10 Temmuz 2025 Perşembe

NASRETTİN HOCA'DAN GÜNÜMÜZE




 

Bir kitap armağan etti arkadaşım bana
İçinde her yönüyle, fıkralarıyla Nasrettin Hoca
Okudum, anladım bu fıkraları
Aldım yüzlerce yıl ötesinden
Getirdim şimdiki zamana
***
Büyük kaşık ha babam yutuyor
Küçük kaşık çaresiz yutkunuyor
Yüzyıllar öncesinden bir Nasrettin Hoca
Fıkralarıyla bugüne ışık tutuyor
***
"BİRAZ DA BİZ ÖLELİM!"
Bir eve konuk olur bizim Hoca
O gün de hava sıcak mı sıcak
Ağzının suyu akarak bakar
Siniye konan kocaman tastaki buzlu hoşafa
O da ne, yapılır mı bu misafire
Ev sahibi büyük kaşığı kendisine alır
Küçük, yayvan olanını da tutuşturur Hoca'nın eline
Utanmaz adam, kaşığı her daldırıp içişinde "Oh öldüm!" der
Bizimki de boş kaşığı yalamaya talim eder
Hava sıcak, hoşaf buzlu, kaşık boş
Durur mu bizim Nasrettin Hoca
Dayanamamış, demiş ki ev sahibine
"Efendim, rica ederim, şu elinizdeki kaşığı verin de
Biraz da biz ölelim hele"
***
ARPA AZALINCA
İnsanoğlu bu, işler hep yolunda gitmez ya
Gün gelir meteliksiz kalır, düşer dara
Bizim Hoca da kış gelince züğürt kalmış
Ne cepte var ne de yastık altında para
“Ne yapsam, ne etsem!” diye düşünürken kara kara
Aklına gelir eşeğine verdiği arpa
Yedirdiği günlük arpayı kısmak istemiş
Bu parlak fikrini kendisi de pek beğenmiş
İlk gün bir avuç eksik vermiş eşeğine arpadan
Bakmış, eşek eski neşesinde, hiç ses yok hayvandan
Bizim Hoca günler sonra verdiği arpayı yarıya indirmiş
Bir iki ay sonra eşeğe bir sessizlik, mahzunluk gelmiş
Böyle kalsa yine iyi
Arpa bir avuca inince
Zavallı eşek durmadan yatarken
Samanı bile giderek daha az yemiş
Bir sabah Hoca girer ki ahıra
Eşek uzanmış, nefessiz yatıyor ortada
Hoca bu, söylemiş yine sözünü
“Bizim eşeği tam alıştırıyorduk perhize
Ama ecel izin vermedi, veda etti bize”
***
“Teşbihte hata olmaz.” demiş atalar. Anlamı şu: “ Yeri geldiği zaman çirkin, kaba bir benzetme ile anlatıma daha etkili bir hava verilmesi saygısızca bir davranış değildir, kimse bundan alınmamalıdır.” Ben de Nasrettin Hoca'nın bu fıkrasından bir “kıssadan hisse” çıkardım.
Nasrettin Hoca'nın fıkralarını Orhan Veli Kanık çok güzel dizelerle şiirleştirmiştir. Eski deyimle “manzum” hale getirmiştir. O büyük ozanın söyleyiş güzelliğine ulaşmak olası değil; ama işin doğrusu ben de zaman zaman bu güzel fıkraları şiirleştirmeye çalışıyorum.
............................................................
Numan Kurt

6 Temmuz 2025 Pazar

GEÇİP GİDERKEN ...





Çok güzel bir ülkede yaşıyoruz. Türkiye; iklimi, denizleri, tarihi ve turistik yerleriyle, toprak zenginliğiyle, diliyle, kültürüyle yer yüzünün sayılı ülkelerinden biri.
İnsanımızın kimine göre her şey güllük gülistanlık. Bana sorarsanız ya da bu ülkede yaşayan vatandaşların çoğuna sorarsanız saydığım bu güzelliklerin, zenginliklerin aksine gidiş hiç de hoş değil. Nelerin kötüye gittiğini yandaş olmayan basından, televizyon kanallarından izliyorsunuz. Ben; ekonominin çok kötüye gittiğini, işsizliğin arttığını, emeklilerin büyük bölümünün açlık sınırının da altında olduğunu, gençlerin geleceğe umutla bakamadığını, adalete güvenin sarsıldığını, özgürlüklerin kısıtlandığını yazsam kim duyacak?
"Ormanlar yanıyor, yüreğimiz yanıyor!" desem, çığlığımın ötesinde ne gelir elimden?
Yine dayanamadım, yazımın girişine bu sıkıntıları, varlık içinde olmamız gerekirken yokluk içinde oluşumuzu ekledim.
***
Bu yazı aslında "duygusallık ve hoş görü" üzerineydi, dönelim oraya. Cahit Sıtkı Tarancı'nın en çok bilinen "Otuz Beş Yaş" şiirinden bir bölüm alarak sürdüreceğim yazımı:
"Zamanla nasıl değişiyor insan
Hangi resmime baksam ben değilim
Nerde o günler, o şevk, o heyecan
Bu güler yüzlü adam ben değilim
Yalandır kaygısız olduğum yalan"
Şairin dizelerle çok güzel ifade ettiği gibi yaşlanmak insanı hem duygusallaştırıyor hem de hoş görülü yapıyor.
Kesin olarak bildiğim bir olgu var. Karşı çıkan olur mu, bilmiyorum;
ama bana göre her insan yaşıyor bunu. Başka kanıta ne gerek var. Kendimden biliyorum insanın yaşlandıkça duygusallaştığını.
Yıllar içinde yazdığım başka yazı ve şiirlerimde de belirtmiştim; babam, benim çocukluk, gençlik yıllarımda sert görünüşüyle bilinen bir insandı. O zamanın da anlayışı olmalı, ben onun bizlerin saçını okşayıp sevdiğini hiç hatırlamam. Köyümüzdeki mahallemizde yaramazlık yapan çocukları “Hasan emmin geliyor, ona söyleyeceğim.” diye annelerinin korkuttuğunu bilirim. İşte bu sert görünümlü adam yaşlılığında bizleri merak eden, sulu gözlü biri olup çıkmıştı.
Duygusallıkla söze başladım. Anlatmak istediğim şu: Bu facebook denen paylaşım ortamına gireli on altı yıl kadar oldu. Sıradan yaşayıp tükettiğim hayatıma hiç aklıma gelmeyen yaşanmışlıklar eklendi. Bunları da zaman zaman yazdım. En önemlisi de elli yıla yakın bir zaman sonra sınıf ve okul arkadaşlarımla buluşmam, iletişim kurmam oldu. Onlarla buluşmalarımızda duygusallığın doruklarında yaşadık.
Düşünebiliyor musunuz on yedi- on sekiz yaşlarında üç yıl yatılı okuduğunuz okulunuzdan ayrılıyorsunuz. Kendi çevrenizde yaşayan arkadaşlarınızı zaman zaman gördüğünüz oluyor; ama çoğu ile elli yıl sonra bu internet denilen mucize buluşun aracılığıyla dede, babaanne, anneanne olarak bükülmüş beliniz, kırlaşmış saçlarınızla bir araya geliyorsunuz. İşin ilginç tarafı okulda değerini bilemediğimiz arkadaşlıklar bu buluşmalarda kuruluyor.
Ben, bu “okul arkadaşı buluşmaları”nın üçüne katılabildim. Kırşehir’de katılımın da çok olduğu ilk buluşmada , Antalya ve Dikili buluşmalarında. Her üç buluşmanın da yazısını, öyküsünü bütün duygusallığımı da katarak anlattım.
