26 Aralık 2022 Pazartesi

HAYAT GÜZELDİR










"Ne kadar yaşarsan yaşa
Sevdiğin kadardır ömrün"
Can Yücel

Nedir ki hayat? En açık anlatımıyla, en kısa söyleyişle doğumla ölüm arasıdır. Nefes alabilmek, güneşi, doğayı görebilmek, okumak, çalışmak, dostlar edinmek; acı tatlı olaylar yaşamak... Kimileri için kısa, kimileri için uzun bir zaman. Akıp giden bir zaman. Doksan yıl da yaşasan geriye dönüp baktığında “Göz açıp kapayıncaya kadar geçti.” dediğin, adı “ömür” olan süre.
Bu güzel hayatı olumsuzluklarla çirkinleştirmek yerine, sevgiyle, hoşgörüyle, üretkenlikle güzelleştirmek gerekir.
Halk ozanımız Âşık Veysel'in bir şiirinde dediği gibi "iki kapılı han" ve biz orada "gündüz gece" gidiyoruz. Bir gün ne gündüz kalıyor ne de gece.
Nimetlerinden, güzelliklerinden yararlandığımız ya da yararlanamadığımız bu "hayat" denen süreyi yaşarken gösterişsiz bir hayatın içinde bile olsak gülünç, tuhaf olaylar da başımızdan geçiyor. Tamamladığım yetmiş bir yıldan geriye dönüp baktığımda çok da ilginç olmayan yaşamımdan bana göre bazı ilginçlikleri, raslantıları anlatmak istedim.
Televizyonda Anadolu'nun değişik yörelerdeki yaşlı insanları, onların yaşadıklarını anlatan "Ömür Dediğin" adlı programı ilgi ile seyrederdim. İşte ben de ömrümden birkaç anekdotu şu hayat pahalılığının, adaletsizliğin, halk için zor günlerin sıkıntısından sıyrılıp yazıyorum.
***
Yıllarca değişik okullarında Türkçe öğretmenliği yaptığım Mucur'dan Ankara'ya geldiğim 1995 yılında, ne için gittiğimi hatırlamıyorum, Ulus'tayım. Atatürk ve Mehmetçik heykelinin bulunduğu noktadan karşıya geçeceğim. Arabalar için kırmızı ışık yandı, bir otomobil tam ben geçeceğim sırada önümde durdu. Sağ taraf camı açtı sürücü, bana dönerek yüksek sesle:
-Vay ağabeyim sen buralarda mısın? Atla arabaya!
Karşıya geçmekten vazgeçip camdan içeriye baktım.
-Kimsiniz, sizi bilemedim.
-Ağabey, şimdi bize yeşil yanar, hemen atla arabaya, giderken konuşuruz.
Öyle heyecanlıydı ki "Kesinlikle beni iyi tanıyor, bineyim bakalım." diye düşünerek arabaya bindim. Çankırı Caddesi'nden aşağı doğru gidiyoruz. Bakıyorum tanıdığım biri değil. Arkada, annesi olmalı, yaşlı bir kadın oturuyor. Sürücüye bakıyorum, hiç görmediğim birisi. O da bana bakıyor ve utanmış durumda:
-Ağabey çok özür dilerim, yıllardır görmediğim, çok sevdiğim bir Mahmut ağabeye o kadar benziyorsunuz ki...
-Doğrudur; ama ben Kızılay'a gidecektim, şimdi nereye gidiyoruz?
-Lütfen affedin beni, ben ilk uygun yerde geri dönüp sizi Kızılay'a bırakırım.
-Olur böyle şeyler, sen beni burada bırak, ben otobüsle giderim.
-Yok yook, kesinlikle olmaz. Heyecanla bir halt ettim. Sizi burada bırakamam.
İlk kavşakta dönüp beni Kızılay'a kadar götürdü ve birkaç kez de özür diledi.
Ben de bunu evde anlattığımda çocukların alay konusu oldum. "Aman baba, sakın ha öyle her kapıyı açan arabaya binme!" diye gülerek benimle kafa buldular.
