27 Kasım 2019 Çarşamba

ÖĞRETMENLER GÜNÜ'NDE













ÖĞRETMENLER GÜNÜ'NDE...
Bu mesleği otuz beş yıl yaptım. Binlerce diyebileceğim öğrencilerim oldu. Onların pek çoğuyla bu internet denilen buluş aracılığıyla iletişim kurduk. Emekli öğretmen olarak bundan mutluluk duyuyorum. Onların sağlıklı, mutlu olması, güzel görevlerde bulunmaları, ekmeklerini alın teriyle kazanmaları benim de sevincimdir, mutluluğumdur.
Ben de bir zamanlar öğrenciydim. Benim de öğretmenlerim oldu. Bu yaşta bile öğretmenlerimin hayatta olanlarından birkaçıyla görüşüyorum; ama sayıları çok azaldı. Bizleri aydınlatıp göçüp gidenlere rahmet, yaşayanlara minnet, sağlık dileklerimi ifade etmek isterim.
Okuduğum her okuldaki öğretmenlerimi sevgiyle anıyorum. Ağabeyim de dahil ilkokul öğretmenlerimin, ortaokul öğretmenlerimin ve aşağıda ortak anılarımızı, onlara karşı duygularımı anlattığım öğretmen okulu öğretmenlerimin, ayrıca eğitim enstitüsünde örnek aldığım Erdoğan Munis öğretmenimin önünde saygıyla eğiliyorum.
Öğretmenliğe kutsak meslek derler. Neden öyle derler, bir cümleyle ifade edeyim: Öğretmen insanla uğraşır. Ona biçim verir, onun gerçekten “insan” olmasını sağlar.
Bu güzel günde ortak anılarımızın olduğu öğretmenlerimizi anlatmak istedim size.
Bu mesleğe gerçekten emek verenlerin, vermekte olanların günü kutlu olsun.
...........................
BENİM SEVGİLİ ÖĞRETMENLERİM
ADI, SOY ADI KENDİNE UYGUN ÖĞRETMENİM: AYDIN İPEK
Arkadaşım Öner Pehlivan’ın paylaşımından öğrendim Aydın İpek öğretmenimizin vefatını. Bugün onunla ilgili ne varsa dağarcığımda kalan “anısına saygı” düşüncesiyle yazmak istedim.
Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulu’na girdiğim ilk yıl “Psikoloji” dersimize girmişti. Kitabın yazarı da yine okulumuzun renkli kişilikteki öğretmenlerinden Mahmut Saral’dı.
Ufak tefek, kalın camlı gözlükleri olan Aydın öğretmenimizi o derste tanıdık. Sınıfın içinde sık sık sağ eliyle gözlüğünü düzeltip ders anlatarak dolaşırken konuyla ilgili hep ailesinin yaşadıklarından örnek verirdi.
-Bizim Leman…
-Bizim Turan…
-Bizim Hicran…
Sevgili Aydın öğretmenimizin konuyu örneklendirmek, gözümüzde canlandırmak için kurduğu cümlelerin ilk iki sözcüğü olurdu bu sözcükler. Anlattığı bu yaşanmışlıklar abartılı bile olsa dersin anlaşılması, konunun somutlaştırılması açısından tarafımızdan zevkle dinlenirdi.
Anlayacağınız “Psikoloji” denen kavramı biz onunla tanıdık. Öğretmen olarak da “psikoloji”mizi hiç bozmadı.
Ömrünü eğitime vermiş, zorluklarla, engellerle mücadele etmiş Aydın İpek öğretmenimizle ilgili aklımda kalan iki anımı da anlatmak isterim.
Okulda 6A sınıfından on üç öğrenci 1969 kışında Dulkadirli Karşıyaka- İnlimurat köyüne iki aylık köy stajına gitmiştik. Kaldığımız ev köyün dışındaki bir tepede, taştan yığma, toprak damlı, taşlar arasında yer yer sıva döküldüğü için dışarıdaki ışığın görüldüğü bir ev. Staj yaşanmışlıklarımız çok; ama ben “Uygulama” dersi öğretmenimiz olan Aydın İpek’le ilgili birini anlatacağım.
Bir akşam yattığımız ranzaların olduğu odada yataklarımıza uzanmışız. Zaten oturacak yer de yoktu. Birden kapı önünde bir araba sesi, baktık okulun arabası. Aydın Bey, arabadan gözlüğünü düzelterek indi. Onu “Hoş geldiniz hocam!” diyerek karşıladık. Bizi, mutfak olarak kullandığımız yerde topladı. Etrafına yay çizerek sandalyelere oturduk. Değişik konulardan söz etti, köy stajından, ihtiyacımız olup olmadığından, köylere gidince neler yapacağımızdan uzun uzun anlattı. Bir ara konuyu değiştirip “Çocuklar, sigara içiyor musunuz?” diye sordu. Biz, on üç kişi Hababam Sınıfı ağzıyla “Hayır hocam!” diye hep bir ağızdan bağırdık. Gülümsedi, başka söz söylemedi. Yağmur yağınca toprak dam aktığı için, taban da toprak olduğu için sigara izmaritlerinin kağıdı tabana, ıslak zemine yapışmıştı.
Öğretmen olmak, hem de Psikoloji öğretmeni olmak böyle hoş görülü olmayı gerektiriyordu Aydın Bey için.
……
Aradan otuz altı yıl geçtikten sonra “1995’te Mucur’dan Ankara’ya isteğimle atandım. Ev işlerini ayarlamak için Ankara’ya gelmiştim. On altı yıl birlikte çalıştığım, şimdi ikisi de rahmetli olan sevgili arkadaşlarım Can ve Nesrin Moran beni o gün bırakmadılar, evlerinde kaldım bir gece. Akşam konuşurken o sırada bir dershanede çalışan Nesrin Hanım hep “Bizim Aydın Bey….” diye bir konudan söz ediyor; ben de merak ettim:
-Nesrin Hanım, bu Aydın Bey’in soyadı nedir?”
-İpek”
-Gerçekten mi, o bizim öğretmen okulunda öğretmenimizdi.
-Ne tesadüf, yarın sabah siz de benimle dershaneye gelin.
-Dersleri anlatırken hep eşi Leman Hanım’dan, oğlu Turan, kızı Hicran’dan söz ederdi, örnek verirdi.
-Evet, kızının adı Hicran, bir kez dershaneye gelmişti, tanışmıştık.
Ertesi sabah çalıştığı dershanede sevgili öğretmenimizi yıllar sonra gördüm, okul yıllarından, şimdi neler yaptığımızdan söz etmiştik. Bir ara “Hocam, çocuklarınızın adını da bilirdik, Turan, Hicran. Ne yaparlar şimdi?” Gülümsedi, gözlüğünü düzeltti “Turan, TRT’de, Hicran öğretmen…”
Mutlu olmuştum öğretmenimi yıllar sonra görünce. O da belli ki her emekli öğretmen gibi eski öğrencilerini görünce mutlu oluyordu.

Emekli olunca bir özel okulda çalışmıştım. Okulun sahiplerinden Cavit Gürsoy’la arkadaşmış Aydın Bey, o yıl okulun 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde düzenlediği yemeğe katılmıştı, orada da eşiyle oturduğu masaya gitmiş elini öpmüştüm.
Son karşılaşmamız on beş yıl kadar önce Ankara-Sakarya Caddesi’ndeki Emekli Öğretmenler Derneği’nde oldu. Orada görünce yanına varmış “Hocam, öğrencinizin bir birasını içer misiniz?” demiştim. “Hay hay evladım, mutlu olurum.” demiş ve bir süre sohbet etmiştik.
Adı gibi aydın, ileri görüşlü, eğitim neferi sevgili öğretmenimiz; sizi öğrencileriniz olarak her özelliğinizle saygıyla anacağız.
