(Traji- komik korona öyküleri)
Yaşayış
biçimimiz, alışkanlıklarımız değişti. Ömrümüz boyunca hiç
kullanmadığımız maske diğer giysilerimiz gibi ayrılmaz parçamız
oldu. Olurken de yalnız yüzümüzü değil bizi mutlu eden,
hayattan zevk almamızı sağlayan pek çok davranışlarımızı
maskeledi.
Bilime çok değer veren biri olarak tüm insanlığı
etkileyen bu salgınla ilgili birkaç yazı yazdım. Benim bilimsel
konularda görüşler ileri sürmek haddime düşmez. Ben bu belanın
yaşamımız üzerine etkilerini aklımın erdiğince, dilimin
döndüğünce günlük yaşamımızdaki etkilenmelerden de
yararlanarak anlatmaya çalıştım.
Evde tembel tembel uyuşup
otururken aklıma geldi. Dedim ki kendi kendime “Bu koronavirüs
korkusuyla yaşadığımız komiklikleri daha doğrusu traji-komik
durumları öyküleştireyim.”
Bu kısa öyküleri yazarken hem
kendi yaşadıklarımdan hem de çevremde gördüklerimden,
gözlemlerimden yararlandım.
Psikologlar, psikiyatrisler bu
salgın bitse bile ileri yıllarda insanda ruhsal ve bedensel etkiler
bırakacağı görüşündeler.
Bizlerin düştüğü önceden hiç
hayal edemeyeceğimiz gülünç durumlar saymakla bitmez. Ben
birkaçını yazmaya çalıştım.
Umarım bu salgın bir gün
biter, biz de bu hiç alışık olmadığımız ayrıksı, gülünç
durumları hatırlar güleriz.
***
“Biz
niye böyle olduk?” diye düşündüğüm oluyor zaman zaman,
“kafayı mı üşütüyoruz yoksa!” “Üşütmek” de ne demek
diyen olursa bu sözcük bizim oralarda çok kullanılır. Aslında
mecaz anlamlı sözcüklerle zenginleşen dilimizde hoş bir
sözcüktür. “Kafayı yemek” deyimiyle eş anlamlı, “delirmek”
sözcüğünün de karşılığıdır.
Edebiyatta Tanzimat
Dönemi'nin verimli yazarı Ahmet Mithat Efendi; romanlarında bir
olayı anlatırken bazı kavramları ya da adı geçen eşyaları
açıklamaya kalkarmış. Benimki de ona döndü. “Her neyse
üşütmesek de yavaş yavaş yaklaşıyoruz.” dedim kendi kendime.
***
-"Nereye
gidiyorsun?"
-"Evde yoğurt, yumurta kalmamış. Hemen
şu marketten alıp geleceğim."
-"Maskeni aldın
mı?"
-"Aaa! Yine unutmuşum, bir türlü alışamadım
şuna."
-"Markete girip çıkarken eline dezenfekte sık,
alış verişi çabuk yap. Kimseye yakın durma, alman gerekenlerin
dışındakilere dokunma."
-"Tamam tamam, her zaman da
aynı şeyler söylenmez ki..."
-"Sen daha fazlasını
söylüyorsun ben çıkarken."
Zehra Hanım kapıdan çıkarken
Orhan Bey uyarılarına hâlâ devam ediyordu.
On beş dakika
sonra Zehra elinde poşetle girdi kapıdan içeriye. Poşeti yere
bıraktı. Orhan yine başladı uyarılara:
-"Elini yıka
Zehra!"
-"Öööf Orhan! Yıkayacağım elbette. Biraz
sakin ol. Hele şu poşettekileri yerleştireyim."
Yoğurt
kabının dışını yıkadı Zehra, yumurta kolisini balkona
koydu.
-" Orhan ne hallere düştük, şu bela bitse de
kurtulsak."
-"Sabır Zehra sabır!"
***
Geçenlerde
hemşehrilerle, daha doğrusu ikisi öğrencim olan arkadaşlarla bir
çay bahçesine gittik. Dört kişiydik. Onlar da sıkılıyorlar bu
salgın günlerinde. Ara sıra telefon ederler. “Hocam, bir
yerlerde oturalım.” derler. Benim de canıma minnet, “Ben
emekliyim, her zaman hazırım.” diyorum.
Çay bahçesine
vardık. İki masayı birleştirdik. Bu arada benim çantadan
sessizce ıslak mendil çıktı, masanın kenarı silindi, elim
silindi. Başkası gelip silecek değil ya! Ben sildim elbette.
Bu
arada garson geldi yanımıza. Arkadaşlar çay istediler, ben de
“Soğuk olmasın, dışarıdan su verin.”
Çaylar ve su geldi.
Ben çaktırmadan şişeyi aldım, masanın altına doğru indirdim,
güya onlara çaktırmadan pet şişenin ağzını, dışını
sildim. Bu arada bizim Ünal, bıyık altından gülerek bana
bakıyordu. Çıkardım çantadan dezenfekteyi hepsinin eline
döktüm.
Yine gülümsediler, “Hocam çok dikkatlisin, sağ
ol!” dediler; ama belli ki bu kadar takıntı onları
gülümsetiyordu.
