insanlardı. Akşam gezmelerine gidilirdi sık sık. Gittiğimiz evlerden biri de Hüseyin amca ve Havva teyzenin eviydi. Soyadlarını “Doğanlı” diye hatırlıyorum.
Hüseyi amca biraz vakit ilerleyince Zekeriya Bozdağ'ın taş plağını pikaba kor, “Getir Berber Getir Aynayı Getir” türküsünün o oyun bilmeyeni bile oynatan havasıyla kaşıklar iki elinde çok güzel oynardı. Onun bu neşeli ve neşelendiren hali hep aklımdadır.
Havva teyzenin nefis pirinç pilavının tadını da dün gibi hatırlıyorum. İki güzel insanı rahmetle, saygıyla anarım.
“Berber” deyince bu altmış yıllık anı aklıma geldi
***
Bu da Nasrettin Hoca'nın bir "berber" fıkrası. Dizelerle uyarlamaya çalıştım.
Bilirsiniz bizim Nasrettin Hoca'yı
Hazır cevaptır, oturtturur yeri gelince lafı gediğine
Karşısındaki pişman olur Hoca'ya o sözü ettiğine
Hoca'da bir karış ak sakal var
Fazla bir işi yoktur berberlerle
Biraz ucundan kırptırmak için ak sakalın
Onlara bayramdan bayrama uğrar
Yine bir bayram arifesinde
Bizim Hoca berber sandalyesinde
Oturur oturmaz bakar ki o da ne
Böyle çırak mı olur
Berber yerine cellat kılıklı bir adam
Elinde ustura, Hoca'nın tepesinde
Çaresiz bu aceminin eline kendini teslim eder
Ustura yüzünde dolaştıkça da tirtir titrer
Sessizce “Bir kurtulsam!” duaları ederken
Korkunç bir böğürtü gelir pencereden
“Aman Allah'ım bu benim sesim mi?”
Diye düşünürken Hoca
Bir yandan da sorar eli usturalı, cellat kılıklıya
“Hayırdır, bu da neyin nesi?”
“Korkma Hoca, biz alıştık, o ses yan tarafta nallanan öküzün sesi”
Bir lahavle çeker Hoca
Kafasını kaldırıp bakar
“Ben de birini tıraş ediyorlar sandım.” der adama
***
Söze daha doğrusu yazıya Nasrettin Hoca'nın berberle ilgili fıkrasını şiirleştirmeye çalışarak başlamak istedim. Önce biraz berberlerimden söz edeyim. Bakalım söz nereye götürür beni?
Ortaöğretim okullarında yirmi iki yıl çalıştığım Mucur'da o yıllar içinde tek berberim oldu. Tıraş anında bazen hafif kafayı bulmuş da olsa elinde ustura var diye hiç korkmazdım ondan. İyi berberdi, ben koltuğa oturunca o ayaktayken boylarımızın denkleştiği rahmetli Hacı Altay. Ustura derken berbere sakal tırajı olmazdım, usturayı sadece enseyi kazımak için kullanırdı. “Korkmazdım!” desem de ustura ensede gezinirken içimde bir ürperdi olurdu.
Yıllar geçti bir gün Hacı'nın oğlu Ömer'den şöyle bir mesaj aldım: “Hocam, kara kalem resim çizdiğini gördüm, rahmetli babamın da bir resmini çiz.” Yirmi iki yıllık tıraş söyleşilerimizi düşünerek çizdim Hacı'nın aşağıdaki resmini.
Saçlarımın gürlüğünden kellik dönemime kadar berberim olan Hacı Ahmet Altay'ı rahmetle anıyorum.
Ankara'da da 1995 yılından beri evin yakınındaki çarşıda bulunan berbere tıraş oluyorum. Genelde hepimiz öyleyiz, aynı berberimize yer değiştirmedikçe yıllarca tıraş oluruz.
Eski mahalle kültüründe berberler o mahallenin “haber kanalı” olarak anılırlardı.
Yazın Didim'deyim. Yedi ay kalınca ister istemez bir berberimiz de burada oldu. Birkaç gün önce baktım ense uzamış. Tepedeki birkaç saçı rahmetli okul müdürümüz Osman Karagülle gibi yıllardır uzatıp yana atıyorum; ama ense uzayınca beni rahatsız ediyor. “Rüzgarda ne yapıyorsun hocam, saçlar yana düşmüyor mu?" derseniz, Mazhar Alanson'un ünlü sözüyle “Şapkasız gezmem abi!” diyorum.