***
Yirmi altı yıl ortaokul ve liselerde Türkçe-Edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra 1998'de emekli oldum. İki yıl o zaman sayıları az olan bir özel okulda, yedi yıl da üniversiteye hazırlık kursları veren dershanelerde çalıştım. O yıllarda bu dershanelerin çoğu Kızılay ve çevresindeydi.
Bir akşam elimde siyah çantam metroyla Batıkent'teki evime dönüyorum. Yanımda ufak tefek bir adam uyukluyor. Yorgun olduğu belli, kafa öne doğru gidip geliyor. Bir ara yüzü hafifçe bana doğru döndü. "Allah Allah!" dedim, "Ben bu adamı bir yerden tanıyorum; ama nerden?" derken öne doğru eğilip yüzüne baktım. Evet kesinlikle Ebubekir Gök'tü bu uyuyan adam. Kim mi Ebubekir Gök? 1972 yılında Türkçe öğretmeni olarak atandığım Muş-Bulanık-Karaağıl İlkokulu'nun müdürü. Okulun açılışından benim oraya varış süreme kadar okula o bakmış yönetici olarak. Kırk yıl sonra onu metroda hem de uyurken görüyordum.
"Ne derse desin!" dedim, dirseğimle koluna hafifçe dokundum. Zaten tedirgin uyuyan Ebubekir Bey birden bana döndü, "Ne oluyor?" dercesine baktı.
-Özür dilerim, sizi uyandırdım. Ben sizi tanıyorum Bekir hocam, bakın bakalım siz de beni tanıyacak mısınız?
Baktı baktı uykulu gözlerle:
-Yook, ben sizi tanıyamadım
-Tanıyamazsın elbette, o zaman saçları olan, böyle göbeği olmayan bir gençtim. Aradan kırk yıl geçti.
-Tamam da hele söyle kim olduğunu!
-Köyünüze açılan ortaokula ilk gelen öğretmeni hatırladın mı? İşte ben o kişiyim.
-Vay Numan hocam, sen misin gerçekten?
İkimiz de ayağa kalktık ve vagondaki insanların merakli bakışları arasında sarıldık. İnince de uzun süre yakın bir kafede söyleştik. o günleri andık. Emeklilik günlerinde oğlunun eczanesinde kasaya bakıyormuş, o nedenle yorulduğundan söz etti.
Ebubekir Gök yakın zaman önce vefat etmiş. Facebookta onun köyünden bir öğrencimin paylaşımından öğrendim. Oğlunu arayıp rahmet diledim.
***
Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulu son sınıftayız. Yatılı öğrencileriz. Akşam yemekhanede yemek yerken ilk kez gördüğümüz yeni atanan bir öğretmen masamıza yaklaştı. Nöbet görevinde olmalı ki masaları dolaşıyordu. Bir arkadaş "Hocam, adınızı öğrenebilir miyiz?" diye sorunca "Otur yerine, yırtık d...dan çıkar gibi çıkma!" dedi, hepimiz bir tuhaf olduk. Yeni gördüğümüz, sonradan beden eğitimi öğretmeni olduğunu öğrendiğimiz bu kişinin davranışı bizi çok şaşırtmıştı.
Aynı akşam etüt saatinde bu öğretmen üst kattaki son sınıfları dolaşırken bir arkadaşa yumruk sallamış. Biz etütteyiz, arkadaşın bağırtısı duyulunca herkes koridora fırladı. Kalabalıkta herkes kahraman ya, ne olduğunu bile tam bilmeden tüm öğrenciler sokakta, valiliğe gidiyoruz gece vakti. Bu arada bir haber yayıldı, "Osman Karagülle okulun jipiyle geliyormuş!" dediler. Hepimiz birden geriye dönüp kendimizi yataklara zor attık.
Ertesi sabah duyduk ki, müdür o öğretmeni otobüse bindirip göndermiş. Gidiş o gidiş.