Aynı devre mezunu olup da okuldaki haliyle hatırlayamadığım arkadaşlarımla “can dost” olduk. Sınıf arkadaşlarımı, okuldaki başka sınıflarda olan pek çok arkadaşımı biliyordum; ama bir Necdet Erce’yi, Ahmet Özbek’i, Erol Okçu'yu adını şu anda sayamayacağım birçok arkadaşımı bu buluşmalarda tanıdım. Sınıfımda olanlarla, okuldan hatırladığım, hatırlamadığım arkadaşlarla buluşma ortamlarında çok güzel, duygusal paylaşımlarımız oldu. Bu buluşmaların ilk düzenleyicisi Öner Pehivan'ın, daha sonra bunu sürdüren Ahmet Özbek'in haklarını da teslim etmek gerekir. Buluşmalarda Öner'in yaşattığı sazlı sözlü eğlenceler, kaynaşmalar da benim unutamayacaklarım.
Sözü nereye mi getireceğim. Elli yıl sonra yöre halkımızın deyimiyle göverip bostan mı olacağız, bazı zıtlaşmaları, olumsuzlukları yaşamanın bir anlamı yok. Hepimizin yaşı yetmişin üzerinde, bazı arkadaşlarımız seksene yaklaşmış. 1969'da okulu iki yüz elli altı kişi bitirmişiz, seksen kadar arkadaşımız veda etmiş bu dünyaya. Ben, kimsenin düşünce yapısını değiştiremem. Elli yıl sonra başarabildiğimiz o güzel buluşmaların sürmesi iyi olur; ama giderek ağırlaşan yaşam koşulları, yaşlanmışlıklar neredeyse bunu da olanaksızlaştırdı.
Bizler geçip giderken, ömrümüzün sonbaharında, duygusallaştığımız bu yaşlarda hoş görüyü de bir kenara bırakmamalıyız.
Bizlerin ortak değeri yurt sevgisi, Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkelerine, Cumhuriyet değerlerine bağlılıktır. Ayrı siyasi görüşlerde olabiliriz. Bu konudaki paylaşımlarımızı kendi facebook , ınstagram, twitter gibi sanal ortamlarda yapabiliriz. Ortak gruplarda yaparak zıtlaşmanın bir anlamı yok.
Gençlik yıllarımızın “slogancı ideoloji”leri biz ne getirdi ki… Buluştuğumuz ortamlarda uygar insanlar olarak her konuyu tartışabiliriz.
Her arkadaşıma sağlıklı, uzun ömür dilerim; ama yolun sonu görünürken birbirimizin değerini bilelim. Bakın sağlıklı olsaydı Sedat Gürses, toplantılarımızın neşesi olurdu. Kazım Çınar, o çıkmayan sesiyle Antalya’da “Annabella” şiirini yürekten okudu, hepimizi duygulandırdı. Şimdi o Kazım yok artık. “Armudun sapı, üzümün çöpü” diyecek yaşı çoktan geçtik. Bu ülkenin pek çok değerden uzaklaştırılışından, içinde bulunduğu durumdan ben çok mu memnunum sanki?
Duygusallaşmakla başladım ya yazıya. Şu anda içimden geçenleri dökmek istedim dizelere…
Nasıl heyecan duydum, mutlu oldum
On sekiz mayıs iki bin on yedi de
İlk buluşmamızda Kırşehir’de
Çemen ekmeği, kayısıyı yerken
Anılara dalıp söyleşirken
Elli yılın özlemiyle otel önünde
Okul yıllarının saçları biryantinli ama
Ayakkabıları boyasız gençleri
Siyah önlük beyaz yakalı, kimi belikli kızları
Artık dede, babaanne, anneanne olmuşlardı
Yetmiş yaşın eşiğinde
Çoşkuntuna otelinde
Ne güzel ne duygusal iki üç gün yaşadık
Okul yıllarında bile kuramadığımız arkadaşlığın, dostluğun
Bu yaşlarda tadına vardık
Yavaş yavaş tükenirken neslimiz
Kalan ömrümüzde yine güzellikler yaşayalım
Dostça türküler söyleyelim
Sevelim, sevilelim
Ömrümüz oldukça
Tükenmedikçe nefesimiz
Dostça, arkadaşça, türkü tadında çıksın
Sesimiz
......................................................................
6 Temmuz 2025

