28 Ağustos 2020 Cuma

"OTUR YERİNE, SIFIR !"




1960-1970'li yıllarda yurdun dört bucağında açılan öğretmen okulları, köy enstitüleri kadar çok yönlü öğretmenler yetiştirmese de o çok başarılı eğitim uygulamasından izler taşıyan okullardı.. Erkek, kız ilköğretmen okulları diye isim verilse de yatılı olan erkek ilköğretmen okullarına kızlar; kız ilköğretmen okullarına da erkek öğrenciler gündüzlü olarak alınırlardı. Bunda amaç eğitimin karma olması gerekliliğiydi. Ben de bu okullardan birinde, Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulu'nda 1969 mezunuyum.
Aynı dönem mezunları olarak ilk buluşmamızı 18 Mayıs 2017'de Kırşehir'de gerçekleştirdik. O buluşmanın öyküsünü "İKİ GÜZEL GÜN" başlıklı yazımda anlatmıştım.
Kırk sekiz yıl sonra gerçekleşen bu buluşmada yaşadığımız şaşkınlıkları yazıyla anlatmak olası değil. Görmek, yaşamak gerekir. Buluşmanın en önemli söyleşi konusu okul anılarıydı. Anlatıldı, uçtu, geçti gitti. Nasıl bir hayat yaşadıysanız yaşayın, ilginç ya da tekdüze, eğer eliniz kalem tutuyorsa yazın. "Adam benim anılarım kimi ilgilendirir?" diye düşünmemek gerekir. Bir gün torununuz okur da "Dedemin ya da ninemin zamanında okullar işte böyleymiş, ne güç koşullarda okumuşlar." derse o bile yeter. Yaşadığınız dönemlerin tanıklarıdır anılar.
İşte ben bu nedenle sözün uçup gitmemesi için şu çok da ilginç yönü olmayan yaşamımdan bölümleri, okul yıllarımdan anılarımı anlatacağım.
***
Okul yaşantım boyunca kopya çekmek ya da kopya vermekle pek ilgisi olmayan bir öğrenciydim. Burada bir özeleştiri yapacak olursam ortaokulda öğretmen okulunda ortanın üstünde olan notlarım daha da yüksek olabilirdi. Olmamasının
bir tek nedeni vardı, o da düzenli, planlı ders çalışmayışımdı.
Nevşehir'deki ortaokul yıllarımda değişik davranışlarda öğretmenlerimiz oldu. O zaman öğretmen azlığı nedeniyle ilkokul öğretmenlerinden de hatta bankacılardan da dersimize girenler oldu.
***
Ortaokul birinci sınıftayım. Şimdi adını sanını unuttum, Ticaret dersimize göbekli bir bankacı giriyor. Yine aklımda kaldığı kadarıyla bu dersin notu İş Bilgisi ve Tarım derslerinin notuyla birleştirilip karneye o ortalama veriliyordu.
Öğretmenlik gerçekten çok önemli bir meslek. Öğrenciye yön veriyorsunuz, insanla uğraşıyorsunuz.
Sözünü ettiğin bankacının girdiği Ticaret dersindeyiz. Uğur adında bir sıra arkadaşım var. Zayıf, narin bir arkadaş. Ders anında şaka olsun diye sıranın altında Uğur'un dizine vuruyorum. Dalgın olan arkadaşım birden ses çıkararak ayağa kalkıyor. Uğur'un bağırışıyla tüm sınıfta kafalar bize dönmüş. Dersin öğretmeni de yani bankacı öğretmenimiz Uğur'a bakarak:
-”Ne oldu Uğur?”
-”Bir şey yok öğretmenim, arkadaşım şaka yaptı.”
-”Niye öyle bağırdın?”
-”Dalgındım, boş bulundum. Önemli bir şey yok.”
Sonra bana döndü, cebinden ufak bir kağıt çıkardı, sert bir ifadeyle:
-”Numaran kaç senin?”
-”1336”
Sonra kağıda bir şeyler yazdı. Yine kızgın bakışlarla:
-”Otur yerine sıfır.”
Notu deftere geçti mi bilmiyorum; ama geçtiyse de ben o dersten karneye zayıf getirmediysem İş Bilgisi ve Tarım derslerindeki ortalamamın yüksek oluşundadır.
Teneffüste Uğur'a sordum. “Bu adam seni tanıyor mu?” dedim. Nafıa (Bayındırılık) müdürünün oğlu olan Uğur, “Evet, babamla iyi tanışırlar.” dedi. Benim gibi utangaç köy çocuğunun öğretmenlik mesleğini bilmeyen bu bankacının gözünde ne değeri vardı ki...
***
Yazımın ilk cümlesi kopya çekmekle ilgiliydi. O konuda da bir kısa, yaşanılmış öyküm var.
Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulu 5A sınıfındayım. Okuldaki diğer sınıflara göre alınan notlar bakımından başarılı bir sınıf. İlginç olan da şu: Herhangi bir dersin öğretmeni yazılı sınav sonuçlarını okurken sınıf listesinin ortalarına kadar notlar yüksek, sekiz, dokuz, on. Listenin alt sıraların doğru birden düşüyor. Orada iki yıllık arkadaşlarımızın adları var.