Yakından tanıdığım arkadaşlardan ya da
televizyonda yapılan röportajlardan dinlliyorum zaman zaman.
Diyorlar ki: “Yahu hayatta benden dikkatli adam yoktur, diyordum.
Ben de yakalandım. 'Olmaz !' demeyin, aman dikkat!”
İşin
komik yanı şu: Bana bıyık altından gülen arkadaşlardan biri
şimdi karantinada. Bir yakınını ziyarete gitmişler, o da
koronaya yakalanmış. İyi ki kendilerinde bir şey yok.
***
Ev
gereksinimleri için zaman zaman uğradığım büyük markete
girmiştim. Giriş kapısının yanında asılı dezenfekte
kutusundan elime epeyce sıktım. Hızlı şekilde alış verişimi
yaptıktan sonra kasada sıraya girdim. Birden benden önce sırada
bekleyen yaşlı bir kadın sıradaki bir adama bağırmaya
başladı:
-”Mesafeye dikkat edin beyefendi, aramızda bir adım
yok. Lütfen biraz uzaklaşın!”
-”Maskem var kardeşim, arka
sırada insanlar var, nereye uzaklaşayım?”
-”Siz açılırsanız
onlar da gider.”
Şöyledir, böyledir derken bir ağız kavgası
dinledik.
Görevliler araya girdi, mesafe aralığını sağladılar
da kavga duruldu. Kasadan ayrılıp çıktıktan sonra yine
dezenfekte döktüm elime.
İnsanlar sinir küpü olmuş. Sakın
ha, kimseye olur olmaz uyarı da bulunmayın, dayak bile
yiyebilirsiniz.
***
Hele bir banka kapısında kuyruğa girin
de bakın. Bizim emekliler kesinlikle bir ağız kavgası
çıkarıyorlar. İşin en gülünç tarafı da daha başka. Kuyrukta
sıradasınız. Önünüz cadde. Oradan insanlar aşağıya doğru
yürüyüp gidiyorlar. Bu arada biri kuyruğa yakın olarak yavaş
yavaş yürürse aşağıya doğru, bağrışmalar başlıyor.
“Kuyruk burada bitiyor, lütfen sıraya girin!” Ne yapsın
yürüyüp giden kişi, gülümsüyor, şöyle bir bakıp
gidiyor.
Kapıdan girerken görevli koruma elindeki bir aleti
uzatıp sizin elinizden ateşinizi ölçüyor. Bizim emekliler hemen
meraklı gözlerle “Ateşim kaç? “ diye soruyorlar.
Sabahları
spora gidiyordum. Kırk dakika yütüyüş, elli dakika öğretmen
eşliğinde beden hareketleri. Hareketleri yaparken aramızdaki
mesafe beş altı metre oluyor. Hareketten önce yürürken dikkatimi
çeken de şu. Yürüyüşün bir noktasında karşılaştığınız
kişler size yaklaşınca yan doğru kayıyor, ister istemez siz de
ters yöne.
***
Bak,
gülmeyin. Neredeyse hepimiz bu durumdayız. “Ben, o kadar değilim,
fazla takmıyorum!” diye düşünenler olabilir. İnanın hiç
evden çıkamayanlar bile yakalandı bu hastalığa. Dayım ve eşi
seksen yaşın üzerindeler. İkisi de yakalandı ve atlattılar bu
hastalığı. Üstelik dayımın eşinin kalp, şeker gibi
rahatsızlıkları da var. Bu bir ölçü olmuyor, genç yaştakiler
bile hayatını yitiriyor.
Çok dikkatli, titiz olan
arkadaşlarımızın bile bu salgın hastalığa yakalandığını
duyuyoruz.
Evet, dünyaya kazık çakacak halimiz yok; ama göz
göre göre de ölüme “Sen gel!” demenin anlamı da yok.
Gençlerin maske takmayışına bakıyorum ve diyorum ki:” Onların
pek umurunda değiliz. “Bana bir şey olmaz.” ya da “Kaderimde
varsa nasıl olsa yakalanırım.” anlayışı toplumda atkin
düşünce olursa bu işin ucu yok.
..........
Yazımı birkaç
korona esprisi ile bitirmek istiyorum:
*2021'e girersek kutlama yapmayalım, o bizi kutlasın, siz 2020'den nasıl da çıktınız diye.
*Devletimiz tedbir amaçlı güzellik salonlarının kapatırsa koranadan daha korkunç şeylerle karşılaşabiliriz.
*Korona virüsüne yakalanırsam bütün kavgalı olduklarımla öpüp barışacağım, hayatta küs kalmamak lazım.
*Bazen evde canım o kadar sıkılıyor ki, kapıyı açıp "Ooooo kimler gelmemiş!" deyip kapatıyorum.
*Anneme virüs var biraz alışveriş yapalım diyorum, o da dur belki ölürüz masraf yapmayalım diyor.
*Ulan korona bizi eve hapsettin, kendin dünyayı geziyorsun, ayıp oluyor ama!
*Bu
gidişle evde kalsak Bakırköy, dışarı çıksak tahtalıköy,
Allah sonumuzu hayra
çıkarsın.
................................................
Numan
Kurt
19 Kasım 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder