"Her insanın ayrı bir öyküsü vardır."
***
Büyürdü kara gözleri
Akı yana kayardı
Birden yığılırdı yere
Dayanamazdım nöbeti gelip çırpınırken
Gözlerimden yaş akardı
Emmi karısı, ana yarısı koca anam
Koşardı hemen yanına
Düzeltirdi ters dönmüşse ya da fırlamışsa şapkası
Silerdi ağzını, yüzünü mendiliyle
Yıllarını ona verdi
Hep ağladı onun derdiyle
***
Emmi oğlu Yaşar ağabeyim
Seni andıkça içimde bir sızı
O garipliğin, çaresizliğin için ne yazıp ne anlatayım
Yazarken bile gözlerim doluyor
Şu geçip giden hayat
Bazılarına çok acımasız oluyor
***
"Emmim kızı aç kapıyı gireyim
Hasta mısın halin hatırın sorayım"
Böyle bir dokunaklı türkü var dinlerken hüzünlendiğim.
Ben de emmi oğlunu, Yaşar ağabeyimi anlatmak istedim bu yazıda. Bu türkünün üstteki iki dizesini şöyle değiştirmek isterdim:
Emmi oğlu gözlerim yaşarır seni andıkça
O çaresizliğini, bakışını unutamam yaşadıkça
Emmim kızı değildi; ama emmim oğluydu. Ölümünden bir iki hafta önce köye gitmiştim. Her gidişimde yaptığım gibi amcamın evine de uğrayayım dedim. Evin girişinde, mabeyin dediğimiz yerde somyaya oturmuştu Yaşar ağabey. Nefes almakta zorlanıyor, sık sık öksürüyordu. Zaten büyük olan göz akları daha da büyümüştü. "Üşütmüş de kurban olduğum, böyle oldu kadersiz yavrum." dedi gözyaşlarını akıtarak koca anam. Köylük yerde büyük amcanın karısına "koca ana" derdik o zamanlar. Hastalığın verdiği çaresizlik yansımıştı Yaşar ağabeyin koca gözlerine. Öyle etkilendim ki onun çaresizliğinden. Hıçkırıklar düğümlendi boğazımda, çıktım kapının önüne, duvarın dibinde ağladım, ağladım.
Adı Yaşar'dı; ama hep "Yaşa" derdi ona koca anam. "Ben ölürsem buna kim bakar, kim bunun peşinden gider?" diye göz yaşı dökerdi. Epilepsi yani sara hastasıydı Yaşar ağabeyim. Neden olmuş bilmezdik. Hele o zamanlar tedavisi de olmayan bu hastalığın ne sebeple oluştuğunu bilmek mümkün değildi. Sara nöbetleri sık gelirdi. Bizim eve de çok geldiği için o kriz anını çok görürdüm. Burada o durumu anlatmaya içim elvermez. Zavallı koca anama ya da amcama haber verirdik. Çoğu zaman koca anam telaşla gelir: "Kaderimiz böyleymiş, Allah'tan gelene ne denir?" diye alıp eve götürürdü kendine gelince.
Harman hasat zamanı da diğer zamanlarda da pek işle güçle
uğraşmazdı. Yapacak dermanı, gücü yoktu. Kimseye zararı da yoktu. "Ölüsü olan bir gün, delisi olan her gün ağlar." demiş atalar. Deli değildi; ama köyün bazı kendini bilmezleri onu zıvanadan çıkardılar. Köyümün tek bakkalı ve oturma yeri Alişen Emmi'nin bakkalında, "Yaşa, bak dayıların sana mal vermiyor. Ananın hakkını al. Baban senden küçüğü everiyor, seni evermiyor." diye diye onu saldırgan hale getirdiler. Bu yüzden anasına, babasına, o güzel insan Hacı Aziz dayısına olmadık eziyetler yaptı.
Bu zararlı olmaya başladığı dönemlerde Elazığ'a akıl hastahanesine de götürdüler. Kim götürdü, nasıl gitti, şu an tam hatırlayamıyorum. Daha sonra ziyaretine giden ağabeyim, onların ilaç verilerek uyuşturulmuş halde duvar dibindeki durumlarını görünce dayanamamış, almış getirmiş.
Çocukken aklımda kalan ilginç bir yönünü de anlatmadan edemeyeceğim. İlkokula kısa bir süre gitmiş, harfleri az çok tanımıştı. Değişik bir okuma biçimi vardı. Diyelim ki "Yaşar" sözcüğünü okuyacak. Başlardı kendince okumaya: "Y...y'den sonra a gelir, a...a'nın ardında ş...var, ş...ş...ş'den sonra gene a...gelir. Yaş...Yaş...Yaşar... " derdi sonunda. O okurken biz gülerdik. Çocukluk işte. Şimdi buruklukla hatırlıyorum gülüşümüzü.
Bütün aydınlanma çabalarına karşın Anadolu insanının cahilliği daha da fazlaydı o zamanlar. Hani büyük ozan F .Hüsnü Dağlarca diyor ya bir şiirinde "Öyle dalmış ki yüzyıllar süren uykusuna/ Uyandırmazsan/ Uyanacak değil" diye, çok doğru söylüyor Türkçemin ölümsüz ozanı.
Yaşar ağabeyin hastalığının devası olmayınca üfürükçüye, hocaya başvurulmuştu. Ben adını sanını hatırlamıyorum; ama köye gelen hoca kılıklı, kara sakallı dolandırıcı şarlatan, o yoksul amcam başta olmak üzere pek çoklarının altınlarını alıp gitmişti. Güya hasta olanları iyileştirecekti. Ne desek boş. Bugün bile böylelerinin peşinden koşanlar çok. Elli sene öncekilere ne diyebiliriz?
En basit rahatsızlıklarda rapor alarak ya da düzmece raporlarla pek çok insan bugün askere gitmezken altı ay da askerlik yapmıştı Yaşar ağabey. Kim bilir ne sıkıntılar çekmiştir o altı ayda. Öyle oturup da yaşadıklarını anlatamazdı.
Koca anamı da amcamı da çok üzmüştü ya, bir yerde kırmadı onları. Onlar hayattayken çekti gitti bu dünyadan .Yoksulca, garibanca, kimsenin haberi olmadan. Hep anlatmak istedim onu. İçimdekileri dökmek için. Hani derler ya, dünyada iki türlü insan vardır: Oyuncular, seyirciler. O, seyirci bile olamadı. Günahı yoktu ki "Allah günahlarını affetsin." diyeyim. Toprağı bol, ruhu şad olsun.
Ne insanlar gelip geçti dünyadan
Zengini, yoksulu
Günahkarı, günahsızı
Kimseye kalmadı, kalmaz da mal mülk
Hırs, kıskançlık, kötülük
Bu gökyüzü, bu doğa, bu dağlar, denizler
Hayat bu
Hepsine gün gelir bir çizgi çeker
Garip geldin, garip gittin
İçim sızlardı seni her görüşümde
Dünya nimetlerini bilmeden, yaşamadan göçtün gittin
O yoksul, o toprak damlı evde
Kimse varlığını duymadı senin
Adın Yaşar'dı
Ama yaşadın mı?
.............................................................................................................
Numan Kurt
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder