18 Kasım 2025 Salı

BİR HAYAL, BİR ÖZLEM



GEÇMİŞTEN GELECEĞE
(O köyler uzakta kaldı.)
“İnsan, âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar.”
“Deniz Türküsü” şiirinin son dizesinde böyle diyor Yahya Kemal Beyatlı. Yaşadığımız sürece, ömrümüzün son gününe kadar hayallerimiz hep vardır.
Belki size tuhaf gelecek; ama ben de küçülen, yüz elli haneden otuz kırk haneye düşen köyümüzle ilgili hayallerimi ve geçmişe dönük özlemlerimi yazdım. Başka hayallerimiz yok mu? Ohoo, istemediğin kadar. Hayal etmeden hayatın zevki mi olurmuş?
Köylerimizin, özellikle de kendi köyümüzün tükenişini “YIKIK DUVARLAR KONUŞTU” başlıklı yazımda anlatmıştım. Diğer köylere dönüş yapıp yerleşenler var; ama benim köyüme döneni ben duymadım.
Hep yaşananlar anlatılmaz ya! Bazen de böyle tuhaf hayaller, özlemler dökülür ak kağıda.
***
On yedi yıl önce ne bilgisayarım vardı ne de yazı yazmak gibi bir uğraşım. Köyümüz adına bir sitenin kurulduğunu öğrenince site kurucusu arkadaşım Turgut Temizyürek’in de isteğiyle “KÖYÜMÜ ANARIM” adlı ilk yazımı yazdım. Bu yazıyı ricam üzerine o zaman çalıştığım dershanedeki sevgili genç arkadaşlarım bilgisayara geçtiler, köy sitemize gönderdiler. O yazımda Necati Cumalı’nın “Selim’i Anarım” adındaki bir öyküsünden söz etmiştim. O öyküdeki Selim yoksul; ama yapıcı bir insandı. Davasına bakan avukatın yazıhanesini bile çiçek bahçesine çevirmişti. Dünyaya iyimser gözle bakan, yaşamı üretmek, çalışmak olarak algılayan bu adam benim hep kahramanım olmuştur. Çevremizde böyle insanlar çok olsaydı ülkemiz, çevremiz, doğamız çok daha değişik olurdu. Hele de benim çocukluk ve gençliğimdeki o ağaçsız, çeşmesiz, bahçesiz köyümde böyle insanlar ne kadar da gerekliydi.
Oturduğum sitenin bahçesi yemyeşil. Buraya ilk geldiğim yıl beni ziyarete gelen bir arkadaşımla buradaki çeşit çeşit ağaçlara bakarken arkadaşım bana, “Bunun adı ne, bunun adı ne?” diye soruyordu. Ben de “Ne bileyim, benim köyümde ağaç mı vardı, ben söğütle kavaktan başkasını bilir miyim sanki!” demiştim. Şimdi gittiğimde görüyorum köydeki birçok evin bahçesinde ağaç var. Bizim çocukluğumuzda, gençliğimizde hiç yoktu. Belki bir gün Selim gibi insanlar çoğalır da o bozkırdaki köyüm, şair Ziya Osman Saba’nın dediği gibi “Bir yer düşünüyorum yemyeşil/ Bilmem neresinde yurdun/ Bir ev günlük güneşlik/ Çiçekler içinde memnun” bir yer durumuna gelir.
O öyküdeki Selim’i anmışken yıllarca arkadaşlık yaptığım, her gidişimde de ziyaret ettiğim Mucurlu emekli öğretmen Muzaffer Yıldırım’dan da söz etmeden geçemeyeceğim. Mucur-Yücesan tesislerinin tam karşısındaki yol Mucur’un Şatıroğlu Mahallesi'ne gider. Yeşillikler içinde giderken köye girişteki ilk evden sonra arabanızı sağ tarafta durdurun. Derenin içine doğru yürüyün. Hani Orhan Veli demiş ya “Gemlik’e doğru denizi göreceksin/ Sakın şaşırma” diye. Siz de sakın şaşırmayın. Orada el emeği doğa cennetini göreceksiniz. Selam verip oturmaktan çekinmeyin. Hoş gönüllü Muzaffer Öğretmen’in çayı da hazırdır, başka içecekleri de. Sözüne sohbetine de doyum olmaz. Bunları yılların dostluğu ile iltifat olsun diye yazmıyorum. Gidin, kendiniz görün. İnsan eliyle doğada neler yapılırmış.
Bunca girişten sonra ben de köyümle ilgili geçmişe dönük özlemlerimi, geleceğe dönük hayallerimi o çok sevdiğim şiir-öykü tarzı anlatımımla yazayım dedim. Sitemize okumuşlarımızın, okuyanlarımızın yazdıklarını çok bekledim; ama herhalde boşuna bekleyeceğim. Bir yazının ille de edebi eser olması gerekmez ki! Yaz kardeşim. Bir anını yaz, babanı, anneni, dedeni, ebeni, tanıdıklarını yaz. Belki bundan sonra yazılır umuduyla oturup yazıyorum.
Bazen derim ki kendi kendime
"Çıksam şu Kırlangıç’ın tepesine
Başka seyredecek tepe mi var
Baksam bozkırdaki köyüme
Söğütler, kavaklar, gürgenler arasında
Yalnız kırmızı kiremitli evleri görsem
Yeşillikler içinde"
Hayal kurarken özlemlerim de gelir aklıma
Dönsem o yıllara
Sabah güneşi yükselirken
Anamın göçmen sobasında pişirdiği
Peynirli, onun yüreği gibi sıcacık kömbelerden yesem
Üst gözünde sobanın fokur fokur kaynayan çaydan içsem
Yurdumun yemyeşil köylerinde olduğu gibi
Köyüme yerleşmiş emekliler
Köy odasının önünde
Çay, kahve, ayran içiliyor
Söğütlerin altında
Ekinlerden, pancardan anlatsınlar
Siyasetten, ekonomiden dem vursunlar
Sağlık, mutluluk içinde
Baharda, yazda
Hele de kış aylarında
Köy odalarında, Alişen Emmi’nin dükkânında
O sekiz köşe kasketli köylülerimin sohbetlerini
"Ver oradan elli kuruşluk şeker sucuğu!" deyişlerini
Kadınlarımızın, gelinlerimizin
Kapı önü serpenekte
Kirman eğirip çorap örüşlerini
Özlerim
Her evde artık bilgisayar var
Baba, sabah sabah gazeteleri okuyor
Anne mi, o da merak etmiş
Yemek pişirme konusunda
Bilmediklerine bakıyor
Köyde oturup kalmıyor emekliler
Yurdunu tanımak için
Turlara da katılıyor
Oynamayı ben pek beceremezdim ama
Ne de hoşuma giderdi
Komşu köylerle yapılan
O kale direksiz sahalardaki futbol maçları
Köyün tek minibüsüyle ya da
Traktör vagonetine oturup maça gitmeyi
Özlerim
Yarın bilmem kimin doktor oğlu
Köye gelecekmiş
Emeklileri, çocukları
Sağlık kontrolünden geçirecekmiş
Haftaya da ziraat profesörü
Meyvecilik, buğday yetiştirme konusunda
Bilgi verecekmiş
Köyün kalkınması için de herkes el ele vermiş
Tek gözlü, iki gözlü odalarda
Üç beş köy çocuğu
Okurduk kentte kasabada
Köye gelince haziranda
Başaklanan ekin tarlalarında
Bekçi korkusuyla yolduğumuz ekinlerden
Firik ütmeyi özlerim
Ne geçmişin özlemine ne de geleceğin hayaline
Saplanıp kalmadım
“İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar” diyor ya şair
Kimi severek okur bunları
Kimi de güler geçer
Benimki de böyle bir uğraş işte
Anlatmanın zevkini başka şeylerde
Bulamadım
............,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
Numan Kurt
19 Kasım 2025


 

5 Kasım 2025 Çarşamba

MUTLULUKLARLA, ACILARLA GÜZELSİN HAYAT



 


"Ne kadar yaşarsan yaşa
Sevdiğin kadardır ömrün"
Can Yücel

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Ataol Behramoğlu

Şiirimizin iki ustasından aldığım dizelerle başladım yazıma. İlk iki dizede şair diyor ki "İçinde sevgi yoksa ömrün kaç yıl olursa olsun yaşamış sayılmazsın."
Diğer dizelerde de Ataol Behramoğlu, "Şimdiye dek yaşadıklarından ders alarak bundan sonra yaşadıklarını yoğun yaşayacaksın."
Geride kalan yetmiş dört yıllık hayatımın içinde elbette sevgi var; ama her şeyi yoğun yaşadım mı işte ona her zaman "Evet!" diyemem.
Tüm hayatımı bu satırlara sığdıracak durumda değilim. O zaman dedim ki kendi kendime "Yaşadıklarımdan aklıma gelenleri seçeyim, o da bu yazımın konusu olsun. İlle de serüven filmlerindeki olaylar gibi olması şart değil."

Nedir ki hayat? En açık anlatımıyla, en kısa söyleyişle doğumla ölüm arasıdır. Nefes alabilmek, güneşi, doğayı görebilmek, okumak, çalışmak, dostlar edinmek; acı tatlı olaylar yaşamak... Kimileri için kısa, kimileri için uzun bir zaman. Akıp giden bir zaman. Doksan yıl da yaşasan geriye dönüp baktığında “Göz açıp kapayıncaya kadar geçti.” dediğin, adı “ömür” olan süre.
Bu güzel hayatı olumsuzluklarla çirkinleştirmek yerine, sevgiyle, hoşgörüyle, üretkenlikle güzelleştirmek gerekir.
Halk ozanımız Âşık Veysel'in bir şiirinde dediği gibi "iki kapılı han" ve biz orada "gündüz gece" gidiyoruz. Bir gün ne gündüz kalıyor ne de gece.
Yaşar Kemal'in "İnce Memed" romanını okuyanınız çoktur. Orada İnce Memed'in kaçak grubundan Recep Çavuş yaralıdır. Her gün ortalık karardığında "Bugün de akşam oldu. " der. Sonra da şu sözü ekler: "Bir gün akşam da olmayacak." İşte böyle, ne olursan ol bir gün bitecektir hayat.
Nimetlerinden, güzelliklerinden yararlandığımız ya da yararlanamadığımız bu "hayat" denen süreyi yaşarken gösterişsiz bir hayatın içinde bile olsak gülünç, tuhaf olaylar da başımızdan geçiyor. Tamamladığım yetmiş dört yıldan geriye dönüp baktığımda çok da ilginç olmayan yaşamımdan bana göre bazı ilginçlikleri, rastlantıları anlatmak istedim.
Televizyonda Anadolu'nun değişik yörelerdeki yaşlı insanları, onların yaşadıklarını anlatan "Ömür Dediğin" adlı programı ilgi ile seyrederdim. İşte ben de ömrümden birkaç anekdotu şu hayat pahalılığının, adaletsizliğin, halk için zor günlerin sıkıntısından sıyrılıp yazıyorum.

