10 Ocak 2010 Pazar

MÜDÜR KOLTUĞUNDA YATAN FARE (Okul Öyküleri)
















“Bir an aklınıza güzel bir anı gelir ve sonrasında buruk bir gülümseme...”

***
“Gençler ümitleriyle, ihtiyarlar anılarıyla yaşar.”
Fransız atasözü
***
“Gitmekle gidilmiyor ki... Gitmekle gitmiş olamazsın; gönlün kalır, aklın kalır, anıların kalır.“
Cemal Süreya
***
“Anı yazmak, ölümün elinden bir şeyler kurtarmaktır.” demiş Andre Gide. Yaşadıklarımızı anlattığımız yazılar, yalnız sıradan olayların anlatımı olarak görülmemeli. Güzel yazılmış anı, insanı gülümsetir, üzer, heyecanlandırır, değişik duygular içinde bırakır. Okuyan gençler için de deneyimli insanların anlattıklarından dersler çıkarılabilecek yazılardır.
“Bırakın bugünümüz geçmiş anılarla; geleceğimiz ise özlemle kucaklaşsın. “ Halil Cibran da böyle söylemiş. Geçmişte yaşadıklarımızı anlatırken gelecekle ilgili özlemlerimizden, hayallerimizden, umutlarımızdan da vazgeçmemeliyiz.
Suut Kemal Yetkin “Anılar zaman içinde, yani aklın akışı içinde uzaklaşarak koyulaşan sislere büründükçe güzelleşirler.” sözüyle, anıları anlatırken yaşadığımız olumsuzluklardan arındırdığımızı, bize mutluluk verenleri anlattığımızı belirtmeye çalışıyor.
Ben, emekli öğretmenim. Devlet okullarında, özel dershanelerde otuz beş yıl çalıştım. Yaşadıklarım, anılarım var, zaman zaman onları da anlatıyorum; ama okul ve öğretmenlikle ilgili anılarım sıralamanın başında. Kurgulayıp roman yazan biri değilim. Yazdıklarım böyle kısa yazılar, anılar, öyküler, şiirler.
Anadolu'nun ortasında bir bozkır kasabası olan Mucur'daki yirmi iki yılımın on dokuz yılı o ilçenin ortaokulunda geçti. Şimdi beni hep onurlandıran binlerce diyebileceğim vefalı öğrencilerim var o ilçede. Elbette hepsi şu anda orada yaşamıyor, görevleri gereği yurdun değişik köşelerine dağılmışlar. Onlardan yüzlercesiyle de bu internet aracılığıyla şimdi iletişimim var.
1973'ten 1992'nin Mart ayına kadar çalıştığım Mucur Ortaokulu'ndan ayrılıp Mucur Kız Meslek Lisesi'ne geçtim. Yıllarca sabahları okul kapısına toplanan, “Günaydın!” denilerek içeri alınan o temiz yüzlü çocuklara bu sözcüğü söylemek suçmuş gibi anlaşılmaz bir anlayışla “Hayırlı sabahlar!” demeye başlayanlar, sınıfın kara tahtasına “koşul” yazıp üstünü çizerek “şart” yazanlar, varlığımdan rahatsız olmuş olmalılar ki okul değiştirmemden mutlu da oldular. Oysa öyle basitliklerin peşinde olmadım hiç. Öyle takıntılarım olmadı. Cümlenin akışına göre "şart" da derim, "koşul" da derim. “Görevim öğretmek, eğitmektir.” dedim, öğrenciye yararlı olmaya çalıştım.Sınıf dağıtımında haksızlıkla, uzak bir okuldan ders vermekle kişi olarak bana da rahatsızlık verilince ayrıldım okuldan.
1992'den 1995'e kadar çalıştığım Mucur Kız Meslek Lisesi'nde meslek hayatımın en güzel üç yılını geçirdim. Öğrenciler yoksul, daha çok da muhafazakar aile çocukları olduğu halde onlardan ve genç öğretmen arkadaşlarımdan gördüğüm saygıyı ömrümce unutmayacağım.

***
Anlatacağım olay bu okulda geçti. “Trajikomik” olarak düşüneceğimiz bu olay aklıma geldikçe ben de gülümser ve düşünürüm.