Bizler, onun elli yıl önceki öğrencileri yetmişli yaşlara yaklaştık veya geldik. Bunca yıl sonra ömrünü tamamlayıp göç eden öğretmenlerimizi saygıyla anıyorsak onlar bizde izler bırakmışlar. Bir yıl içinde Matematik öğretmenimiz Cevdet Türkeroğlu’nu, Resim öğretmenimiz Sabri Çakar’ı ve Meslek Dersleri öğretmenimiz Aydın İpek’i yitirdik. Daha önce yitirdiklerimizi de anarken hayatta olan öğretmenlerimize sağlıklı yıllar diliyorum. Onlar yaşadılar, emek verdiler, güzel, yararlı izler bıraktılar. Hepsini rahmetle saygıyla anıyorum.
Akıp giden zaman, alınan nefes tükendiğinde önemli olan iyilikle, sevgiyle anılan bir ad değil midir?
Tüm arkadaşlarıma sevgiler, saygılar, sağlıklı günler.
……………………………………………………………
HAYRAN OLMUŞTUM NECATİ BEY’İN DERS ANLATIŞINA
O heybetli görünüşü gözümün önünde, gür sesi kulaklarımda. Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulu’nun 5-A sınıfı. Okulumuza yeni gelen öğretmen Tarih dersi anlatıyor. Kırk kişilik sınıfta tık yok. “Kastilya Kraliçesi İzabel, Aragon Kralı Ferdinand…” diye öyle bir anlatıyor ki dersi hayranlıkla dinliyoruz.
Yıl sonu. Okulu bitirme sınavlarına giriyoruz. Son sınav da bittikten sonra beni çağırıyor öğretmenimiz:
-Gel bakalım Kurt, sana bir görev vereceğim.
-Buyurun hocam.
-Yakında mezuniyet töreniniz var, spor salonunda yapılacak bu tören.
-Evet…
-İşte o törende öğrenciler adına konuşmayı sen yapacaksın.
Şaşırıyorum, ter basıyor beni. Bırak mikrofonla konuşmayı, onu elime almış biri değilim. Yine de “Hayır yapamam.” diyemiyorum.
-Tamam hocam.
-Ben, en kısa zamanda bir ses provası için seni çağıracağım.
Düşündüm, bunca öğrenci arasından neden beni seçmişti öğretmenimiz? Meraklandınız değil mi? “Kim bu öğretmen?” diye. Okulda göreve başladıktan sonra ilk nöbetinde kenarı beyaz şeritli eşofmanları giydiği için “Kling” lakabını alan rahmetle andığım Necati Öğüt öğretmenimiz. O sıralarda bir gazetede “Kling” adıyla foto roman yayımlanıyordu. Kling karakterindeki foto roman kahramanı da beyaz şeritli eşofman giymişti.
Birkaç gün sonra çağırdı beni. “Gel, şu ses provasını yapalım.”
Ben de heyecan provaya giderken bile doruk noktada. Spor salonuna birlikte gittik. Ses düzeni hazırdı. Mikrofon karşısında bana bir şeyler söyletti. Şöyle bir düşündü:
-Senin sesin mikrofonik değil, bu konuşma görevini başka arkadaşına vereceğim.
-Siz bilirsiniz.
Sevindim; o akşam heyecandan tir tir titremeyecektim. Üzüldüm; o yaşta koca okulda bu görev benim için bir onurdu. Pekiyi, Necati Bey, o görevi neden bana vermek istemişti? Düşünür, şu sonuca varırım: Benim, okulu birincilikle bitireceğimi tahmin ediyordu. Evet, derslerim iyiydi; ama ben bitirme sınavlarında ancak geçerli not alacak kadar çalışmış, öyle birinci olmayı falan hedeflememiştim. Sonunda takıntısız bitirdim; ama birincilikten epey uzak olarak. Öğretmenlik yıllarımda bana verilen bayram, tören konuşmalarını yaparken hep bu olayı hatırladım. Başlangıçta bir heyecan olsa bile birkaç cümle söyleyince geçiyordu heyecan.
Biz, okulun neredeyse tüm öğrencileri çok sevmiştik onu. Saygıyla anıyorum.
……………………………………………………..