Atladım arabaya, park ettim berber Ferhat'ın dükkânın önüne. Tam ineceğim telefon çaldı. Baktım Öner Pehlivan. “Alo hafif siklet Pehlivan!” dedim. İşte “Nasılsın, ne yapıyorsun?” konuşmaları. Ben “Berbere geldim, tıraş olacağım.” dedim. “Bak yahu,” dedi, “tatil yerinde de tıraş mı olurmuş, uzat şu saçları!” dese de “Yok, rahatsız olurum, benim koca kafaya uzun saç yakışmaz, zaten tepede de yok sayılır.” diyerek sözü bitirdik.
Durmadan terleyen Ferhat'a makası, tarağı dezenfekte etmesini söyleyerek oturdum koltuğa. Tepede saç sayılı, nereye tararsan tara misali. Bizim tıraş beş dakika sürdü.
Her gelişimde tıraş parası arttığı için yine sordum Ferhat'a:
-Ne kadar Ferhat?
Biraz utanıp sıkılsa da:
-İki yüz lira hocam!
-Yapma yahu, bundan önceki gelişlerimde kırk, yetmiş, yüz, yüz elli derken bir tıraş iki yüz liraya mı çıktı?
-Öyle hocam, biz de piyasaya ayak uyduruyoruz. Kiralar durmadan artıyor, malzeme pahalı.
-Bak Ferhat! Akşama kadar ayakta, bu sıcakta ter içinde verdiğin emek gerçekten takdire değer. Ben de emek verene çok değer veririm. Emekçiye verdiğim parayı hiç düşünmem, çoğu zaman da fazlasıyla veririm. Sözüm sana değil; ama bu beş dakika içinde sana maliyeti olan, sarf ettiğin bir şey de yok. Makas ve taraktan öte kullanılan, ederi olan madde yok. Emeğine saygı; ama biraz da bu fiyat artışları fırsattan istifade bilerek yaratılıyor.
Ferhat gibi ter döküp emek verenlere helal olsun tıraş parası, ben sadece kısa sürede bir tıraş parasının bu kadar artmasını kendi yaşantımdan örnekle anlatmak istedim.
Bu arada arkadaşlar anlatıyordu. Bir berber bir berbere bir şey dememiş(!) ama dükkanın camına “saç tıraşı elli lira” diye yazmış. Bir geçtim dükkanın önünden tövbe sıra gelmez.
Dedim ki kendi kendime “Al bir makine, vur tepesi çıplak kafadaki saçları üç numaraya. Sonra baktım aynada benim kafaya. Kocaman kafa, bir de kafa arkasında bir çıkıntı, çekiç kafa. Baktım tuhaf bir kafa çıkacak ortaya, vazgeçtim.
Ne alırsanız alın geçen yıla göre her şey üç katı. Asıl söylemek istediğim bu. “Biz onlardan çok çok iyiyiz.” yalanıyla anlatılan Avrupa ülkelerinde enflasyon yüzde beş-on arasındayken bizde resmi rakam yüzde yetmişin üstünde, gerçek rakam iki yüzlere yakın.
Bu başıboşluğu vurgulamak açısından “berber söyleşileri” ile yazıma başlamıştım. Nasrettin Hoca'ya gönderme de bulunarak şu cümleyle bitireyim yazımı:
“Güldüren, düşündüren sevgili Nasrettin Hoca; bu halkı perişan eden zamlar, senin tepende usturayla dikilen cellat kılıklı adamdan daha korkunç.”
Bir de kısa berber fıkrası:
"Adamın birinin üç tel saçı varmış. Berbere gitmiş. Berber dikkatle saçı sağa tararken bir tel saç kopmuş, olmadı deyip sola tararken bir tel daha kopunca tek tel saçı kalan adam sinirlenip “Bırak, dağınık kalsın!” demiş.
Her şeyi düzeltmeye çalışmayalım, gücümüz de yetmiyor zaten, bazı şeyler olduğu gibi kalsa da olur.
........................................................
Numan Kurt
28 Aralık 2023

YEŞİLLİKLER ÜZERİNDE KIRMIZI GELİNCİKLER

  Sabah erken yürürken kıyıda Deniz masmavi, hafif dalgalı Belli ki temizlemiş kendini bütün kış boyunca Güneş ısıtırken yeryüzünü Hafiften ...