***

   -Öğretmenim, ben koymuştum o ölü fareyi müdire hanımın koltuğuna, dedi Nihal.
   -Neden Nihal? Neden bu akla gelmez hareketi yaptın?
   -Anlatayım da dinleyin. Geçtiğimiz 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı günü sabahı okulun kapısındaydık. Biliyorsunuz ben bando takımındayım. Arkadaşlarla bir iki tıngırdatıp güya prova yapıyorduk. Bu sırada okul müdiremiz Nadire Hanım geldi. Hiçbirimize "günaydın" bile demeden benim kulağımı tuttu ve "Sen bir öğrencisin, nasıl böyle saçlarına fön çektirir, süslenirsin?" diyerek hakaret içeren sözlerle beni azarladı. Arkadaşlarımın içinde çok aşağılanmıştım. "Ben bunun acısını çıkarırım!" dedim içimden. İşte iki aydır aradığınız öğrenci benim. Şimdi hakkımda istediğiniz işlemi yapabilirsiniz.
   Öğretmen, şaşkınlıkla dinledi Nihal'in bu samimi itirafını. İki ay önce okulda olanları düşündü ve gülümseyerek "Teşekkür ederim kızım, otur yerine!" dedi. Peki nasıl gelinmişti bugüne?
    ...............
   Öğretmenler odasında birkaç öğretmen oturmuş sohbet ediyor. Bunlardan Suzan Hanım ve Ayşe Hanım o gün okul nöbetçisi. Odanın kapısı hızla açılıyor. Müdire hanımın zaten kırmızı olan suratı iyice kızarmış, bağırıyor:
   -Siz nasıl böyle oturursunuz? Aşağıda olanlardan haberiniz var mı?
   -Hele oturun, sakin olun, diyor okulun en kıdemli öğretmeni Mehmet Bey.
   -Nasıl sakin olurum hocam, aşağıda odama inin de bakın neler olduğuna. Bunun hesabını bu nöbetçi öğretmenlerden soracağım. Kesin onlar yaptırmıştır.
   -Aman müdire hanım, peşin karar vermeyin. Bir bakalım odanıza.
   Müdirenin değer verdiği, anlamadığı gelen yazıları bile danıştığı Mehmet Bey'le diğer öğretmenler koşar adımlarla müdür odasına iniyorlar. İçerdeki manzara şu: Müdür koltuğunun üstünde bir fare yan gelmiş yatıyor. Keyfi de çok yerinde diyeceğiz; ama bu bir ölü fare. Öğretmenler şaşkınlık içinde; ama bir yandan da pek belli etmeden bıyık altından gülüyorlar. Müdire hanım köpürüyor iki nöbetçi öğretmene:
   -Biliyorum siz yaptırdınız bunu, ben size bunun hesabını soracağım!
   -Olur mu müdire hanım, diyor Mehmet Öğretmen, bir öğretmen böyle bir davranışı nasıl yapar? Eski anlaşmazlığınıza dayanıp sinirle hemen karar vermeyin. Biz bunu yapanı zamanla ortaya çıkarırız.
   Herkes şaşkınlık içindeyken müstahdem Hüseyin'i çağırıyor Mehmet Bey:
   -Hüseyin, temizle şunu! Müdire hanım, siz de sakinleşin. Bunu öğrencilerden biri yapmıştır, biz araştırır, bulur, disiplin kurulu olarak cezasını veririz. Başka yere haber verdiniz mi?
   -İlçe milli eğitime telefon ettim.
   -Önemli değil, üstelemeyin, kısa zamanda çözeriz.
   Bu arada müdire hanımla araları zaten bozuk olan nöbetçi öğretmenler bir taraftan suçlandıkları için ona kızarlarken bir taraftan da olayı düşünüp kıs kıs gülüyorlar. Mehmet Bey işaret parmağını dudaklarına götürerek "Sus!"işareti yapıyor onlara. Bu arada fare ölüsünü atıp gelen Hüseyin gülerek:
   -Hocam, şeytanın aklına gelmez, kim yapmış bunu?
   -Aman Hüseyin, diyor Mehmet Bey, bir de sen yangına körükle gitme, diye kulağına fısldıyor Hüseyin'in. Sen ellerini sabunla, çay getir de içelim.
   .............
   İşte olay bu. Daha önce Marmara'da bir ilçeye atanmak için dilekçe veren müdire hanım iki ay içinde okuldan ayrılıyor. O ayrıldığı gün de Nihal sınıfta Mehmet Bey'in dersinde bu tuhaflığı kendisinin yaptığını itiraf ediyor.
İnsan bazı olaylara gülsün mü ağlasın mı bilemiyor. Okulun bu yaştaki en güzel kızlarından birine arkadaşlarının içinde hakaret etmek böyle bir cezayı gerektirir miydi, diye düşünür bazen Mehmet Öğretmen. Kötü niyetli olmayan; ama bunun yanında da becerikli, işini bilen biri de olmayan müdire hanımı da düşündükçe üzülür. Üç yıl boyunca öğretmeninden, öğrencisinden çok saygı gördüğü okulu aklına gelir bazen. İnsanın eğitimi gerçekten zordur; ama zorluğu yanında çok da keyiflidir.
.........


   Not: Bu olayda öğretmen isimleri değiştirilmiştir.

   Numan Kurt

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

YEŞİLLİKLER ÜZERİNDE KIRMIZI GELİNCİKLER

  Sabah erken yürürken kıyıda Deniz masmavi, hafif dalgalı Belli ki temizlemiş kendini bütün kış boyunca Güneş ısıtırken yeryüzünü Hafiften ...