“Başarılı” sözcüğünü kanıtlayıcı bir de örneğim var. O yıl on sekiz öğrenci Yüksek Öğretmen Okulu'na seçildi. Bu öğrencilerden yarısı bizim sınıftaydı, diğer yarısı beş şubeye dağılmıştı. Bu seçilenlerin içinde olan bir öğrenci olarak benim yanlışım da “Fen” yerine “Edebiyat” grubunu seçmiş olmamdır. Çünkü “Fen”den on öğrenci çağrılırsa “Edebiyat”tan bir öğrenci ancak çağrılıyordu. O nedenle gidemedim.
Anlatmak istediğim olay “kopya” ile ilgili. Sınıfımızda “Fuat Uçar” adında bir arkadaşımız var. Bizden birkaç yaş büyük. Ona “ağabey” dediğimizi hatırlıyorum. Sınıflarda epeyce teklediği için bizimle denk olmuş.
Ders konusunda pek başarılı olmasa da çok iyi, dürüst bir insan, ona saygımız çok. Bir gün koridorda koluma girdi:
-”Senden bir şey isteyeceğim; ama yardımcı olacaksın.”
-” Hele söyle bakalım.”
-”Benim Dindersi karneye zayıf geliyor, son yazılıda yedi sekiz alırsam geçiyorum.”
-”Nasıl olacak bu iş?”
-”Abdurrahman'a söyledim, 'Olmaz, ben Yüksek Öğretmen Okulu'na seçileceğim.' dedi.
-”Ben de öyleyim.”
-”Korkma, yakalanmayız.”
İşte kolayca “Hayır!” diyemeyen, hayatta da bunun zaman zaman zararını gören ben, Fuat'a “Olur.” dedim. Sınıfta yazılı kağıtlarını teslim ederken ben onun adını, o da benim adımı yazacaktı.
Ders öğretmeni Ali Gökkaya, sınav sırasında tüm sınıfa aynı soruları soruyor “A-B” diye ayırmıyordu.
Dersin bitimine beş dakika kala kağıtları sıraların aralığından yürüyerek sağlı sollu iki eliyle toplamaya başladı. Fuat'la ben de yan yanaydık, aramızda sıra boşluğu vardı. Ben her şeyi göze alıp kağıdın isim köşesine “Fuat Uçar” yazdım. Öğretmen gidince Fuat'a sordum:
-”Ne yazdın sen?”
-”Hoca tepeme dikilip toplayınca korktum, görür diye kendi adımı yazdım.”
-”Yaktın beni Fuat!”
Hemen çözüm düşündüm, zil çaldı çalacak. Parmak kaldırdım:
-”Söyle evladım!”
-”Hocam, ben yazılı kağıdını Fuat arkadaşımızdan aldım, o da adını önceden yazmış, fark etmedim, düzeltebilir miyim?”
-”Gel, kağıdını bul, düzelt.”
Kürsüye koştum, tek tek kağıtlara baktım, Fuat'ın acayip iri bir yazısı vardı. Onu alıp kendi adımı yazdım. Ben zayıf alsam da ilk iki yazılının ortalamasıyla kurtarıyordum. Anlayacağınız öldük gittik yine kuyruğu dik tuttuk. Oysa sana bu fırsat verilmişken kendi adını yazsana.
Şüphelenmiş Ali Bey, yazılarımızı resim öğretmenlerine inceletmiş. Sanıyorum Fuat'ın sekiz alması ve benim sınıftaki ad yazmam ona ip ucu olmuş. Sonuç, ikimiz de sıfır aldık. Bir hafta Ali Gökkaya'nın peşinden koştum. Hem yüksek öğretmen işi yatacak hem de köye gidince aileme nasıl “Dindersi'm zayıf.” diyecektim. Sonunda “Sen iyi öğrencisin, bir daha böyle şeyler yapma! Ortalamana beş vereceğim.” dedi.
***
Okulun ilk sınıfında, 4B sınıfındayım. Akşam etütündeyiz. Kapı açıldı, müdür yardımcısı Mahmut Saral içeriye girdi. Sınfta bir sessizlik, “Ders çalışıyoruz.” pozları. Kimseye bir şey söylemedi, doğru en arka sıraya gitti. İkisi de rahmetli olan sınıfın iki yıllıkları Kazım Çınar ve İbrahim Köksal'a “Kalkın ayağa, çıkın sıradan!” dedi. Eğildi, sıranın gözünden iki paket Yenice sigarasını alıp sınıftan çıktı.
Biz şaşkınlık içindeydik. Ceplerini bile aramadan sigaraların sıra gözünde olduğunu nasıl tahmin etmişti?
***
Anılar sıradan, anılar herkesin yaşayacağı olaylardan; ama hepsi “öğretmenliğin önemi”nden söz ediyor.
Benim güzel arkadaşlarım
Yazın anılarınızı
Kimbilir ne yaşanmışlıklarınız vardır
Bırakın, beğenmesinler
İlgilendirmeyebilir kimseyi
Onlardan alınacak dersler
En azından
Torunlarınız okur bir gün
Dedelerinden, ninelerinden onlara
Hayattan söz eden, ders veren
Tatlı bir anı kalır
.........................................................................
Numan Kurt
27 Ağustos 2020







YEŞİLLİKLER ÜZERİNDE KIRMIZI GELİNCİKLER

  Sabah erken yürürken kıyıda Deniz masmavi, hafif dalgalı Belli ki temizlemiş kendini bütün kış boyunca Güneş ısıtırken yeryüzünü Hafiften ...