12 Mart 2025 Çarşamba

BİR ÖYKÜ, BİR FIKRA




 Öykü Aziz Nesin'den, fıkra Nasrettin Hoca'dan. Öykü de fıkra da ders veriyor bizlere. Güldürmekten çok düşündürüyor ikisi de.

Aziz Nesin öyküsü "Tehlike geliyor, uyumayın!" diyor.
Ben, hem öyküyü hem de fıkrayı özünü bozmadan kendi dizelerimle anlatmaya çalıştım.
BİR EŞEK ÖYKÜSÜ
Yaşlı bir eşek kırlarda hem otları yer
Hem de eşekçe sesiyle türkü söylermiş
Böyle mutlu, neşeli kuyruk sallayıp dolaşırken
Burnuna tuhaf, kötü bir koku gelmiş
"Bu kurt kokusu!" demiş kendi kendine
Şöyle burnunu dikmiş havaya
"Yok canım, bu kurt kokusu olamaz!" demiş
Yine başlamış keyifle otlamaya
O kendisini böyle böyle avutsa da
Koku giderek yaklaşmış
Bizim karakaçanı bir korku sarmış
"Ulu Tanrı'm kurtsa da kurt olmasın ne olur
Umarım kurt değildir, ben boşuna korkuyorum
Ne budalayım ben!"
Diye söylenip saçmalamış
Yaban kedisi bu kurt değil!" derken
Bir yandan da yağlamış tabanları kaçmış
Korkuyla başını çevirip arkasına bakınca ne görsün
Kurdun gözleri ışıl ışıl yanıyor
Bizim koca eşek yine de
"Vallahi kurt değil, billahi kurt değil
Allah belamı versin ki kurt değil!" diye bağırıyormuş
Durur mu azgın kurt, ısırmış sağrısını
Budundan bir parça koparmış
Can acısıyla yere yıkılan eşeğin dili tutulmuş
Bildiği eşekçeyi de unutmuş
Kurt, boynuna, gerdanına saldırınca
Her yanından akan kan sel olmuş
İşte o zaman tanımış bizim eşek kurdu
"Aaa kurtmuş! Aaa kurtmuş!
Aaai o imiş! Aaai o imiş!" der
Konuşmayı şaşırıp eşekçe bağırır, anırırmış
***
İşte böyle, koca eşek; tehlike kuyruğunu altına gelene kendini avutup kandırmasaydı, kurda av olmayacaktı.
...................................................................
HOCA BAĞA GİRMİŞ
(Nasrettin Hoca'dan günümüze)
Bilmeyeniniz var mı bizim Hoca Nasrettin'i
Fıkralarıyla hem ders verir hem de güldürür bizi
Duymuşsunuzdur bir halk türküsü var
İlk dizeleri şöyle başlar
"Seherde bir bağa girdim
Ne bağ duydu ne bağbancı
El sundum güllerin derdim
Ne bağ duydu ne bağbancı"
***
Nasrettin Hoca da girmiş bir bağa
Niyeti gül dermek değil
Bir de merdiven var yanında
"Ne işi var bu merdivenin bağda?" derseniz
Meyveleri toplamak için
Onunla çıkacak ağaçlara
Bağa girmiş, tam toplayacak meyveleri
"Bire adam neylersin burada?" diyen bağ sahibinin sesi
Bizimki her olumsuz işe bir kılıf bulur ya
Hemen başının üstüne almış merdiveni
"Ne etsem gerek, görmez misin, merdiven satarım." demiş adama
Adam şaşkın şaşkın bakmış Hoca'ya
"Behey Hoca, burası merdiven pazarı değildir
Senin bu yaptığın ne iştir?"
Hoca durur mu, cevap hemen hazır
Bu soruya da ne cevap yakıştırmış bakalım
"Behey cahil, sen ne halt edersin
Merdiven benim değil mi, istediğim yerde satarım."
***
Freni patlamış kamyon gibi bu güzelim memleket.
Öyle bir duruma geldik ki değerli dostlar, bozulmadık ne kaldı?
Zam zam zam, fiyatlar füze gibi. Dar gelirli geçinemiyor. Gençler işsiz, gelecekten umutları yok.
Kadın, çocuk cinayetleri, tacizler, sokaklarda çeteler, saymakla bitmez sorunlar, bir de ülkesinden kaçan mülteciler ve inanılmaz olanı da can kurtarması gerekenlerin para için canlarına kıydıkları bebekler...
Bunların içerik olarak yukarıda anlattığım Nasrettin Hoca fıkrası ile ilgisi yok; ama bakın bu fıkradaki kılıf uydurma ile, çark etmekle ilgisi var?
Bunca sorunu çözmek yerine adamlar taktı anayasaya. Biri çıktı ilk dört maddenin değişmesini istedi, "Anlatamadım ahmaklara!" dedi. Hakkında bir tek işlem yok. O her grup toplantısında bağıran çağıranlar da lafla geçiştirdi işi. Bu ne ki, geçmişte "Asmak için ip mi yok! Al sana ip!" diyenler şimdi terörist başını meclise çağırıyor. Diğeri çıktı millet, devlet kavramlarını ters çevirip "Devletin milleti olmaz, milletin devleti olur." diyerek üçüncü maddenin değişmesi gerektiğini söyledi.
Haydi bu adamlar kendi köhne zihniyetlerine hizmet ediyorlar, İstanbul Barosu'na başkan seçilene ne demeli? Efendim bu maddeler olumlu yönden değişebilirmiş. "Olumlu yön" dediği ne ise anlamadık. Sonra da başlıyorlar "Efendim yanlış anlaşıldı, algı yaratıyorlar..." kıvırtmaları.
Önce böyle kuru sıkı atıyorlar, sonra "Efendim algı yaratılıyor, ben öyle demek istemedim, falan filan. Aslında bal gibi öyle demek istedin. Nasrettin Hoca'nın "Merdiven satıyorum." kılıfı, kıvırtması bunlarınkinden çok daha dürüst.
Hangi kılıfı uydurursanız uydurun, düşünceniz, niyetiniz biliniyor; ama Mustafa Kemal Atatürk düşüncesi, sevgisi öyle kök saldı ki bu ülkede, başaramayacaksınız.
.....................................................
Öykü ve fıkradan uyarlayan:
Numan Kurt
25 Ekim 2024