İşte bu olaydan sonra okulda otuz kadar öğrenci yurdum çeşitli bölgelerindeki öğretmen okullarına sürüldü. Bunlardan biri de sınıf arkadaşımız Ahmet Çetinkaya idi. Onun gideceği gün okulun önündeki platformda aşağıdaki fotoğrafı çektirmişiz hatıra olsun diye. Dört kişiyiz fotoğrafta: Zihni Yıldırım, Numan Kurt, Ahmet Çetinkaya ve Ali Yılmaz.
"Eee ne var bunda?" diyebilirsiniz. İlginç olan şu: Kırk sekiz yıl sonra 1969 mezunları olarak 18 Mayıs 2017'de Kırşehir'de buluşunca aynı kişiler aynı fotoğrafın altındaki diğer fotoğrafı çektirdik ak saçlı dedeler olarak. Aynı sıraya dizilmemek tek hatamız olmuş.
***
1991 yılı Mart-Haziran ayları arasında İstanbul Çapa'da bir kurstayım. Öğleden sonraları kurs yok, kentin değişik yerlerinde geziyorum. Bu arada Selçuk Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü'nde üç yıl aynı sınıfta olduğumuz bir arkadaşımızın İstanbul'da görev yaptığını duymuştum. Onu bulmak, görmek istedim. Ne adresi var ne de telefonu.
Böyle değişik semtleri dolaşırken gözlüğümün düşen pimini taktırmak için Üsküdar'da bir gözlükçüye girdim. Gözlükçü bir müşteriyle konuşuyordu. Doğu şivesiyle Bitlis'ten söz ediyordu. Onların konuşması bitip diğer müşteri gidince sordum adama:
-Kulak misafiri oldum, Bitlislisiniz galiba.
-Evet beyefendi.
-Gözlüğümü tamir ettireceğim; ama belki tanırsınız diye sorayım. Benim Bitlisli bir arkadaşım vardı, Necip Hatipoğlu, o da İstanbul'da görev yapıyor, belki de memleketlisi olarak tanırsınız diye düşündüm.
-Tanırım, ama nerede kalır bilmiyorum. Amcasının oğlunu daha iyi tanırım. Onunla birlikte bir iki kez görmüştüm. Amcasının oğlu Mustafa Taksim'de ...Bankası'nda memur. Onu bulursanız size gerekli bilgiyi verir.
-Teşekkür ederim.
Gözlüğümün pimi takıldı. Adamın tarifi üzerine o bankaya kadar gittim. Necip'in amca oğlunu buldum. Uzun sorgulamalardan sonra arkadaşımın çalıştığı okulu söyledi. Ben de okuldan biliyordum ki arkadaşımızın ailesinin memleketlerinde kan davaları vardı. Yerini söyleme, beni tanıma konusundaki sorgular bu yüzdendi.
Nişantaşı Kız Lisesi'ne giderek arkadaşımla buluştum, özlem giderdik. O akşam da beni evinde konuk etti.
Hayat böyle. Daha anlatacak neler neler var. Sakın ha! "İstanbul gibi bir kentte adressiz, telefonsuz arkadaş bulunur mu?" demeyin. Az görülecek bir tesadüfle ben buldum.
***
Yazımı ünlü şairimiz Nazım Hikmet'in şu dizeleriyle bitireyim;
Yaşamak ne güzel şey
Kuşların kanat çırpınışlarına öykünüp uzaklara dalmak
Ve bir annenin şefkatinde doğayı anlamak ne güzel
Hırçın denizlerde serinlemek, güneşin alnına damlamasını hissetmek
Bir bebeğin minik kolları ile gökyüzünü kucaklamasını izlemek ne güzel
Yunusların dansını, çiçeklerin reveransını
Ayın suya yansımasını görmek ne güzel
Yaşamak güzel şey mirim
Her şeye rağmen güzel
...........................................................
Numan Kurt
26 Aralık 2022

YEŞİLLİKLER ÜZERİNDE KIRMIZI GELİNCİKLER

  Sabah erken yürürken kıyıda Deniz masmavi, hafif dalgalı Belli ki temizlemiş kendini bütün kış boyunca Güneş ısıtırken yeryüzünü Hafiften ...