24 Haziran 2025 Salı

BUNLARI YAZMAK BENİM İÇİN BİR VEFA BORCUDUR





 

Kalın camlı gözlüğüne elini her atışta
Bilirdik, örnek verecek yaşadıklarından
Kendisi aydın, adı "Aydın"
"İpek" soyadı da ne kadar uygundu davranışlarına
Dilinden düşmezdi Leman, Hicran, Turan
***
Arkadaşım Öner Pehlivan’ın paylaşımından öğrenmiştim Aydın İpek öğretmenimizin vefatını. Onunla ilgili ne varsa dağarcığımda kalan, “anısına saygı” düşüncesiyle yazmak istedim.
Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulu’na girdiğim ilk yıl “Psikoloji” dersimize girmişti. Kitabın yazarı da yine okulumuzun renkli kişilikteki öğretmenlerinden Mahmut Saral’dı.
Ufak tefek, kalın camlı gözlükleri olan Aydın öğretmenimizi o derste tanıdık. Sınıfın içinde sık sık sağ eliyle gözlüğünü düzeltip ders anlatarak dolaşırken konuyla ilgili hep ailesinin yaşadıklarından örnek verirdi.
-Bizim Leman…
-Bizim Turan…
-Bizim Hicran…
Sevgili Aydın öğretmenimizin konuyu örneklendirmek, gözümüzde canlandırmak için kurduğu cümlelerin ilk iki sözcüğü olurdu bu sözcükler. Anlattığı bu yaşanmışlıklar abartılı bile olsa dersin anlaşılması, konunun somutlaştırılması açısından tarafımızdan zevkle dinlenirdi.
Anlayacağınız “Psikoloji” denen kavramı biz onunla tanıdık. Öğretmen olarak da psikolojimizi hiç bozmadı.
Ömrünü eğitime vermiş, zorluklarla, engellerle mücadele etmiş Aydın İpek öğretmenimizle ilgili aklımda kalan iki anımı da anlatmak isterim.
Okulda 6A sınıfından bir grup öğrenci 1969 kışında Dulkadirli Karşıyaka- İnlimurat köyüne iki aylık köy stajına gitmiştik. Kaldığımız ev köyün dışındaki bir tepede, taştan yığma, toprak damlı, taşlar arasında yer yer sıva döküldüğü için dışarıdaki ışığın görüldüğü bir ev. Staj yaşanmışlıklarımız çok; ama ben “Uygulama” dersi öğretmenimiz olan Aydın İpek’le ilgili birini anlatacağım.
Bir akşam yattığımız ranzaların olduğu odada yataklarımıza uzanmışız. Zaten oturacak yer de yoktu. Birden kapı önünde bir araba sesi, baktık okulun arabası. Aydın Bey, arabadan gözlüğünü düzelterek indi. Onu “Hoş geldiniz hocam!” diyerek karşıladık. Bizi, mutfak olarak kullandığımız yerde topladı. Etrafına yay çizerek sandalyelere oturduk. Değişik konulardan söz etti, köy stajından, ihtiyacımız olup olmadığından, köylere gidince neler yapacağımızdan uzun uzun anlattı. Bir ara konuyu değiştirip “Çocuklar, sigara içiyor musunuz?” diye sordu. Biz, hepimiz Hababam Sınıfı ağzıyla “Hayır hocam!” diye hep bir ağızdan bağırdık. Gülümsedi, başka söz söylemedi. Yağmur yağınca toprak dam aktığı için, taban da toprak olduğu için sigara izmaritlerinin kağıdı tabana, ıslak zemine yapışmıştı.
Öğretmen olmak, hem de Psikoloji öğretmeni olmak böyle hoş görülü olmayı gerektiriyordu Aydın Bey için.
***
Aradan otuz altı yıl geçtikten sonra “1995’te Mucur’dan Ankara’ya isteğimle atandım. Ev işlerini ayarlamak için Ankara’ya gelmiştim. On altı yıl birlikte çalıştığım, şimdi ikisi de rahmetli olan sevgili arkadaşlarım Can ve Nesrin Moran beni o gün bırakmadılar, evlerinde kaldım bir gece. Akşam söyleşirken o günlerde bir dershanede çalışan Nesrin Hanım hep “Bizim Aydın Bey….” diye bir konudan söz ediyor; ben de merak ettim:
-Nesrin Hanım, bu Aydın Bey’in soyadı nedir?”
-İpek.
-Gerçekten mi, o bizim öğretmen okulunda öğretmenimizdi.
-Ne tesadüf, yarın sabah siz de benimle dershaneye gelin.
-Dersleri anlatırken hep eşi Leman Hanım’dan, oğlu Turan, kızı Hicran’dan söz ederdi, örnek verirdi.
-Evet, kızının adı Hicran, bir kez dershaneye gelmişti, tanışmıştık.
Ertesi sabah çalıştığı dershanede sevgili öğretmenimizi yıllar sonra gördüm. Elinde yine Cumhuriyet gazetesi vardı. Okul yıllarından, şimdi neler yaptığımızdan söz etmiştik. Bir ara “Hocam, çocuklarınızın adını da bilirdik, Turan, Hicran, ne yaparlar şimdi?” Gülümsedi, gözlüğünü düzeltti “Turan, TRT’de, Hicran öğretmen…”
Mutlu olmuştum öğretmenimi yıllar sonra görünce. O da belli ki her emekli öğretmen gibi eski öğrencilerini görünce mutlu oluyordu.
***
Emekli olunca bir özel okulda çalışmıştım. Okulun sahiplerinden Cavit Gürsoy’la arkadaşmış Aydın Bey, o yıl okulun 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde düzenlediği yemeğe katılmıştı, orada da eşiyle oturduğu masaya gitmiş elini öpmüştüm.
Son karşılaşmamız on beş yıl kadar önce Ankara-Sakarya Caddesi’ndeki Emekli Öğretmenler Derneği’nde oldu. Orada görünce yanına varmış “Hocam, öğrencinizin bir birasını içer misiniz?” demiştim. “Hay hay evladım, mutlu olurum.” demiş ve biralarımızı yudumlarken bir süre sohbet etmiştik.
Adı gibi aydın, ileri görüşlü, eğitim neferi sevgili öğretmenimiz; sizi öğrencileriniz olarak her özelliğinizle saygıyla anacağız.
Bizler, onun yıllar öncesinden öğrencileri olarak yetmişli yaşları geçtik. Bunca yıl sonra ömrünü tamamlayıp göç eden öğretmenlerimizi saygıyla anıyorsak onlar bizde izler bırakmışlar. Bir yıl içinde Matematik öğretmenimiz Cevdet Türkeroğlu’nu, Resim öğretmenimiz Sabri Çakar’ı ve Meslek Dersleri öğretmenimiz Aydın İpek’i yitirdik. Daha önce yitirdiklerimizi de anarken hayatta olan öğretmenlerimize sağlıklı yıllar diliyorum. Onlar yaşadılar, emek verdiler, güzel, yararlı izler bıraktılar. Hepsini rahmetle saygıyla anıyorum.
Şimdi yaz aylarını Didim'de yaşayan Şener Dedebal öğretmenimizi zaman zaman ziyaret ederim. Onun ve eşi saygıdeğer Gülşen Dedebal öğretmenimizin mutluluğunu ben de yaşarım.
Akıp giden zaman, alınan nefes tükendiğinde önemli olan iyilikle, sevgiyle anılan bir ad değil midir?
Tüm arkadaşlarıma sevgiler, saygılar, sağlıklı günler.
……………………………………………………………
Numan Kurt
25 Haziran 2025