2 Mart 2025 Pazar

NEŞE KAYNAĞIM İKİ ARKADAŞ


  




"Ülkenin dumanı tepesinden çıkıyor
Sen ne ile uğraşıyorsun arkadaş?"
Böyle diyenler, böyle düşünenler olabilir
Ben de derim ki onlara
"Arkadaş, ben bir garip emekliyim
Ne yazayım dostlarım ne edeyim
Yazdıklarımla kimi, neyi etkilerim
Kağıt üzerinde kalır anlattıklarım"
Çok zaman geçmedi aradan
Unuttunuz mu yıllarca özgürlüğü elinden alınanları
Suçlu olsalar bir sözümüz yok
Ama kimi onlarca yıl, kimi müebbet aldı
Sonunda ne mi oldu
Hepsi birkaç yıl suçsuz yere yattıktan sonra
Anlaşıldı tezgah, akıllarda bir "pardon" kaldı
Ben de vazgeçtim, bana göre olumsuzlukları eleştirmekten
"Her şey çok güzel olacak!" desem bir dert
"Her şey kötüye gidiyor!" desem ayrı dert
Bedri Rahmi söyleyişiyle
"Herifçioğlu koy vermiş Sen Mişel'de sakalı
Neylesin bizim köyü, Mahmut Makal'ı" dedim
Çok üzülsem de hal ve gidişe
"Havada bulut, sen bunları unut" diyerek
Yazdım, yüzlerine bakınca gülümsediğim iki arkadaşı
Soy adları aynı olsa da yok akrabalıkları
Kim mi bunlar, biri Hayrullah biri Ali
***
Kara kalem çizime başladığımda
İlk kez Ali’nin resmini çizmiştim
Görenler hatırlar
Bir fotoğrafta yandan görünce profilini
“Dayanamam, bu burnun deseni çizilir.” demiştim
Ama yılların verdiği tembellikle
İşlek değildi kara kalem ve elim
Anlayacağınız o ilk portrenin çiziminden pek de mutlu değildim
Çıkınca karşıma Ali’nin başka bir fotoğrafı
Dedi ki bana kara kalem
“Bu adamın resmini bir kere daha çizelim.”
Eğer dayak yersem bir gün
Güçlerinin yettiğini bilseler
İki güzel adam dövecek beni
Biri Hayrullah biri de Ali
Anlattım yazılarımda Hayrullah’ın marifetlerini
Bırakın eşinin, çocuklarının, arkadaşlarının okumasını
Köşe yazısı olarak bastı Kırşehir Çınar gazetesi
Her görüşte der ki bana Hayrullah
“Anaaa, oğlum rezil ettin beni!”
Ben de ona derim ki
"Ne rezil etmesi kardeşim
Seni merak edip tanışmak isteyenler bile var
Tam tersine, ünlü ettim seni"
Ali mi
Onun maceralarını yazmasam da
Uğraştım o güzel burnuyla
Hani Yeşilçam’da Sami Hazinses diye bir sevimli adam vardı ya
Görünce Ali’yi
Hep o komik adamın biraz uzunu gelir aklıma
Siz de bakın şu resme
Her ne kadar sekiz köşeli olmasa da
Çok yakışmamış mı şapka
Ne zaman bir araya gelsek buluşmalarda
Oturağı yol bizim Ali'nin
Dolaşır ortalıkta
Bor-Bahçeli'de, memleketinde yaşar
Hayrullah ve Necdet'le onu ziyaretimizde
Saygıdeğer eşiyle donattığı
Ballı, börekli, üzümlü, köftürlü masa hep aklımızda
Ne yapalım
Mutluluk duymasak da gidişattan
Yazlarımın, çizimlerimin gülümseten kişileri oldular
Bu iki güzel adam
Ara sıra da gülümseyelim
Can arkadaşlarıma; Ali’ye, Hayrullah’a ve de hepsine
Sevgimizi gönderelim
"Güzel ülkemin üzerindeki kara bulutlar dağılsın!" diyerek
Umutları hiç yitirmeyelim
 ..............................................................
Numan Kurt
2 Mart 2025


28 Şubat 2025 Cuma

NASRETTİN HOCA'DAN ...




 "YA AYVA GÖTÜRSEYDİM !"