***
Yıllarca değişik okullarında Türkçe öğretmenliği yaptığım Mucur'dan Ankara'ya geldiğim 1995 yılında, ne için gittiğimi hatırlamıyorum, Ulus'tayım. Atatürk ve Mehmetçik heykelinin bulunduğu noktadan karşıya geçeceğim. Arabalar için kırmızı ışık yandı, bir otomobil tam ben geçeceğim sırada önümde durdu. Sağ taraf camı açtı sürücü, bana dönerek yüksek sesle:
-Vay ağabeyim sen buralarda mısın? Atla arabaya!
Karşıya geçmekten vazgeçip camdan içeriye baktım.
-Kimsiniz, sizi bilemedim.
-Ağabey, şimdi bize yeşil yanar, hemen atla arabaya, giderken konuşuruz.
Öyle heyecanlıydı ki "Kesinlikle beni iyi tanıyor, bineyim bakalım." diye düşünerek arabaya bindim. Çankırı Caddesi'nden aşağı doğru gidiyoruz. Bakıyorum tanıdığım biri değil. Arkada, annesi olmalı, yaşlı bir kadın oturuyor. Sürücüye bakıyorum, hiç görmediğim birisi. O da bana bakıyor ve utanmış durumda:
-Ağabey çok özür dilerim, yıllardır görmediğim, çok sevdiğim Mahmut ağabeye o kadar benziyorsunuz ki...
-Doğrudur; ama ben Kızılay'a gidecektim, şimdi nereye gidiyoruz?
-Lütfen affedin beni, ben ilk uygun yerde geri dönüp sizi Kızılay'a bırakırım.
-Olur böyle şeyler, sen beni burada bırak, ben otobüsle giderim.
-Yok yook, kesinlikle olmaz. Heyecanla bir halt ettim. Sizi burada bırakamam.
İlk kavşakta dönüp beni Kızılay'a kadar götürdü ve birkaç kez de özür diledi.
Ben de bunu evde anlattığımda çocukların alay konusu oldum. "Aman baba, sakın ha öyle her kapıyı açan arabaya binme!" diye gülerek benimle kafa buldular.

***
Yirmi altı yıl ortaokul ve liselerde Türkçe-Edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra 1998'de emekli oldum. İki yıl o zaman sayıları az olan bir özel okulda, yedi yıl da üniversiteye hazırlık kursları veren dershanelerde çalıştım. O yıllarda bu dershanelerin çoğu Kızılay ve çevresindeydi.
Bir akşam elimde siyah çantam metroyla Batıkent'teki evime dönüyorum. Yanımda ufak tefek bir adam uyukluyor. Yorgun olduğu belli, kafa öne doğru gidip geliyor. Bir ara yüzü hafifçe bana doğru döndü. "Allah Allah!" dedim, "Ben bu adamı bir yerden tanıyorum; ama nerden?" derken öne doğru eğilip yüzüne baktım. Evet kesinlikle Ebubekir Gök'tü bu uyuyan adam. Kim mi Ebubekir Gök? 1972 yılında Türkçe öğretmeni olarak atandığım Muş-Bulanık-Karaağıl İlkokulu'nun müdürü. Okulun açılışından benim oraya varış süreme kadar okula o bakmış yönetici olarak. Kırk yıl sonra onu metroda hem de uyurken görüyordum.
"Ne derse desin!" dedim, dirseğimle koluna hafifçe dokundum. Zaten tedirgin uyuyan Ebubekir Bey birden bana döndü, "Ne oluyor?" dercesine baktı.
-Özür dilerim, sizi uyandırdım. Ben sizi tanıyorum Bekir hocam, bakın bakalım siz de beni tanıyacak mısınız?
Baktı baktı uykulu gözlerle:
-Yook, ben sizi tanıyamadım
-Tanıyamazsın elbette, o zaman saçları olan, böyle göbeği olmayan bir gençtim. Aradan kırk yıl geçti.
-Tamam da hele söyle kim olduğunu!
-Köyünüze açılan ortaokula ilk gelen öğretmeni hatırladın mı? İşte ben o kişiyim.
-Vay Numan hocam, sen misin gerçekten?
-Şimdi bildin işte!
İkimiz de ayağa kalktık ve vagondaki insanların meraklı bakışları arasında sarıldık. İnince de uzun süre yakın bir kafede söyleştik. o günleri andık. Emeklilik günlerinde oğlunun eczanesinde kasaya bakıyormuş, o nedenle yorulduğundan söz etti.
Ebubekir Gök yakın zaman önce vefat etmiş. Facebookta onun köyünden bir öğrencimin paylaşımından öğrendim. Oğlunu arayıp rahmet diledim.

***
Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulu son sınıftayız. Yatılı öğrencileriz. Akşam yemekhanede yemek yerken ilk kez gördüğümüz yeni atanan bir öğretmen masamıza yaklaştı. Nöbet görevinde olmalı ki masaları dolaşıyordu. Bir arkadaş "Hocam, adınızı öğrenebilir miyiz?" diye sorunca "Otur yerine, yırtık d...dan çıkar gibi çıkma!" dedi, hepimiz bir tuhaf olduk. Yeni gördüğümüz, sonradan beden eğitimi öğretmeni olduğunu öğrendiğimiz bu kişinin davranışı bizi çok şaşırtmıştı.
Aynı akşam etüt saatinde bu öğretmen üst kattaki son sınıfları dolaşırken bir arkadaşa yumruk sallamış. Biz etütteyiz, arkadaşın bağırtısı duyulunca herkes koridora fırladı. Kalabalıkta herkes kahraman ya, ne olduğunu bile tam bilmeden tüm öğrenciler sokakta, valiliğe gidiyoruz gece vakti. Bu arada bir haber yayıldı, "Osman Karagülle okulun arabasıyla geliyormuş!" dediler. Hepimiz birden geriye dönüp kendimizi yataklara zor attık.
Ertesi sabah duyduk ki, müdür o öğretmeni otobüse bindirip göndermiş. Gidiş o gidiş.
İşte bu olaydan sonra okulda otuz kadar öğrenci yurdum çeşitli bölgelerindeki öğretmen okullarına sürüldü. Bunlardan biri de sınıf arkadaşımız Ahmet Çetinkaya idi. Onun gideceği gün okulun önündeki platformda aşağıdaki fotoğrafı çektirmişiz hatıra olsun diye. Dört kişiyiz fotoğrafta: Zihni Yıldırım, Numan Kurt, Ahmet Çetinkaya ve Ali Yılmaz.
"Eee ne var bunda?" diyebilirsiniz. İlginç olan şu: Kırk sekiz yıl sonra 1969 mezunları olarak 18 Mayıs 2017'de Kırşehir'de buluşunca aynı kişiler aynı fotoğrafın altındaki diğer fotoğrafı çektirdik ak saçlı dedeler olarak. Aynı sıraya dizilmemek tek hatamız olmuş.

***
1991 yılı Mart-Haziran ayları arasında İstanbul Çapa'da bir kurstayım. Öğleden sonraları kurs yok, kentin değişik yerlerinde geziyorum. Bu arada Selçuk Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü'nde üç yıl aynı sınıfta olduğumuz bir arkadaşımızın İstanbul'da görev yaptığını duymuştum. Onu bulmak, görmek istedim. Ne adresi var ne de telefonu.
Bir arkadaşımı Üsküdar'a ziyarete gittiğimde gözlüğümün düşen pimini taktırmak için bir gözlükçüye girdim. Gözlükçü bir müşteriyle konuşuyordu. Doğu şivesiyle Bitlis'ten söz ediyordu. Onların konuşması bitip diğer müşteri gidince sordum adama:
-Kulak misafiri oldum, Bitlislisiniz galiba.
-Evet beyefendi.
-Gözlüğümü tamir ettireceğim; ama belki tanırsınız diye sorayım. Benim Bitlisli bir arkadaşım vardı, Necip Hatipoğlu, o da İstanbul'da görev yapıyor, belki de memleketlisi olarak tanırsınız diye düşündüm.
-Tanırım, ama nerede kalır bilmiyorum. Amcasının oğlunu daha iyi tanırım. Onunla birlikte bir iki kez görmüştüm. Amcasının oğlu Mustafa, İş Bankası Taksim Şubesi'nde memur. Onu bulursanız size gerekli bilgiyi verir. Karşı yoldan giden dolmuşlar sizi oraya götürür.
-Teşekkür ederim.
Gözlüğümün pimi takıldı. Adamın tarifi üzerine o bankaya kadar gittim. Necip'in amca oğlunu buldum. Uzun sorgulamalardan sonra arkadaşımın çalıştığı okulu söyledi. Ben de okuldan biliyordum ki arkadaşımızın ailesinin memleketlerinde kan davaları vardı. Yerini söyleme, beni tanıma konusundaki sorgular bu yüzdendi.
Nişantaşı Kız Lisesi'ne giderek arkadaşımla buluştum, özlem giderdik. O akşam da beni evinde konuk etti.
Hayat böyle. Daha anlatacak neler neler var. Sakın ha! "İstanbul gibi bir kentte adressiz, telefonsuz arkadaş bulunur mu?" demeyin. Az görülecek bir tesadüfle ben buldum.

***
Yazımı ünlü şairimiz Nazım Hikmet'in şu dizeleriyle bitireyim:

Yaşamak ne güzel şey
Kuşların kanat çırpınışlarına öykünüp uzaklara dalmak
Ve bir annenin şefkatinde doğayı anlamak ne güzel
Hırçın denizlerde serinlemek, güneşin alnına damlamasını hissetmek
Bir bebeğin minik kolları ile gökyüzünü kucaklamasını izlemek ne güzel
Yunusların dansını, çiçeklerin reveransını
Ayın suya yansımasını görmek ne güzel
Yaşamak güzel şey mirim
Her şeye rağmen güzel
***
Sağlıklı, mutlu yaşamanız dileğiyle...
...........................................................
Numan Kurt
5 Kasım 2025

1 Kasım 2025 Cumartesi

EEMEKLİLİK GÜNLERİMDE




 

Çalışmasam da yağlıboya, suluboya resim
İlgim ve biraz da becerim vardı desen çizmeye
Resim öğretmenimiz Sabri Bey
Ders dışında da çalışma yaptırırdı
Çağırırdı bizi yemekhanenin altındaki atölyeye
Anlatmıştım bir yazımda nedenini
Resim öğretmeni olmaya heveslenirken
Türkçe öğretmeni oldum
Geçti gitti yıllar
Yazılı kağıtlarıyla boğuşurken
Resim yapmayı, desen çizmeyi de unuttum
Biz, kırk sekiz yıl sonra
Aynı okul mezunları iki bin on yedide
Buluştuk Kırşehir'de
Bir fotoğrafını çekmiştim Ali Yılmaz’ın
Kim mi Ali
Sınıf arkadaşım
Yazı da yazmıştım ya onun için
“OKUL NUMARANI UNUTMADIM ALİ” diye
Bir süre geçti aradan
Dedim “Bir de çizgilerle portresini yapayım bizim Ali’nin”
Yüz çizgileri, hele burun uygun ya
Bir resim kağıdı bir de kara kalem aldım elime
Ali'nin kara kalem portresiyle başladık işe
Az çok kotarınca bu işi
Arkadaşlar, akrabalar, öğrencilerim kafamda girdi tek tek sıraya
Kimi istedi, kimini haberi olmadan çizdim
Eh, ne geldiyse elimden, kalemimden
Resmettim ak kağıda gönderdim
Resmin üstüne de ekledim
“Bu da benden size hatıra”
İşte böyle
Şu emeklilik günlerimde
Bir uğraş daha buldum kendime
Bir gün de dedim ki
“Bir de çiz kendi suratını
Bakalım başarabilecek misin”
Hani bizde surat geniş, çizgiler belirgin değil ya
Oturdum yine de çizdim cemalimi
Siz de görün çizgilerle resmedilmiş halimi
Yalnız çizmek olmadı uğraşım
Yaşadıklarımdan, gördüklerimden, düşüncelerimden
Yararlandım bölük pörçük
Yazdım
Üç yüze yakın yazı çıktı ortaya
Bir öyküsünün sonunda der ki Necati Cumalı
"Hikâye mi arıyorsun şu dünyada
Çal şu kapıyı, ne hikâyeler çıkar karşına"
Hani o duygulu türkü de demişler ya
"Geçip gidiyor ömür dediğin" diye
Ben de bu uğraşlarla bakıyorum hayata
.................................................................................
Numan Kurt
1 Kasım 2025

CUMHURİYET, ATA'DAN BİZE EMANET



CUMHURİYET
ATA'DAN BİZE EMANET
Eğilmez başımıza taç yaptık hürriyeti
Zaferle kalbimize yazdık Cumhuriyeti
Ö. Bedrettin Uşaklı
Sonsuza dek yaşasın Türkiye Cumhuriyeti. Bilimde, teknikte, eğitimde, sağlıkta gelişsin, değerlerini korusun, mutluluk içinde yaşayan halkımızın değişmeyen yönetim biçimi olsun.
Yıllar öncesinden iki fotoğrafa dizeler yazarak kutlamak istedim Cumhuriyet Bayramı'nı.
İlk fotoğraf Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulu öğrencilerinin 1968 yılında bayram törenine gidiş fotoğrafı. İkinci fotoğraf Mucur Ortaokulu ve Mucur Lisesi öğretmen ve öğrencilerinin Cumhuriyet'in 50. yılı kutlamalarında Mucur pazar yerindeki fotoğrafları.
KUTLAMA YOLUNDA
Solgun, eski; ama duygu dolu bir fotoğraf
Yürüyoruz okuldan çarşıya
Cumhuriyet Bayramı kutlamaya
Boy sırasına dizmişler bizi
Uzunlar ön sırada
Kıyafetler düzgün, başlar dik
Gururluyuz bu en büyük bayramda
Ön sırada bildiklerim
İkinci kişi Ali, sonra Ünsal, Numan, Bülent, Kazım, Yekta ve Mehmet
Bakışlar ciddi, adımlar düzgün, yürekler atıyor
Ayakkabılar mı, onlar yine toprak rengini almış, boyasız
Ama bizler yürekleri vatan, bayrak, Atatürk sevgisiyle atan
Cumhuriyet çocuklarıyız
O günün bayramları coşku verirdi bize
Gururla geçerdik resmi geçitlerde
Yok artık o heyecan, sıradan oldu artık kutlamalar
O bayramlar nerede
***
CUMHURİYET'İN 50. YILINDA
Hava soğuk; ama yürekler sıcak, heyecan dolu
Cumhuriyet'in ellinci yılını kutluyoruz
Mucur meydanında
Ortaokul, lise öğretmen ve öğrencileri
Ak kağıt üstünde bir fotoğrafta
İlçe yöneticileri bayramı kutlar
Söylenir İstiklal Marşı hep bir ağızdan
Konuşmalar, şiirler, oyun gösterileri
Ve sonra başlar dik, göğüsler ileri geçit töreni
Duygulu, onurlu bir günü yaşamıştır
Kasaba halkı ve Ata'nın vatanı emanet ettiği
Ülkemin geleceği, sevgili gençleri
Zaman zaman bakarım bu fotoğrafa
Birçok arkadaşım artık yok hayatta
Şu emeklilik günlerimde
Özlemimdedir o yıllar
Ama çok uzaklarda kaldılar
............................................................................
Numan Kurt
28 Ekim 2025


 

13 Ekim 2025 Pazartesi

GÜZELLİKLER, DEĞERLER YOK MU OLUYOR ?






 

Öyle çoğaldı ki mutsuzluk veren olaylar
Hangi birini yazayım
Düşündüm, taşındım; dedim ki kendi kendime
Şu anda aklıma gelenleri anlatayım
Belki sinirlenirdik, tuhaf gelirdi bize
Yaşlı annelerimizin, babalarımızın oturdukları yerden kalkışları
“Canım ne var bu kadar oflayacak puflayacak
Bu kadar da ağır kalkılır mı oturduğun yerden?” diye
Meğer ne haksızlık edermişiz
“Siz de bir gün bizim yaşımıza geleceksiniz.” kahrını
Hiç mi dinlememişiz
İşte geldi yaşımız onların o zamanki yaşına
Başladı şikâyetler
“Kolum ağrıyor, omuzum tutulmuş, gece hiç uyumadım…”
Ve daha neler neler
Oysa ben
Severdim mutluluk anlarını yazmayı
Beni mutlu eden ne kadar sıradan yaşanmışlık varsa
Onları sizlere anlatmayı
Nereden esti bilmem
“Yoook yok!” dedim bugün
Öyle her mutsuzluğumu anlatacak değilim
Yazımı okuyan da diyecek "Bu adam da böyle her şeyden mutsuz mudur?"
Olur mu canım, mutluluklarım da çok ama
Ne zaman şu güzelim ülke esenliğe ulaşır
İşte benim gibi düşünenler daha mutlu olur
Oysa ne durumlara düştük
Öyle her şeyden mutluluk çıkaracak hal mi kaldı
Bakın bir çevrenize
Nerede kaldı o aydınlanma yıllarının
Siyah beyaz fotoğraflara yansıyan sadeliği
Şaşırıyorum bazen
Burası Türkiye mi
Yoksa bir Arap ülkesi mi?
Boşuna mı demiş atalar
“Ne Arap’ın yüzü ne Şam’ın şekeri"
Kirli sakallı, kara sakallı gençler
Ne kılık kıyafette bir uyum
Ne konuşmalarda bir düzgünlük var
Küfür olmuş her cümlenin virgülü, noktası
Her ortamda elden düşmeyen telefonlar da cabası
Böyle derken suçlamak da istemem
Ülkenin geleceği, çoğu pırıl pırıl gençleri
Onlardan ayrı tutarım ne yaptığını bilmeyenleri
Aklımın köşesinden geçmezdi
Öğretmenlerin, toplumun insanla uğraşan örnek kişilerinin
Böyle kravatsız, takım elbisesiz, kılıksız kıyafetsiz sınıfa gireceği
Onu da yaşadık
Bizler, girdiğimiz her okula
O okulun formasıyla başlardık
Gün geldi öğretmen olduk
Takım elbiseyi, kravatı görevde hiç çıkarmadık
Ne derseniz deyin bana
“Tutucu, kuralcı, eskilerden kurtulamamış”
Ne derseniz deyin
Ne öğrencinin ne de öğretmenin
Ben bu kıyafet başıboşluğundan hoşnut değilim
Şimdi omuz omuza
Birbirlerine olmadık lafı söyleyenler meydanlarda
“Hesap sormazsam namerdim” narası atanlar
Ve bu sözü söyleyenlere
“Sen kimsin?” diyenler
Sıralasam yıllar içinde karşılıklı ağır sözleri
Sayfa mı yeter
Kim mi bunlar
Adlarını yazmaya ne gerek var
Hani o meşhur söz var ya
“Arif olan anlar.”
Memleketinin derneği adına
“Anıtkabir’de buluşma” duyurusunu paylaşmış bir eski öğrencim
Altına, yorum kısmına Atatürk’e hakaretler yağdırmış bir aymaz
O kadar da çoğalıp cesaretlendiler ki
Hepsi din taciri, hokkabaz, madrabaz
İşsizlik, hayat pahalılığı, açlık sınırı altında yaşayanlar
Ve bir azınlık, ülkenin kaymağını paylaşanlar
Arabanız duruyor kırmızı ışıkta
Hemen bir çocuk
“Amca bir ekmek parası” diyor
Ya da kelle koltukta mendil, su satıyor
Bakın sokaklara, mahalle aralarına
İnsanlar kir pas içinde çöplerde
Atık madde arıyor
Sıralamakla tükenir mi olumsuzluklar, sayfalar tutar
Anadolu'da bir söz var
"Tuturuk da bizim köye kahya oldu." diye
Anlatılan şu ki, bir kadın köyüne muhtar olmuş geçmiş yıllarda
Onun için söylenmiş bu söz
Olur ya ne var bunda
Kimler neler olmuyor günümüzde
Şehitlerin kanında eli olanlar
Sakın şaşırmayın, şimdi "kurucu önder😡" oldular
Her olaya “at gözlüğü” ile bakanlardan değilim
“Doğru, yalnız benim doğrumdur.” diyenlerden
Hiç değilim
Ama sen, vatanını seviyorsan
Ömrünü yurduna adamış Atatürk’ü de seveceksin
Önder olan odur, bölücü başına "önder" demeyeceksin
Şehit yakınlarını, gazileri, Türk halkını üzmeyeceksin
Aklın yolu bir
Tüketmekten çok üreteceksin
Hep ileri mi atacaksın adımlarını
Bilimin, aklın değerini bileceksin
........................................................................................................................
Numan Kurt
13 Ekim 2025

3 Ekim 2025 Cuma

"ZAMANE"DEN "GÜLDÜR GÜLDÜR"E




Gülmek en etkili ilaçtır
Ne haliniz varsa gülün!😄
Yazılarımda zaman zaman ülkemizdeki yönetime bağlı olumsuzlukları uygun bir dille eleştiririm. Hayat pahalılığını, işsizliği, emeklilerin, çalışanların geçim zorluğunu, adalet terazisiniz bozulmasını, kayırmacılığı, eğitimin bilimsellikten uzaklaşmasını ve bana göre başka sıkıntıları. Benim yazmam kimi, neyi etkiler? Kendi halinde bir emekliyim. En azından düşündüklerimi yazarak kendim rahatlıyorum.
Bugün de dedim ki "Seni mutlu eden, en azından rahatlatıp gülümseten hiç mi bir şey yok, bir de onları yaz!"
Şimdi televizyon kanallarında bol bol dizi reklamı var. Büyük çoğunluğu entrikalarla, kötülüklerle, silahlı çatışmalarla, aldatmalarla dolu diziler. Seyredenleri germekten, özellikle yeni yetişenlere kini, sevgisizliği, aldatmayı öğretmekten öteye gitmeyen bu dizileri anlatacak değilim. İlgiyle izlediğim türkü programı "Zamane"den ve güldüren program "Güldür Güldür"den söz edeceğim.
***
Uğur Önür ve Umut Sülünoğlu; onlar için söylenen iki cümle:
“Yerelden evrensele giden müzik yolculuğunda, Anadolu'nun eşsiz türkülerini çalıp çığırmaktadır”.
“Mesleği olan müzisyenliği severek icra eden hayranlarının beğenisini toplayan usta bir müzisyendir.”
Kimler için söylenmiş bu sözler? Onları belki benim gibi sizler de büyük beğeniyle izliyorsunuz. Sevdiğiniz türküler bir yana, pek ilginizi çekmeyen türküleri bile o kadar güzel, uyumlu, keyifli söylüyorlar ki “Bu türkü de bu kadar güzel miymiş?” diyorsunuz.
İlk söz Uğur; ikinci söz Umut için söylenmiş.
Bu ikiliyi ve onlara değişik enstrümanlarla katkıda bulunan çok sempatik arkadaşlarını her hafta TRT MÜZİK'te dinliyorum. Pazar günleri de gece yarısından sonra programları “Zamane”nin tekrarı var.
***
Saz çalan, türkü söyleyen, türkü üreten can arkadaşım Öner Pehlivan, Didim'e gelmişti. Geldiği gün sormuştum ona Erol Okçu arkadaşımızın balkonundaki masada söyleşirken:
-Öner, sen TRT MÜZİK dinliyor musun?
-Evet dinlerim.
-Kardeşim orada “Zamane” diye bir program var.
-Ne diyorsun sen, ben bayılırım Uğur Önür ile Umut Sülünoğlu'na.
-Sen mi, ben mi? Sen türkülerle iç içesin. Dinlemen ve beğenmen çok doğal. Oysa dinleyiciden öteye gitmeyen ben de mest oluyorum onları dinlerken.
-Umut Sülünoğlu'na türkülerimi gönderdim; ama henüz bir yanıt gelmedi.
-Onlar çok meşgul insanlar, görmemiştir.
-Ben de öyle düşündüm.
-Yahu Öner, tek ya da ikili olarak söyledikleri her türküyü zevkle dinliyorum. Vücut dilleri de çok etkileyici. Bir de ben hayatım boyunca çok az süreler içinde bıyıklı olmuşumdur. “Neden bırakmıyorsun?” diyenlere şaka yollu “Çorba bulaşıyor (!)” derim. Sana da yakışıyor; ama bu Uğur Önür'e de o kara pos bıyık ayrı bir hava veriyor.
-Benim bıyıklara hiç bir şey demiyorsun ama!
-Eh, kafanın çıplaklığına karşı ağız burun arasını kır bıyık doldurmuş.
-Gençlik uçtu gitti, ne yapalım kardeşim!
-Bir de şu her türlü vurmalı aletleri çalan Şakir'e gülüyorum. Çok sempatik.
Böyle söyleştik. Oğlunun rahatsızlığını duyunca geldiğinin üçüncü günü İstanbul'a döndü Öner. Ne diyelim? Görüşme kısa oldu; ama önemli olan arkadaşımızın oğlu sağlıklı olsun. Ömrümüz oldukça bu güzel insanla daha çok buluşuruz.
“Umut Sülünoğlu ve Uğur Önür'ü neden yazdınız?” derseniz; ben de “Siz de onların programını kaçırmayın!” derim efendim.
***
Yukarıda sözünü ettiğim türkü programı bir de çok başarılı güldürü programı “GÜLDÜR GÜLDÜR” olmasa kapatacağım televizyonun düğmesini. Geçmiş yıllarda, hoş görünün, eleştiriye olumlu bakmanın olduğu yıllarda başta Levent Kırca'nın "OLACAK O KADAR"ı olmak üzere ne güzel güldürü- eleştiri programları vardı. Rahmetli yaşasa da bugün yapsaydı bu parodileri şimdi kesin içeride olurdu.
“Sen, açık oturum, tartışma gibi programları izlemez misin?” diyenlere “Yandaş kanallarda aynı dilli düdükler ötüyor, diğer az sayıdaki kanallarda izliyorum bazen, ama karamsarlık daha da artıyor. Onlara da kulak verdikleri yok zaten.”
Umut Sülünoğlu ve Uğur Önür'ün programlarının birini izleyince bunları yazmak istedim. Yurdun dört bir yanından; Kırşehir'den, Ankara'dan, Burdur'dan Çorum'dan kısacası her yöreden türküleriyle, sazları, zurnaları, gitarları, darbukaları, kabak kemaneleri ile bayılıyorum onlara.
***
Gülmek bir gereksinimdir. Ömrümüz somurtmakla, üzülmekle mi geçsin? Adına uygun olarak bizi güldüren tek program güldürü ustası Kemal Sunal'ın oğlu Ali Sunal'ın yönettiği "GÜLDÜR GÜLDÜR"
“Güldür Güldür”ün çok başarılı oyuncularını görünce daha oyuna başlamadan “güldür güldür” oluyorum.
Şu sıralarda toplumsal, yönetimsel aksaklıklara çok keskin olmasa da oyunlarında değinen televizyonlardaki tek komedi grubu. Eleştiri yapmasalar bile gösterilerinde bütün oyuncular tek tek çok başarılı.
Benze program olan "ÇOK GÜZEL HAREKETLER BUNLAR", "GÜLDÜR GÜLDÜR"ün yanında çok acemice ve sönük kalıyor.
İnanın skeçlerdeki adlarıyla Naime, Bilal, Mesut, Kudret, Hayati gibi isimleri görünce oyun başlamadan gülüyorum.
Bunca olumsuzluğun içinde bana keyif veren iki güzel programdan da söz etmek istedim.
Cumhuriyet yüz yıl sonra aydınlıklar, güzellikler getirsin. Biz geçtik gidiyoruz. Kaygımız çocuklarımız, torunlarımız için.
............................................................................................................
Numan Kurt

 

2 Eylül 2025 Salı

EYLÜL GELDİ , BARIŞ ORTADA YOK





Bugün "Dünya Barış Günü". Çocuklar açlıktan ölürken, yağdırılan bombalarla öldürülürken, bir çok ülke savaşın içindeyken, aynı ülkede yaşayan insanların bile barış içinde yaşamadığını görünce yazıma bu başlığı koydum.
"Barış!" Söylenişi bile kulağa hoş gelen sözcük; ama biz şu yeryüzünde "barış"ı tam olarak göremeden göçüp gideceğiz. "Neden?" derseniz, başka kanıta gerek yok. Silaha harcanan para, silahlanma yarışı bunun en belirgin kanıtı.
Yine de umudu kesmeden "Dünya Barış Günü" kutlu olsun diyelim.
Sözü "eylül" ile sürdürelim.
Didim, güzel bir tatil yöresi. Doğal güzelliği, sayısız koyları, temiz denizi ile giderek büyüyen bir ilçe.
Buraya gelecek arkadaşlar bana "Didim ne zaman güzel?" diye sorduklarında "Eğer size uygunsa eylülde gelin. Eylülde kalabalık azalır, sıcak günlerin yerini serin günler alır, deniz daha sakin ve temizdir." derim.
***
"Keder mevsimidir eylül
En güzel ayıdır güzün
Boşuna değildir ayvanın sararması
Yaprak dökmesi ömrümüzün"
Bir sonbahar sabahında saygıdeğer Hasan Kartoğlu'nun dörtlüğünü okuyunca duygularımı yazmak geldi aklıma. Benim aşağıda yazdıklarıma ister "şiir" deyin ister demeyin sonbaharın hüzünlü ayı eylül üzerine düşüncelerimi yazıp paylaşmak istedim. Yapraklar döküldüğü için "hüzünlü ay" denmiş olmalı. Ne karamsarım ne de karamsar bir ortam yaratmak istiyorum. Sadece duygularımı dökmek geldi içimden.
***
Bir dahası yoktur ömrün
Yaşamak, nefes almak güzel
Yok buna itirazımız
Ama neylersin uzun ya da kısa
Şairin dediği gibi “Uyudun uyanamadın...” olacak
Bitecek bir gün
Belki yatakta, belki uzak bir diyarda
Tuhaf benzetmeler gelir bazen aklıma
Yüz yıl da yaşasan
Dönüp bakınca arkana
Ya bir sabun köpüğüdür
Ya da yeşil yaprak üzerinde kayıp giden su damlacığı
Belki de göz açıp kapamaktır ömür
Gökyüzünde parlayan güneş
Aydınlatır bizi
Bakarsınız bir gün güneş yerine kara bulutlar
Karartır, bunaltır içimizi
Hayat da böyledir
Kimi zaman önümüzde dikenli teller gibi zorluklar
Kimi zaman mutluluklar
Akıp giden zaman içinde
İnsan, mutluluğu da mutsuzluğu da yaşar
O, an gibi geçen zamana
Hüzünlü de olsa dönüp baktığında
Sevgiyi, hoşgörüyü, vicdanı, emeği
Taşımışsan dağarcığında
Ve de dokunmuşsan insana
Gözün arkada kalmasın merdivenin son basamaklarında
Der ki şair:
"Sonra vakit erişir, toprak gülümser sana
Upuzun bir ömrün ortasında
Ne hayata ne ölüme
Yakışamazsın…"
Kimi uzun yaşar
Kimi şairin dediği gibi gider ortasında ömrün
Gün ağarırken bir sonbahar sabahında
Bunları düşündüm
Yok karamsarlığım, üzüntüm
Ne silahım ne bıçağım oldu geçmişimde
Ezmedim bilerek bir karıncayı bile
Aradım, buldum çoğu zaman mutluluğu
Evim barkım, yakınlarım, arkadaşlarım ve öğrencilerimde
Şöyle diyor bir halk sözü
Hayat sormuş ölüme:
"Neden, insanlar severken beni, nefret ediyorlar senden?"
Yanıtlamış ölüm:
"Sen tatlı ve güzel bir yalansın, oysa acı bir gerçeğim ben"
***
Daha nice eylüllerde barış ve sağlık içinde yaşamak dileğiyle "Dünya Barış Günü" kutlu olsun.
...........................................................................
Numan Kurt
1 Eylül 2025

 

BİR HAYAL, BİR ÖZLEM

GEÇMİŞTEN GELECEĞE (O köyler uzakta kaldı.) “İnsan, âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar.” “Deniz Türküsü” şiirin...