14 Haziran 2025 Cumartesi

DİKİŞ-NAKIŞ KURSUNDA KÖY KIZLARI





  (SADIK köyünde dikiş nakış kursuna giden genç kızlar -1968 yılı)

Bakın şu fotoğrafa
Şimdilerde bu genç kızlar altmışlı, yetmişli yaşlarda
Birkaçı ayrılmış aramızda
Kimi babaanne, kimi anneanne
Kim der ”elli üç yıl öncesinin köy kızları” diye
Giyim kuşamlarına bakınca bunlara
Yıl bin dokuz yüz altmış sekizde
Dikiş-nakış, giyim kursu açılmış köyümde
Kurs binasının önünde köyümün kızları sıralanmışlar
Okul forması gibi giyimleriyle
Geçmişten kalan iyi bir anı olmuş
İyi ki çektirmişler bu fotoğrafı
Mutlu oldukları binanın girişinde
O zamanlar köylümün deyimiyle
"Sektirme"sinde
İlkokulu bitirince kasabada, kentte
Ortaokula yazılırdı köyümün erkek çocukları
Nedense kızları göndermezlerdi babaları
İlkokuldan sonra başka okullara
Yıllar geçtikçe de
Değişti bu saçma, yanlış anlayışları
O zamanlar
Okulu, öğretmenleri; kasabalarda, kentlerde okuyan gençleri
Toprak damlı da olsa
Sıcacık evleri vardı köyümün
Yüz elli hane otuz kırk haneye düşmüş şimdi
Okul, öğretmen yok
Yolu asfalt, evleri çatılı olsa neye yarar
Şu genç kızların yüzündeki mutluluk
Giyimlerindeki sadelik yok
Ne dört gün süren düğünler kaldı
Ne kaçamak görüşen nişanlılar
Baştan aşağı dolaşsanız köyü
Göreceğiniz yıkılmış duvarlar
Kız kardeşim paylaşmış bu fotoğrafı
İki kız kardeşim de bu fotoğrafın içinde
Baktım baktım hüzünlendim
Yüzlerdeki mutluluğa
Giyim kuşamdaki sadeliğe, güzelliğe
Bir benim köyüm mü bitip tükenen
“Ülkemde ne değerler kayboldu.”
Dedim
........................................................
Numan Kurt
15 Haziran 2025

9 Haziran 2025 Pazartesi

ÇAYLAR AÇIK MI OLSUN DEMLİ Mİ ?