(Nasrettin Hoca'dan günümüze)
Bir gün yolda giderken bizim Hoca
Rastlar karşıdan gelen bir tanıdığına
Karşılıklı selamlaşmadan, hal hatır konuşmasından sonra
Arkadaşı sorar Hoca'ya
"Hoca'm nereye gidiyorsun
Belli ki biraz telaşlı görünüyorsun"
"Bey'e uğrayamadım çoktandır, ona giderim
Hem halini hatırını sorar hem de bu ayvaları hediye ederim"
"Aman Hoca'm," der komşusu, "şimdi ayvanın mevsimi mi?
Bu zamanda taze incir olur, ayva yerine götür inciri"
Aklına yatar komşusunun dedikleri
Ayvayı bırakır, gider alır bir sepet inciri
Nereden bilsin garibim incirin bayatlayıp ekşidiğini
Varır Bey'in huzuruna
Sepetteki incirleri sunar ona
Bey, sepetteki ilk incirin tadına bakınca
Yüzü allak bullak olur
Ekşitir yüzünü, çağırır Hoca'yı yanına
İncirleri tek tek alır, vurur bizimkinin kafasına
İncirler kafasında ezildikçe Hoca'nın
"Yarabbi şükür!" demektedir
Üzülmek bir yana keyfi son derece yerindedir
Bitince incirlerin Hoca'nın kafasında tek tek ezilmesi
Şaşırır Bey, sorar
"Bre Hoca, incirler paralandıkça kafanda
Sen şükredersin, bu da neyin nesi?"
Hoca rahat, neşeli
"Aman Bey'im ben nasıl şükretmeyeyim
Önce ayva almıştım size getirmek için
Yolda bir tanıdığa rastladım
'Şimdi incir mevsimidir, incir götür.' dedi
İşte onun sözüyle incir aldım
Benim halim ne olurdu bir sepet ayva getirseydim?"
***
Emekliler, asgari ücretliler, işsizler
Sesiniz pek çıkmıyor, şimdilik incir ezilirken kafanızda
Belki kendinize gelirsiniz
Başınıza yağmaya başlayınca ayva
.....................................................................
ÖRDEKLER UÇUNCA
Canı sıkılınca Hoca'nın
Dere kenarına çıkar dolaşırmış
Yine dolaşırken böyle bir günde
Bakmış, yaban ördekleri oynaşıyor suyun yüzünde
Eee karnı da aç bizimkinin
Söylenmiş kendi kendine
"Şunlardan birini yakalasam da yesem." demiş dereye koşmuş
Hoca koşar da ördekler durur mu
Hepsi birden havalanıp uçmuş
Uçup gidenlere Hoca ne yapsın
Şu uzun günde aç mı kalsın
Çıkarmış heybesinden somunu
Derenin suyuna banıp banıp yemeye başlamış
Oralarda dolaşan kır bekçisi bakmış Hoca'ya
Bir anlam verememiş yaptıklarına
"Sen ne yapıyorsun Hoca'm?" demiş
Nasrettin Hoca'nın cevabı her zamanki gibi hazır
"Ne yapayım. tutamadım ördeği
Ben de ekmeği tiridine banıyorum" diye söylenmiş
***
İşte böyle, hakça paylaşımın olmadığı yerde
Kimi kızartarak yer ördeği
Kimi de suya banar kuru ekmeği
..........................................................
Numan Kurt
1 Mart 2025

8 Şubat 2025 Cumartesi

"KALPTEN KALBE BİR YOL VARDIR GÖRÜLMEZ"






  "Dağlar taşlar dümdüz olsa ne çıkar

Gidecek bir yönün yoksa arkadaş"

"Yok öyle bir dünya!" dedi biri
"Olmalı." dedi diğeri
"Olmalı ki anlaşılsın yaşamanın değeri"
Dostluk, arkadaşlık ille de yan yana diz dize olmak değildir. Birbirinize uzak da olsanız güzel arkadaşlıklar kurabilirsiniz. “Dostluk iki yürek arasında akan bir nehir gibidir.” sözü bunu anlatır. Yeter ki siz o nehri kurutmayın, her zaman kalpten kalbe aksın. O nehir zaman içinde gittiği yeri, geldiği yeri temizler. Gerçek arkadaşlığın, dostluğun değerini onu yitirince anlarsınız. Sağlık gibi, sevdikleriniz gibi.
Benim de okul, meslek arkadaşlıklarımın dışında yazdığım yazılar, çizdiğim kara kalem portreler aracılığıyla sanal ortamda güzel arkadaşlıklarım oldu. Tek dileğim yaşadığım süre içinde bir gün onlarla buluşup görüşebilmek.
“Ortak olmak her sevince, her derde, kedere
Ve yürümek ömür boyu, beraberce, el ele
Olmasın hiç o ta içten gülen gözlerde yaş
Yollarımız ayrılsa bile seninle arkadaş “
Bu dizeler Melike Demirağ'ın uzun yıllar önce söylediği “Arkadaş” şarkısının sözlerinden bir bölüm. Çıkara dayanmayan arkadaşlıklarda keder de sevinç de, mutluluk da ortaktır. Bir gün yollarımız ayrılsa bile olumsuzluklar yaşamasını istemediğimiz kişidir arkadaş.
İnsan yaşlandıkça hele bizim gibi yetmiş yaşını geçince değeri geçen zamana koşut olarak daha da değerleniyor arkadaşlığın. Ankara'ya döndüğümde çocuklarla, torunlarla özlem giderdikten sonra ilk işim arkadaşlarla buluşmak olur. Çok nadir olarak hayal kırıklıkları yaşasam da genellikle gittiğim yerlerde geçmişteki arkadaşlarımı bulurum. Onlarla söyleşmek hoşuma gider, rahatlatır beni.
Okul, öğretmenlik anılarından tutun ülkenin içinde bulunduğu duruma kadar her konuda söyleşiriz. Yaşadığımız yerlerden, “memleket ahvali”nden söz ederiz. Bazılarına göre, özellikle yönetenlere göre ülke uçuyor; ama biz hiç de iyimser değiliz. İşsizlik almış yürümüş, esnaf batakta, öğrenci gerçek eğitimden uzak, emekli darda. Söyleşirken bir arkadaşım dedi ki:” Şimdiye dek hep umutlu oldum; ama artık gelecek konusunda umudumu yitiriyorum.” Kendine göre haklı gerekçeleri vardı.
İşin özü, konu ne olursa olsun ben arkadaş buluşmalarını, söyleşilerini seviyorum. Hayrullah'ın kendi elleriyle demlediği çayı içerken ya da tahinli pekmezini yerken sohbet de onlar kadar tatlıdır.
***
Dilimizde "-daş" ekinin türettiği güzel sözcükler vardır.
"Ortaklık, aitlik, eşlik, bağlılık " anlamları verir bu ek sonuna geldiği sözcüğe. "Arkadaş" sözcüğü de böyle türemiştir. "Arka" burada "eşlik eden, kollayan" anlamlarına gelir.
Ben de bugün "arkadaşlık"tan ve arkadaşlarımdan söz etmek istedim.
***
"Uyarıların ciddiye alınmadığını büyük bir kaygıyla izliyorum. Genç insanların karşısında bunu söylemekten utanç duyuyorum; ama dünya iyiye gitmiyor işte. O konuda çok umutsuzum. İnsanların birbirini yok etmek üzere programlandığını düşünüyorum. İnanılmaz bencilleşiyor ve zalimleşiyor insanlık.”
Bu sözleri tırnak içinde yazdım. Bana ait olan sözler değil. Ünlü bir yazarın sözleri. Kendisiyle bir gazetede yapılan söyleşide söylemiş Selim İleri bu sözleri. Alıntı yaptığımda kesinlikle belirtirim.
Çok sayıda öykü, roman, deneme, senaryo yazan, “yazmak” gibi bir uğraşısı olan yazarımız da isyan noktasında.
Yazıma neden böyle alıntı yaptım? Yaşadık hepimiz, bu “pandemi” diye adlandırılan salgın, ona yakalanmaktan çok bizi bunalımlara sokarak götürme psikolojisine soktu bu dünyadan. Yine de “Dayan bre! Umut tükenmez!” diyerek avuttuk kendimizi. İzleyen arkadaşlarım bilirler, bir emekli uğraşısı olarak “yazma, çizme” gibi evde yapabileceğim etkinliklerle bu bıkmışlığı en aza indirmeye çalıştım..
Yazarımız Selim İleri; “İnsanların birbirini yok etmek üzere programlandığını düşünüyorum. İnanılmaz bencilleşiyor ve zalimleşiyor insanlık.” diyor. Haklı yönleri çok. En basitinden birbirimizi dinlemeye, trafikte bile kurallara uyup yol almaya tahammülümüz kalmamış. Kavga hemen hazır. Daha bu bencilleşmeye, zalimleşmeye çok örnek verebiliriz.
Pek çok yönden yazarımıza katılsam da şunu da belirtmeliyim ki insanlık o kadar da ölmemiş. Zor günler bize arkadaşlığın ne denli önemli olduğunu anlatıyor zaman zaman. Şu anda iki üç arkadaşla aralıklı oturup söyleşmek bile büyük mutluluk oldu bizim için.
Daha önce arkadaşlarımla, elli yıl sonra buluşup özlem giderdiğim arkadaşlarımla ilgili bir yazı yazmıştım. Ayrıca öğretmen okulundan aynı yıl mezun olduğumuz devre arkadaşlarımızla gerçekleştirdiğimiz buluşmaları da birkaç yazımda anlatmıştım.