HÜLYA ÖĞRETMENİM
Genç, güzel bir öğretmen geldi bir gün okulumuza. Biyoloji dersimize giriyordu. Heyecanlıydı, idealistti. Hepimiz hayrandık ona. O da bizleri hiç unutmamış olmalı ki şimdi katılıyor yıllık buluşma toplantılarımıza. Onu, sevdiği insanın dizi dibinde siyah beyaz bir fotoğrafta gördüm, başka ne anlatayım size, şu dizeler döküldü kalemimden Hülya öğretmenime.
Ne güzeldir siyah beyaz fotoğraflar
Renk kirliliği yoktur onlarda
O zamanın giysileri
İspanyol paça pantolon, uzun saçlar
Ve de en güzeli
İki sevdalıdan
“Sevdiğim” dercesine
Yalansız, gönülden, sevgi dolu bakışlar
Zaman akar gider
Acımasızdır hayat
Bakarsınız yok artık yanınızda size sevgiyle bakan
Gözler
Ne desem ne söylesem boş
Çekip gitmiştir artık
Fotoğraflarda kalır
Anılarda yaşar, ağlatırcasına, iç sızısıyla
Tüm yaşanmışlık
Ve söylenen sevgi dolu sözler
Sevgili öğretmenim
Güzel öğretmenim
Bizler on yedi on sekiz yaşlarında
Siz bizden birkaç yaş büyüktünüz
Hep vardınız bizim için anılarda
Yattığı yerde rahat etsin eşiniz
Siz sağlıklı yaşayın
Sizi her zaman saygıyla anacak
Öğrencileriniz
............................................................
GÜLE GÜLE SABRİ ÖĞRETMENİM
Üç yıl Resim dersimize girdi
Her şeyi düşünürdüm de
Aklıma gelmezdi
Ressam, sulu boya ustası Sabri Bey’in
Bir gün, hem de dünyadan göçüp gittiği gün
Resmini çizeceğim
Çok severdik
Sarışın, yakışıklı
Hepsinden daha önemlisi
Anlayışlı, hoş görülü, mesleğinin en iyisi
Bu güzel insanı
Şimdi ben “çizgilerle portreler” çiziyorum ya
Bu becerimi onunla kazandım
Saygım, sevgim hiç eksilmedi
Sabri Çakar’a
Yemekhanenin altında
Resim atölyesi vardı
Resme yeteneği olan arkadaşları toplar
Desen çalışması yaptırır
Önümüzdeki sehpalardan ak kağıda çizdiğimiz
Desenlerimize
Tek tek bakardı
Bir gün dedi ki bana
“Bak, 'desen'de çok başarılısın, kazan test sınavını
Mülakat da yardımcı olurum sana
Benim hocalarım hâlâ mezun olduğum okulda”
Ama olmadı
Ben başka bir bölümü yazdım
Diploma için gittiğimde okula
“Neden böyle yaptın?” dedi
Çocukça bir nedeni vardı, söylemeye utandım
Önce Cevdet Bey, şimdi Sabri öğretmenim
Kısa aralarla göç ettiler bu dünyadan
Nur içinde yatsınlar
Çok emekleri var bizlerde
“Hakkınızı helal ediniz.” derim
…………………………………………………..
Not: Tablolar öğretmenimizin eseridir.
..........................................................................
BAL TADINDA SOHBETİYLE ŞENER DEDEBAL
İki yıl önce yazın Didim'de buluşup güzel günler yaşadığımız okul arkadaşım Mehmet Durukafa bir gün bana:
“-Şener Bey, yaz aylarında Didim'de yaşıyor, ziyaretine gidelim mi?” dedi.
“Dedebal mı?”
“-Evet, Mavişehir'de bir sitede oturuyor.”
“-Ne güzel olur, çok severim, mutlu olurum böyle ziyaretlerden.”