Bak, deniz ne güzel, dalgasız ve sessiz
Oturalım şu çay bahçesine
Demli olanını sevmem ben
Açık olsun çaylarımız
Söyleşelim memleket üzerine
***
Çay, insanımızın, biz Türklerin vazgeçilmez içeceğidir. "Demli olsun, açık olsun, nasıl olursa olsun, şeker istemez..." gibi sözler birilerinin bize getireceği çay için söylenir.
"Çocuklar Duymasın" adlı dizide Hüseyin, "Çaylaaar!" diye öyle içten bağırır ki içmeyecek olanının da çay içesi gelir. Özellikle devlet dairelerinde, bürolarda, ayrıca kol ve beden gücüyle çalışıp yorulanlarda çay içme isteği daha çoktur. Belki de çayın dinlendirici, sakinleştirici bir yararı var.
Benim çaya o kadar düşkünlüğüm yok. Toplu vakit geçirilen yerlerde çay yerine daha çok su içerim. Köyümde ve çevre köylerde çay ikramı yapılırken söylenen şu söz aklımda kalmış: "Ya üçle ya boşla!"
Birçok yazımın baş kahramanı Hayrullah arkadaşım emekli olduktan sonra Ankara'nın sanayi bölgesi Şaşmaz'da bir yakınının iş yerinde çalıştı. Öğretmen emeklisi olarak tamir işleriyle uğraşacak değil ya, gelen gidenle ilgilendi. Ara sıra bana telefon eder "Gel, sana sanayi çayı içeriyim." derdi. Bilirsiniz orada karton bardaklarla alırsınız çayı. Çalışanların eli de hep kararmış, yağlı olduğu için bu daveti bana bilerek yapardı. Bu konuda titizliğimi bilse de yine de bazen gider içerdim.
Sabah kahvaltısında çayımı içerken bir yandan da televizyon seyrediyorum. Bir zamanlar birbirlerini görmeye tahammülü olmayanlar şimdi gülüm balım söyleşiyorlar. "Demleniyorsunuz!" sözünü muhalefet partisine suçlama amacıyla kullananlar şimdi "Dem"in tam kıvamında. Çaylarını içerken "açık olsun, demli olsun" esprileri gülümsetiyor hem de acı acı gülümsetiyor insanı. Aklımıza sahip olalım, nereden nereye geldik.
"Barış" akıl sağlığı yerinde her insanın istediği bir ortamdır. Mustafa Kemal Atatürk'ün "Yurtta sulh, cihanda sulh" sözü de barışın en özlü anlatımıdır. Keşke, yıllarca bu ülkeyi kana bulayan bir terör örgütünün sözde liderine "Kurucu önder, sayın" yaklaşımlarıyla geçmişlerinden yüz seksen derece çark ederek yapılan bu girişim "barış" amaçlı olsa...Benim için tek kurucu önder Mustafa Kemal Atatürk'tür.
,,,
"Cumhuriyet'in ne hayrını gördük."
"Siz bizi kentinize kabul etmezseniz yarın kapınıza bir başçavuş gelecek ve başınız sağ olsun diyecek."
Ölenin arkasında yazmak, konuşmak iyi değilse de bu sözleri kabul edemiyorum. Bu Cumhuriyet'in okulunda oku, bütün nimetlerinden yararlan onda sonra bu sözü söyle, kendilerine göre barış girişimini desteklemeyenleri de tehdit et. Gerçek niyet sözlerin kendi içindedir. Bu devlet hastalığında da kendisine en büyük özeni göstermiştir.
***
" Bir kozmik odaya girmekle ya da bilmem iki kazı yapmakla bizi teslim alacaklarını, Cumhuriyet'i teslim alacaklarını sanacak kadar, basit, dünyadan habersiz insanlar."
"Benim ancak cesedim susar." diyen yurt sevdalısı Nihat Genç de yoğun bakımda. Basında, televizyonlarda onunla ilgili dişe dokunur bir haber yok.
Ne diyeyim? Benim düşüncelerim böyle. Sanki "Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete!" desem, "Bu kadar da umutsuz olmamalıyım." diye düşünüyorum.
***
Çay içerken neler geldi aklıma. Herkes benim gibi düşünmeyebilir. Zaten bu insanın doğasına aykırı.
***
Manisa'nın çok değerli, genç belediye başkanı Ferdi Zeyrek'e de geçirdiği ağır kazadan sonra acil şifa diliyorum. Bu ülkenin güzel insanı Volkan Konak için "Gebermiş!"; Ferdi Zeyrek için de "Çarpılmış!" diyen kara yüzlü şerefsizlere de lanet olsun.
..........................................................
Numan Kurt
8 Haziran 2025
İstatistikleri gör
Bir gönderiyi öne çıkar
Beğen
Yorum Yap
Gönder

1 Haziran 2025 Pazar

BİR GÜNÜN SABAHINDA ...




 Sabah serinliğinde, spor hareketleri başlamadan yürürken o beyaz kediyi gördüm. Onlar için yapılmış yerde karnını doyuruyordu. İlgimi çekti, Aldım elime telefonu "Bir fotoğrafını çekeyim, o kedi ve kediler için, onlara bu sevgiyi gösterenler için duygularımı yazayım." dedim.