İki gün önce kara kalem resmini çizdiğim yetmiş beş okul arkadaşımızın bu resimlerini ekleyerek yaptığım paylaşımın altına bir arkadaşım yorum yazmış. Anlam olarak diyor ki: “Bu bizleri mutlu eden, yaşamımızın içindeki güzelliklerden biri oldu."
"Dostum varsa sözümü şiire sayarlar, beni şaire
Dostum var, öyleyse ölebilirim bile!"
Haydar Ergülen
***
On yıl önce biri karşıma çıkıp şöyle deseydi bana:
-Yakın zamanda öğretmen okulundaki dönem arkadaşlarının kara kalemle portrelerini çizeceksin. Onları çizgilerle kağıda aktaracak, onlarla iletişim kuracaksın; göçüp gidenleri de çizgilerde yaşatacaksın."
-Haydi oradan be! Yakın çevremde yaşayan birkaç arkadaştan başka elli yıla yakın zamandır hiçbirini görmem, bilmem. Kim hayatta kim değil, yaşayanlar neredeler? Seninki de laf mı?"
-Öyle deme, bilim, teknik koşar adım ilerliyor. Bu sanal ortamda gün gelecek çoğunuz birbirinizi bulacaksınız. Okul yıllarını özlemle anacak, birer dede, babaanne, anneanne olarak tatlı söyleşileriniz olacak. Bırakın sınıftakilerle arkadaşlığınızın tazelenmesini, okuldan hatırladığınız, hatırlamadığınız diğer dönem arkadaşlarınızla da güzel dostluklarınız, paylaşımlarınız oluşacak."
İşte bu saydıklarım ve daha pek çok mutluluk olayı gerçekleşti. Bu işe gönül veren arkadaşlarımızın özverili çabalarıyla birkaç buluşmayı gerçekleştirdik. Sevgili arkadaşlarımızdan Öner Pehlivan öncülük etti, başlattı, Ahmet Özbek sürdürüyor buluşma organizasyonlarını.
Ben buluşmaları, ziyaretleri severim, nedense büyük mutluluk verir bana. Katıldığım Kırşehir, Antalya ve Dikili buluşmalarının öykülerini, yaşadığım mutlulukları her buluşma sonunda yazdım, o birkaç gün süren özlem gidermelerin öykülerini ayrıntılarıyla anlattım.
Dedim ki bir gün kendime, "Katıldığın her buluşmanın öyküsünü yazıyorsun, otur bir gün sanal ortamda ulaşabildiğin bütün dönem arkadaşlarının kara kalem resmini yap!"
"Çizmekle biter mi?" demeden bu keyifli uğraşa başladım. Fotoğrafına ulaştığım yetmiş sekiz arkadaşımı resimledim.
Kalemim bu arkadaş portrelerini çizerken ben o arkadaşımla eğer varsa geçmişteki yaşadıklarımı anımsadım. "Kendimi gösterme" duygusundan uzak, zaten böyle bir duyguyu taşıyacağım yaşı da geçtim, yalnız sevgili arkadaşlarıma kavuşmanın mutluluğuyla yazdım, çizdim onları.
***
"Arkadaşlık duygusu belki de aşk duygusunun daha da üzerinde bir duygudur.”
“Eğer arkadaşın uzak bir yere giderse, o uzak yer senin yakınına gelir!”
“Arkadaşlık bir roman gibidir. Yazmak için senelerini verirsin, yakmak için ise bir iki dakika yeterlidir.”
Şu son sözde belirtildiği gibi arkadaşlığı, dostluğu kurabilmek zaman ister; ama yıkmak çok kısa sürer. "Dönem arkadaşlığı" özüyle kurulan, oluşturulan sanal ortam gruplarında arkadaşlarımızın, hele elli yıl sonra birbirlerini bulmuş arkadaşlarımızın "ayrı görüşler" nedeniyle tartışmaları doğaldır. Koyun sürüsü müyüz biz? Elbette ayrı ya da aynı siyasi görüşlerimiz, hayat felsefemiz olacaktır. Bunu yaparken kırıcı, itham edici olmak ne kadar anlamsız. Yetmişinden sonra gençlik yıllarımızın sloganlarını atmakla kimsenin düşüncesini değiştiremeyiz. Bizler yaştaşız, herkesin kendine göre bir birikimi var. Benim haddime düşmez bir arkadaşıma "Şöyle yapın, böyle yapın, yaptığınız doğru değil!" diye uyarıcı pozlarına girmek. Yazdıklarım sadece arkadaşlığımızın, dostluğumuzun bozulmamasıdır. "Bir görüşün, hayat felsefen var mı?" diye sorarsanız ben de şöyle derim. "Ben özünde akılcılığı, bilimden, çağdaşlıktan yana olmayı taşıyan Mustafa Kemal Atatürk yolundayım. Hayat felsefem ise gününü değerlendir, insanları sev, arkadaşlık ilişkini eften püften şeyler için bitirme!" Hayat felsefesini çok daha genişletirim; ama yazı uzar gider.
Çok severim yazımın anlamını uygun şiirleri yazılarıma eklemeyi. Bakın ne diyor Bedri Rahmi Eyüboğlu:
Dostluk dediğin güzel bir kitap
Hava gibi
Su gibi
Ekmek gibi
Vazgeçilmez bir tat
Sonuna kadar dayanmak şart
Dostluk dediğin eşsiz bir kitap
Sevmediğin sayfaları varsa atla
Sayfayı kökünden yırtmak şart mı
***
Benim de içimden geldi şu dizeler:
ARKADAŞLARIMA
Okul, dönem, sınıf arkadaşlarıydık
Taşa atıp başımıza altına tuttuğumuz yıllardı
Çoğumuz yatılıydık
Aradan elli yıl geçti
O zamanlar da vardı arkadaşlığımız ama
Yaşımız gelmişken yetmişin ortalarına
Belki çoğumuz birbirimizi yeni tanıdık
Arkadaşlığın, dostluğun farkına vardık
İyi kötü, şöyle ya da böyle
İddiasız, içimden gelerek, amatörce
Çizdim kara kalem resimlerini
Geçip giderken şu bitimli dünyada
Geç de olsa bulduğum arkadaşlarıma
Bir hatıra kalsın dedim
Bu yolla gönderdim onlara
Sevgilerimi
...............................................................................
Numan Kurt
9 Şubat 2025