İlk gidişte evinde bulamadık, komşusu “Yürüyüşe çıkmış olmalılar.” dedi. Şener Bey, Matematik öğretmeniydi. Biz, son sınıftayken bir süre “Sağlık Bilgisi” dersine girmişti. İkinci gidişimizde evde bulduk. Bizleri, ilgiyle, sevgiyle karşıladı. Evinin önündeki masada uzun süre söyleştik. Soyadı “Dedebal”, sohbeti bal tadındaydı. Eşi saygıdeğer Gülşen öğretmenimiz benim uzun yıllar çalıştığım Mucur Ortaokulu'nda Türkçe öğretmenliği yapmış. Çay, kahve, meyve ikramlarından, bu eli öpülesi öğretmenimizin ikide bir bize ikram da bulunuşundan utandık; ama yine de onu durduramadık.
Bir yıl sonra Şener öğretmenimizi evinden aldık Mehmet'le, bir kafede söyleştik. Ve bu güzel adam, saygıdeğer öğretmenimiz Dikili toplantımıza da geldi. Bizleri mutlu etti.
......................
MÜDÜRÜMÜZ OSMAN KARAGÜLLE
Hani bizim dilimizde çoğu insana, hak etsin etmesin, yakıştırılan “efsane” sözü vardır ya! O da yıllarca yaptığı Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulu müdürlüğünde efsaneleşmişti, bu sözü hak edenlerden biriydi.
Ben bunları yazarken on dört yıllık öğrencilik yaşamımda ilk tokat-yumruk karışımı silleyi de ondan yemişimdir.
Son sınıfta çamaşırhane nöbetçisiyim. Oranın çalışanı Mustafa amca “Ne burada bekliyorsun? İşin yok, git kantinde arkadaşlarınla otur!” dedi. Kantine gittim, çok sayıda nöbetçi öğrenci kantindeydi. Bu arada kapıdan Osman Karagülle müdürümüz girdi. Aydın İpek, kapıyı tuttu. “Geçin sıraya, bu saatte ne işiniz var kantinde?” diye gürledi Karagülle. Başımıza geleceği bilerek, bacaklarımız titreyerek sıralandık. Bir başladı “Pat! Küt!” ilk arkadaştan. Sıra bana gelince çeneme tokat mı yumruk mu olduğunu anlayamadığım bir sille. Çenem yerinden çıktı sandım. Dördüncü kişiye gelince yorulmuş olmalı ki “Haydi görevinize, bir daha sizi burada görmeyeyim!” dedi.
Uzun bir ömrün sonunda bu yıl yitirdiğimiz değerli müdürümüzü bana ilk tokadı vursa da saygıyla anarım.
.............................................................
SERT GÖRÜNÜŞLÜ KALENDER ADAM: CEVDET TÜRKEROĞLU
Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulu'na yatılı girdiğimiz ilk yıl “Bıyıklı” namıyla andığımız Cevdet Bey, dokuz saat dersimize giriyordu. Cebir, Geometri, Kimya, bir de Beden Eğitimi. Onun sınıfa girince şöyle omuzlarımıza dokunarak “Höt lan develer!” sözünü hiç unutmam. Aslında bu söz onun için bir sevgi ifadesiydi. Kız arkadaşlarımdan birinin Cebir dersinde yanıma oturup benden kopya alacağını bile bile onu yanımdan kaldırmamıştı.
İki yıl kadar önce Hayrullah Yılmaz arkadaşımla onun cenazesine katılmıştık. Ankara- Karşıyaka mezarlığında onu saygıyla uğurladık, görevimizi yapmaya çalıştık. Rahmetle, saygıyla anıyorum.
...................
Bu kadar mı şimdi altmış sekiz yaşına gelmiş emekli bir öğretmen olan benim öğretmenlerim? Hayır. Hepsini ayrı ayrı anmak isterdim. Fotoğraflarını bulabildiğim, ortak anılarım olanları paylaştım.
...........................................
Numan Kurt
24 Kasım 2019

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

YEŞİLLİKLER ÜZERİNDE KIRMIZI GELİNCİKLER

  Sabah erken yürürken kıyıda Deniz masmavi, hafif dalgalı Belli ki temizlemiş kendini bütün kış boyunca Güneş ısıtırken yeryüzünü Hafiften ...