Bir tur atınca çamların arasında baktım o her gün köpeklere yiyecek getiren yaşlı kadın ve iki köpek yolumun üstünde. Ben ne zaman gitsem spor için Çamlık'a bu özverili kadın orada. Elindeki poşetten çıkardıklarını ona ilgiyle, sevgiyle, beklentiyle bakan köpeklere atıyor. İnsanların uysal dostları da atılanları havada kapıyor.
Kedi barınağının fotoğrafı çekilir, onunla ilgili yazılır da bunların fotoğrafı çekilip yazı yazılmaz mı?
Tahtalardan yapılmış
Ama dört yanı açık, iki katlı barınakta
Beyaz bir kedi
Karnını doyuruyor tek başına
Adını bilemediğim bir yiyecek var önündeki tabakta
Belli ki usanmış artık aynı yiyeceği yemekten
"Belki değişik bir yiyecek verir." dercesine
Kaldırdı kafasını
Ürkek ürkek baktı bana
Çamlar arasında gidiş geliş yürürken
Her gelişimde gördüğüm yaşlı kadın
Ve onun bıkmadan uzanmadan beslediği köpekler çıktı karşıma
Belli ki doyurmuşlardı karınlarını
Nedense köpekler, kedilerden daha dost gelir bana
Ne zaman okşasanız ensesini, sırtını
Yalaka insanlar gibi değil
Dostça, sevgiyle sallar kuyruğunu
Aç da kalsalar zaman zaman
İşkence de görseler
Kediler de köpekler de daha mutludur insanlardan
Ekonomik kriz, hayat pahalılığı, işsizlik
Bozulan adalet terazisi, kayırmacılık, aşırmacılık
Dert değil onlar için
Karınlarını doyuracak yiyecek; seven, koruyan insanlar varsa
Başka ne istesinler yaşamdan
Bunları yazarken kedi, köpek besleyen biri olduğumu sanmayın. Çok abartmasam da severim bu insanların sadık dostlarını; ama ev içinde besleyemem. Belki iyi bir huy değil; ama onların kılları, salyaları benim katlanacağım şeyler değil. Bahçeli bir evde, kulübede olmaları benim için daha doğrudur.
Yıllar önce Ankara- Batıkent'te köylüm Yusuf'a geçmiş olsun ziyaretine gitmiştim. Evinin olduğu sitenin adını biliyorum; ama yakınına varsam da siteyi bilemiyorum. Akşam karanlığında durdurdum arabayı yaşlı bir adama sordum. Bu arada iri, beyaz bir köpek yanım geldi, ön ayaklarını dayadı ve diliyle elime değdi. Salyası bulaşınca direksiyonu tutarken bile elimin üstünü bir yere değdirmeden Yusuf'un evine vardım. Kapı açılınca ilk sözüm: "Yusuf, lavaboyu göster bana!" oldu.
***
Yıllar önce, daha doğrusu bizlere zor günler yaşatan salgın (pandemi) döneminden de önce "BİR, İKİ, ÜÇ, DÖRT... HER ŞEY SAĞLIK İÇİN" başlıklı bir yazı yazmıştım. Didim'in güzel yerlerinden Çamlık'ta her sabah katıldığım yürüyüş ve spordan söz etmiştim.
Bugünlerde, her gün olmasa da ara sıra yine katılıyorum.
Fotoğraflarda gördüğünüz gibi ortada bir yolun ayırdığı Çamlık güzel bir yer. 19 Mayıs günü de yolun iki yanı Atatürk fotoğrafları ve bayraklarla süslenmiş. Özellikle ulusal bayramlarda bu süslemeleri ilçenin her yanında görebilirsiniz. Mustafa Kemal Atatürk adı gönüllere yazıldığı gibi parklarda çimenlere de yazılmış.
Çamların gölgesinde beden hareketlerini Nedim Tunççekiç öğretmen ve diğer iki arkadaş yaptırıyor. Nedim Bey'in sesi gür çıkar, bir de her hareketi güzel sözlerle, o hareketin sağladığı faydaları belirterek süsler. Kendisi yaş olarak benden de büyük, sanıyorum yetmiş yedi veya yetmiş sekiz; ama "Haydi maraton koşalım!" deseniz hemen katılacak kadar dinç.
Musa Kaya, Kırşehirli hemşehrimiz. Didim'de kalıyordu. Geçen yıl Ankara'ya döndü. Ben ona "Atom karınca" diyordum. Spor alanının neşesi, fotoğrafçısıydı. Dayanamamış, geçenlerde birkaç günlüğüne Didim'e gelmiş. Arkadaşlarını da spor alanı Çamlık'ı da özlemiş. Yine neşeli, alanda onun sesi, yine elindeki telefonla çekti fotoğraflarımızı.
Esprilerle, neşeyle yapılan beden hareketlerine katılanların kadın erkek çoğu altmış yaşın üzerinde. Eee artık sona yaklaşırken yürüyüşler, beden hareketleri bir ilaç olarak görülüyor.
Birkaç yıl önce neredeyse her gün gidiyordum Çamlık alanına. Şimdi ara sıra gider oldum. Sanıyorum o da biraz daha yaşlanmanın verdiği üşengeçlik.
Öykücülüğümüzün önemli ismi Memduh Şevket Esendal, öykülerinde ilgi çekici olayları değil, günlük yaşamın akışı içinde sıradan olayları anlatır. Ben de ona özendim galiba.
Sabah sabah klavyenin başında sıradan bir günün başlangıcını anlatayım dedim.
.....................................................................................
Numan Kurt
1 Haziran 2025