27 Ocak 2025 Pazartesi

DİLİNİ GÜZEL KULLAN, SÖZÜNÜ BİL DE KONUŞ





 "Genellikle hatalarımızın hesabını tutmak, başarılarımızla övünmekten daha kârlıdır."

Thomas Cariyle
"İnsan oğlu çeşit çeşit
Beş parmağın beşi bir mi”
Kimi konuşur durmadan
Konuştukları doldurmaz incir çekirdeğini
Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olur
O da bilmez neyi anlatmak istediğini
Kimi anlatır birkaç cümleyle işin özünü
Ölçer biçer
Öyle söyler sözünü
Önemli olan haddini bilmektir
Bilgiyi, sevgiyi, hoş görüyü sözle yoğurup
Tatlı dille anlatabilmektir
Pazar günleri aldığım iki gazetenin “PAZAR” eklerini okurum. Gazeteleri almamın nedeni de o eklerdir. Yoksa gazeteler internetten de okunuyor. Geçtiğimiz pazar günü bu eklerin birinde Çinli sanatçı Ai Weiwei’nin İstanbul’da açtığı porselen sergisinden ve bu sanatçıdan söz eden bir yazı, daha doğrusu röportaj vardı. Porselen derken bu muhalif sanatçı porselen yapmıyor. Porselen üzerinde çeşitli eserler oluşturuyor. Burada anlatmak istediğim o sergi değil. Yazıyı okurken sanatçının bir sözü dikkatimi çekti. Şöyle diyordu Ai Weiwei: “Kendini ifade etmek için bir sebebe ihtiyacın var; ama kendini ifade etmen işte o sebeptir.”
Her insan bir yolla kendisini ifade etmek ister. Bunu söz, yazı veya davranışlarıyla anlatabiliyorsa bundan da ayrı bir mutluluk duyar. İnsanlara olumsuz gözle bakan, kusur arayan biri değilim. Yaşımın da verdiği deneyimle kusursuz insan olmayacağı, herkesin hata yapabileceği anlayışına sahibim. Bunu yazarken şunu da belirtmek isterim. Yaşadığımız toplumda hep ön planda olmak, bulunduğu ortamda bir yolla dikkat çekip kendini göstermek isteyen insanlar da tanıyoruz. Bu öne çıkmayı, dikkat çekmeyi yetenekleriyle, bilgisiyle başarabiliyorsa diyecek lafımız yok. Böyle değil de “Her şeye maydanoz olmak” durumuna düşüp “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma”ya kalkışıyorsa gülünç duruma düşmekten öteye geçemez.
Bu tip kişiler; düğünde en iyi oynayan, cenazede en etkili ağıt yakan, sohbetlerde lafı kimseye düşürmeyen, her şeyin ucundan kıyısından yalan yanlış bilgisi olan kişilerdir; ama foyaları da kısa zamanda ortaya çıkar. Lider, önder olmak bir takım meziyetler ister. Yoksa o özelliklerin, niye uğraşırsın ki... Kendini olduğun gibi kabul et.
Ne olursa olsun bu tip insanlara da hoş görüyle bakmak gerekir. O kişiler, bu “öne çıkma, kendini gösterme” davranışlarını sonunda güç duruma düşeceklerini bilseler de isteyerek yapmıyorlar. Hani derler ya “Can çıkmayınca huy çıkmaz.” diye.
Otuz beş yıl değişik seviyelerdeki sınıflarda konuştum; ama öz eleştiri yapacak olursam sınıftaki o konuşmalarımı bir topluluğun önünde elimde yazılı kağıt olmadan yapamam. Kısa sürede azalıp geçse de bir heyecan sarar beni. Yazmayı sevdiğim kadar sevemedim, beceremedim nutuk atmayı. İşin doğrusu bu. Oysa bir arkadaşla, dostla ya da arkadaş grubuyla söyleşmek çok hoşuma gider.
Yazımın başında Çinli sanatçının sözünü yazdım. Okuyanlar anlamıştır o sözün ne demek istediğini. Ben de kendimi bu yazılarla ifade etmeye çalışıyorum. Sanal ortamda, facebook paylaşım sitesinde de pek çok insan “kendini ifade etmek” amacıyla değişik sözler, yazılar, fotoğraflar, videolar paylaşıyorlar. Kimi özlü sözlerle, kimi ders verici hikâyelerle, kimi din içerikli söz ve yazılarla, kimi iktidarı destekleyici ya da eleştiren siyasi mesajlarla, kimi ilginç videolarla…
Kendimizi değişik yöntemlerle, becerilerimiz ölçüsünde ifade etmeye çalışırken bence önemli olan insan olmanın erdemlerinden uzaklaşmamamız gerekir.
Ortaokul Türkçe kitaplarında “ÖVÜLMEK” diye bir okuma parçası vardı. Nurullah Ataç bu yazısında övülmenin her insan için bir ihtiyaç olduğunu; ama bu ihtiyacın kendimizi övmekle değil de başkalarının bizi hak ettiğimiz ölçüde övmeleriyle karşılanabileceğini anlatıyordu. Doğrusu da bu, bırakalım “Ben şuyum, ben buyum; şöyle yaparım, böyle yaparım…” demeyi, yaptıklarınızla diğer insanlar övsün sizi.
Ne diyeyim, o sanatçının dediği gibi kendini anlatmak için başka sebep aramaya ne gerek var, kendini anlatmak ihtiyacı buna bir sebeptir zaten. Ben de o sözü okuyunca bunlar geldi aklıma, geldiği gibi de yazdım.
***
Yazılarımda zaman zaman güzel dilimiz Türkçenin kullanımında yapılan yazım- noktalama yanlışlarını eleştiriyorum. Özellikle bu konunun yıllarca öğreticiliğini yapan eğitimci arkadaşlarım belki de bunu hoş görmüyorlar. Oysa amacım ne eksik, yanlış bulmak ne de yanlışları yüze vurmaktır. İnternet, ufacık telefonlara da girince bu yanlış kullanımlar öyle çoğaldı ki… “Yahu, ne yapayım telefonda bu kadar yazılabiliyor. Önemli olan yazdığımın anlaşılması değil midir?” diye düşünenlere şunu demek isterim. Dil, bir ulusun en önemli unsurudur, temel direğidir.
Bunları yazarken üç gün önce bir paylaşımda gördüm. Eski Başbakan, sonra belediye başkanı adayı (Nasıl bir uygulamaysa bu?) okulların kapandığı bir günde bir sınıfa giriyor ve tahtaya şunları yazıyor. Cümleleri değiştirmeden yazıyorum: “ Sevğili Ogrenciler Başarılar ve İYİ TATİLLER”…İnanın yazılanları hiç değiştirmedim. Sonra yanındakilerin çekine çekine yaptıkları uyarılarla bazı noktaları yerine koyuyor. Büyük harfle, küçük harfle yazılmış hiç önemli değil. Bu yazı karşısında sınıftaki öğrenciler ne düşündü bilmiyorum; ama orada hazır bulunanlar epey terledi sanıyorum. Ülkemin başbakanı konuştuğu dilin yazımında dikkatli değilse başkalarına ne diyebiliriz?
***
O, rezilliği ayyuka çıkan evlenme programlarını kaldırdılar ya, şimdi pek çok TV kanalında anayı-babayı bulma, katili bulma, küskünleri barıştırma programları başladı. Sanki bu ülkede polis, jandarma, yargıç, savcı yok. Artık böyle olayları yaşarsanız sakın polise, yargıya gitmeyin(!). O kanallar sorununuzu çözer. Barışık aileleri birbirine düşürür. Ne kadar kavga ederlerse ekranlarda seyredilme oranı da o kadar artacaktır. Zaten küfürden, kaba sözden, anlatılanların yarısı biplendiği için olanı biteni anlamak da biraz zor.
"Memleketimden insan manzaraları"nı bu programlarda öyle net görüyoruz ki...
Eğitimi, öğretimi; bilimsellikten, akılcılıktan hızla uzaklaşan, etrafında pek dost komşusu kalmayan, toplumun giderek ayrıştığı güzel ülkemde umarım gelecek daha aydınlık olur.
................................................................................................
Numan Kurt

25 Ocak 2025 Cumartesi

"BİR KESKİN KALEM, BİR KIRIK GÖZLÜK"