12 Mayıs 2025 Pazartesi

GÜL YÜZLÜ ANAYA MEKTUP





 "Sokağa çıkarken 'Yavrucuğum üşütme!' derdi

Hemen bir kazak örerdi biraz boş kaldı mı"

Annesi üzerine yazdığı şiirinin bir yerinde böyle demiş Ümit Yaşar Oğuzcan. Sanki anamı anlatmış bu dizelerle. Adı Huriye idi anamın, "Hürü" derlerdi köyde. Biz de "ana" derdik. "Anne" sözcüğü de güzeldir; ama "ana" demekten vazgeçmedik bir türlü. Şair demiş ya "Hemen bir kazak örerdi..." diye. Benim anam da ev işlerinden boş kalınca alırdı eline örgüyü. Ailede kim varsa kazaktır, yelektir, çoraptır örerdi.
Bu "Anneler Günü"nde dertleşmek, söyleşmek istedim anamla. Alınca elime kalemi şu dizeler döküldü ak kağıda.
Önce
Son on yılın gelir aklıma
Çektiğin zorlukları, ağır yükü düşündükçe
"Ne olurdu,
Babamdan sonra birkaç yıl daha yaşasaydı" derdim
Bize ana sevgisini fazlasıyla tattırsan da
Yine seni özlerim
Geçenlerde rüyamda seni gördüm
O toprak rengi yüzün, küçük gözlerinle
Yine bizleri soruyordun
Hani hep engellerdin ya
Salı günleri yola çıkmamızı
Ya da sana göre önemli olan
Bir işe başlamamızı
Soramadım
Görüşebildin mi orada
Yıllar önce bir ekim gününde
Kayseri'den, yanına yolladığımız sevgili ortanca oğlunla
Seni sevgiyle yad eder her zaman
Çoğuna bakıp büyüttüğün torunların
"Babaannemiz bize ne güzel çörekler yapardı" diye
Ama bir torunun, Selçuk'un da acılar içinde bıraktı bizi
Gül yüzünü görmek için gitti babaanneye
Her ana gibi düşünmedin kendini
Seksen yıllık ömründe
Hele son yıllarında yaptığın iki şey vardı
Biri gece gündüz babama hizmet etmek
Biri de
Belki bir değişiklik olur diye haftada bir de olsa
Kasaba pazarına gitmek
İlk yazımı yıllar önce
Yine bir "Anneler Günü"nde yazmıştım anam
Senin adınla
Tüm Anadolu'daki cefakar anaları anlatmıştım
Şimdi hâlâ
Yurdumun pek çok yerinde
Öldürülüyor kadınlar, anneler
Nerdeyse Allah'ın her gününde
"Ana başa taç imiş
Her derde ilaç imiş"
Sen de öyleydin bizler için
Ömrünün sonuna dek yaşadığın zorlukta
Ne iş de güç de ne hastalıkta
Olmazdı hiç şikayetin
Yanına gönderdiğimiz sevgili oğlun
Ve canın ciğerin Selçuk'un dışında
Tüm çocukların, torunların şimdilik sağlık içinde
Sağlığında hep söylediğin
"Kurban olurum" sözünle
Bir de yüzün gibi yumuşak çöreğinle
Anarak seni
Ellerinden öpüyoruz
..................................................................
Numan Kurt
12 Mayıs 2025
***
Elleri öpülesi tüm anaların, kadınların "Anneler Günü" kutlu olsun.

NASRETTİN HOCA'DAN GÜNÜMÜZE

  Bir kitap armağan etti arkadaşım bana İçinde her yönüyle, fıkralarıyla Nasrettin Hoca Okudum, anladım bu fıkraları Aldım yüzlerce ...