 "Kimi ölüler bize ne kadar yakın,
  Yaşayanların birçoğu ne kadar da ölü."
                                       Uğur Mumcu
Uğur Mumcu için yazdım
"Karlı bir Ankara sabahında
Zalimler, kıydılar sana" diye
Anısına saygıyla paylaştım
***
Dürüst, araştırmacı, yolsuzlukların, haksızlıkların üzerine gözünü kırpmadan giden namuslu, vatansever bir gazeteciydi Uğur Mumcu. Öyle “devrimci” diye adlandırılıp da bu ülkenin kurtarıcısı, kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e olumsuz eleştiriler yönelten, “Kemalizm faşizmdir.” diyen, banka soymayı devrimcilik sayanlardan değildir. O gerçek bir yurtsever, gerçek bir Atatürkçüdür. Böyle olduğu için katledildi. Ona kıydılar; ama adı ölümsüzleşti. Bugün düşünce yapısı olarak onunla aynı çizgide olmayanların bile saygı duyduğu bir ad bıraktı.
"Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın"
Böyle demiş Âşık Veysel bu dünyaya ad bırakanlar için. Biz de o yiğit insanı, acımasızca aramızdan koparılan; ama adı ölümsüzleşen Uğur Mumcu'yu katledilişinin yıldönümünde "Senin gibi cesur gazetecilere çok az kaldı, onlara da hiç rahat vermiyorlar. Seni kahpece katlettiler; ama adın ölümsüzleşti." diyerek anıyoruz. Hem de yine bir 24 Ocak sabahında.
***
"Ben Atatürkçüyüm. Ben, cumhuriyetçiyim. Ben laikim. Ben antiemperyalistim. Ben tam bağımsız Türkiye'den yanayım. Ben insan hakları savunucuyum. Ben, terörün karşısındayım. Ben, yobazların, hırsızların, vurguncuların, çıkarcıların düşmanıyım. Araştırarak yazdığım hiçbir konuyu yalanlayamadınız. Öyleyse vurun, parçalayın, her parçamdan benim gibiler beni aşacaklar doğacaktır."
İşte bu adamdı Uğur Mumcu.
***
"Biz, siyaset bakımından karşıtlarımıza özgürlük tanımazsak birer gizli faşistiz demektir."
***
"Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım unutma bizi... Bir gün sesimiz hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım unutma bizi..."
***
"Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunamaz.."
***
"Cemaatlere, tarikatlara giren çocuklar otuz sene sonra general olacaklar, Cumhuriyete karşı ayaklanacaklar."
***
“Uğur Mumcu'nun inandığı düşünceler nelerdir? Bu korkusuz, araştırmacı gazeteci hangi fikirleri taşır?” diye sordum kendi kendime. Bunun yanıtını Nuri Çolakoğlu ile yaptığı bir röportajda buldum. Aşağıya tırnak içinde aktarıyorum.
Nuri Çolakoğlu:
"İnançlar, düşüncelerin önüne geçiyor yani bu anlamda. İnanç, düşünmeyi engelleyici bir şey...”
Uğur Mumcu:
“İyi tanımladınız. İnançlar, fetişizm haline geliyor. Sonra ona tapıyorlar. Ben görüş olarak sosyalist eğilimliyim. Yani emekçi sınıfların toplumda yönetimi ele almasını istiyorum. Bu ayrı bir konudur; kendi ülkemin içinde sürüklendiği kavgada sizi kan çanağına itenleri yakalamak ayrı konudur. Ben sosyalist bilincimi her gün artırıyorum. Fakat her gün de, bu Bulgarları teşhir etmeye çalışıyorum. Bunlar çok ayrı konular. Bizde sosyalist oldunuz mu, mutlaka ya Sovyetler'in adamı olacaksın ya Çin'in adamı olacaksın. Veya kapitalist oldunuz mu, Washington'un, CIA'nın adamı olacaksınız. Bunlar dünyadaki sistemler. Buna yakınlık da duyulabilir, nefret de duyulabilir. Ama bir insan kendi ülkesinin devrimcisi olmalı. Benim görüşüm bu, ulusal bağımsız sol! Ben sosyalist eğilimliyim, işçi sınıfının, emekçi sınıf ve tabakaların demokratik yollarla iktidara gelmesini istiyorum. Bu görüşümden hiç ama hiç vazgeçmedim. Ama öte yandan da, Türkiye'de, Kürtçülük, silahlı eylemcilik, yurt dışına bağımlı sosyalizm, yani benim "kançılarya sosyalizmi" dediğim TKP'cilik... Bunlara da karşı çıkıyorum. Ve Türkiye solunu da, bunların engellediğini sanıyorum.”
Evet, Uğur Mumcu, o yılların yanılgısı olan "Sovyetçi ya da Çinci solculuk" hastalığına kapılmamış,, bu ülkenin kurtarıcısı, kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ü bile küçümseyen solculuğa karşı durmuş, bölücülere sempati duymamış bir yurtseverdir.
Uğur Mumcu'nun ölüm yıldönümünde onun için söylenen “Uğurlar Olsun” türküsünden de esinlenerek aşağıdaki dizeleri yazdım.
ZALİMLER HEP PUSUDA
(Tek silahı kalemi olan yiğit insan Uğur Mumcu anısına...)
Bir ağıttır "Uğurlar Olsun" türküsü
Ve şu dizelerle başlar
"Bir pazar sabahıydı
Ankara kar altında"
Her dinleyişimde duygulanırım
O yiğit insan için birikir gözümde yaşlar
Kar altındaydı Ankara; beyaz, aydınlık
Hep pusudaydı zalimler yüzleri, özleri kapkara
Beyinleri karanlık
Bitmedi yıllar boyunca ucuz can pazarı
Vuruldu kahpece bu ülkenin aydınları
Gazetecileri, bilim adamları
Batırıldı, karartıldı yaz güneşleri
Kalemleri düştü ellerinden
Bulunamadı kalleşçe tetik çeken katilleri
Hiç yaklaşmadı yanlarına
Bu zalimlerin merhamet, insanlık
Kahpeler çevirince kontağı
Karardı birden Ankara'nın kar beyazlığı
Saplandı şarapnel parçaları ciğerine
Artık yoktu sol elindeki kalemi
Bir tarafta kırık gözlüğü
Bir tarafta vatan sevgisiyle çarparken durdu birden
Korkulara pabuç bırakmayan yüreği
Şimdi ekranlarda
Dinlerken “sahibinin sesi” açık oturumları
Sol elinde kalemi
Hep doğruları anlatan sözleri
Ve yıllar içinde haklı çıktığı öngörüleriyle
Bu yiğit yurtsever gelir aklıma
Yine seyredip dinlesem de
Onun gibi yürekli tartışmacıyı arada bul
Varamam o tartışmaların tadına
"Uğurlar olsun, uğurlar olsun
Hüzünlü bulutlar yoldaşın olsun
Bir keskin kalem, bir kırık gözlük
Yürekli yiğitlere hatıran olsun"
Dinlerken her seferinde bu türküyü, bu ağıtı
Ağlarım
Soyanları, çalıp çırpanları
İnsanları kutsallarıyla kandıranları gördükçe
O yiğitlere yanarım
***
24 Ocak günü iki değerli insanımızın daha ayrı yıllarda da olsa ölüm günü. İsmail Cem ve Ali Gaffar Okkan. Çok acı olan ise Uğur Mumcu ve Ali Gaffar Okkan'ın kalleşçe katledilmesi. İsmail Cem ve Ali Gaffar Okkan'ı da saygı ve rahmetle anıyorum.
..................................................................................
Numan Kurt
24 Ocak 2025

11 Ocak 2025 Cumartesi

AK KAĞIT ÜSTÜNDE ELLİ YIL ÖNCE








"Siyah kalemde ne varsa beyaz kağıda o yazılır."
William Shakespeare
Yıllar öncesinin siyah beyaz fotoğraflarına ne zaman baksam ak kağıt üzerindeki yüzler beni o yıllara götürür. Öğretmenlik yıllarımda her sınıfta öğrencilerime okuduğum, onların da ilgiyle dinlediği bir öykü gelir aklıma. Doktor-Yazar Muzaffer Hacıhasanoğlu'nun "BİR FOTOĞRAF CANLANIYOR" öyküsü. İşte o öyküde elektrik direğinden düşen bir işçinin çamura bulanan aile fotoğrafındaki kişilerin yaşadıkları anlatılır.
Bu öyküden esinlenerek ben de birçok eski siyah beyaz fotoğrafa dizeler yazdım.
***
DÜDEN'İN SERİNLİĞİ ALTINDA
"Düden suyu beyaz, gömlekler beyaz
Bedenler genç, yüzler aydınlık
Hep sevmişimdir bu siyah beyaz fotoğrafları
Herkes bir tarafta şimdi
Bir sofra sohbetinin özlemiyle kaldık"
İlk paylaştığımda
Bunları yazmışım yıllar önce
Düden suyunun altında çektirdiğimiz fotoğrafın altına
"Daha da yazmalıyım." dedim
Anımsattığı ne kaldıysa aklımda
Yıl bin dokuz yüz yetmiş beş
Bir okul gezisi
Biz birkaç öğretmen ve ortaokul öğrencileri
Gece yarısı otobüsümüz Kemer'de
Bir ormanlık alanda mola için indiriyor bizi
Ve ben yirmi dört yaşında orada görüyorum ilk kez denizi
Bu fotoğrafta Düden serinliğinin
Yüksekten akan su sesinin altındayız
Ben, Erdoğan Ünsal, Ahmet Şimşek ve Muzaffer Yıldırım
Yüzümüze dokunan su damlacıklarıyla bir aradayız
Can dostlar, şimdi uzaklarda her birimiz bir yandayız
Gezdik Aspendos'u, Antalya'yı, Aksu'yu
Yılan gibi kıvrılan sahil yolundan geçtik
Gördük sırayla Manavgat, Alanya, Anamur'u
Öyle otobüs, uzun yol mu gördü Anadolu kasabasının çocukları
Hepsinin içi bulandı
Benizleri solmuş, ellerinde naylon torbaları
Cennet, Cehennem derken
Döndük Orta Anadolu yönüne Mersin'den
İşte bu ve daha birkaç fotoğraf
Elli yıl öncesinden bize hatıra kaldı
Baktıkça onlara eski dostları andım
Duygulandım, ne geliyorsa içimden ak kağıda yazdım.
...................................................
“ASKER OLDUM PİYADE…”
Yıl bin dokuz yüz yetmiş beş
Isparta
Üç asker
Aynı okuldan, Selçuk Eğitim Enstitüsü’nden
Ben ve sınıf arkadaşım Kazım Dağdibi, Türkçe
Duran Deveci; köylüm, akrabam, Matematik bölümünden
Çalışırken genç öğretmenler olarak okullarımızda
“Kısa dönem askerlik çıktı.” dediler
“Yedeksubay olarak yapacaksınız, hem de dört ay”
Durur muyuz böyle haber duyarız da
“Kaçmaz bu fırsat!” dedik o yılın temmuzunda
Isparta kırkıncı alayda
Yedi bin beş yüz kişiyle birlikte
Fotoğrafta gördüğünüz üç askerdik
Kısa dönem de olsa kolay mı askerlik
Ha bugün ha yarın
Sanki yıllarca askermişiz gibi
Gazete haberlerine kanarak
Erken terhis bekledik
Yemekleri beğenmeyen koşardı fırına
Lahmacun kuyruğuna
Uzar giderdi kuyruk
Sıramız gelince de fazla vermezlerdi
Alırdık birkaç tane doyumluk
Kısa dönem diye merasim elbisesi de vermediler
Çarşı izninde dağılırdık binlerce asker
Sırtımızda talimde giydiğimiz elbiseler
Atış günleri tam bir komediydi
Tüfeği omzuna dayayan “Ateeeş!” emrini duyunca basar tetiğe
Kendi sırt üstü gider
Mermi nereye, hedef nere
Anlatacak daha neler neler var
Biter mi askerlikten anılar
Kafanızı şişirmeyeyim
Fotoğrafı görünce
“Yıllar nasıl da geçti!” dedim
Fotoğraf çok şeyler anlatıyor ama
Yine de birkaç dize yazmak istedim
.......................................................................
Numan Kurt
6 Ocak 2025


 

BİR ÖYKÜ, BİR FIKRA

 Ö ykü Aziz Nesin'den, fıkra Nasrettin Hoca'dan. Öykü de fıkra da ders veriyor bizlere. Güldürmekten çok düşündürüyor ikisi de. Aziz...