27 Ocak 2025 Pazartesi

DİLİNİ GÜZEL KULLAN, SÖZÜNÜ BİL DE KONUŞ





 "Genellikle hatalarımızın hesabını tutmak, başarılarımızla övünmekten daha kârlıdır."

Thomas Cariyle
"İnsan oğlu çeşit çeşit
Beş parmağın beşi bir mi”
Kimi konuşur durmadan
Konuştukları doldurmaz incir çekirdeğini
Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olur
O da bilmez neyi anlatmak istediğini
Kimi anlatır birkaç cümleyle işin özünü
Ölçer biçer
Öyle söyler sözünü
Önemli olan haddini bilmektir
Bilgiyi, sevgiyi, hoş görüyü sözle yoğurup
Tatlı dille anlatabilmektir
Pazar günleri aldığım iki gazetenin “PAZAR” eklerini okurum. Gazeteleri almamın nedeni de o eklerdir. Yoksa gazeteler internetten de okunuyor. Geçtiğimiz pazar günü bu eklerin birinde Çinli sanatçı Ai Weiwei’nin İstanbul’da açtığı porselen sergisinden ve bu sanatçıdan söz eden bir yazı, daha doğrusu röportaj vardı. Porselen derken bu muhalif sanatçı porselen yapmıyor. Porselen üzerinde çeşitli eserler oluşturuyor. Burada anlatmak istediğim o sergi değil. Yazıyı okurken sanatçının bir sözü dikkatimi çekti. Şöyle diyordu Ai Weiwei: “Kendini ifade etmek için bir sebebe ihtiyacın var; ama kendini ifade etmen işte o sebeptir.”
Her insan bir yolla kendisini ifade etmek ister. Bunu söz, yazı veya davranışlarıyla anlatabiliyorsa bundan da ayrı bir mutluluk duyar. İnsanlara olumsuz gözle bakan, kusur arayan biri değilim. Yaşımın da verdiği deneyimle kusursuz insan olmayacağı, herkesin hata yapabileceği anlayışına sahibim. Bunu yazarken şunu da belirtmek isterim. Yaşadığımız toplumda hep ön planda olmak, bulunduğu ortamda bir yolla dikkat çekip kendini göstermek isteyen insanlar da tanıyoruz. Bu öne çıkmayı, dikkat çekmeyi yetenekleriyle, bilgisiyle başarabiliyorsa diyecek lafımız yok. Böyle değil de “Her şeye maydanoz olmak” durumuna düşüp “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma”ya kalkışıyorsa gülünç duruma düşmekten öteye geçemez.
Bu tip kişiler; düğünde en iyi oynayan, cenazede en etkili ağıt yakan, sohbetlerde lafı kimseye düşürmeyen, her şeyin ucundan kıyısından yalan yanlış bilgisi olan kişilerdir; ama foyaları da kısa zamanda ortaya çıkar. Lider, önder olmak bir takım meziyetler ister. Yoksa o özelliklerin, niye uğraşırsın ki... Kendini olduğun gibi kabul et.
Ne olursa olsun bu tip insanlara da hoş görüyle bakmak gerekir. O kişiler, bu “öne çıkma, kendini gösterme” davranışlarını sonunda güç duruma düşeceklerini bilseler de isteyerek yapmıyorlar. Hani derler ya “Can çıkmayınca huy çıkmaz.” diye.
Otuz beş yıl değişik seviyelerdeki sınıflarda konuştum; ama öz eleştiri yapacak olursam sınıftaki o konuşmalarımı bir topluluğun önünde elimde yazılı kağıt olmadan yapamam. Kısa sürede azalıp geçse de bir heyecan sarar beni. Yazmayı sevdiğim kadar sevemedim, beceremedim nutuk atmayı. İşin doğrusu bu. Oysa bir arkadaşla, dostla ya da arkadaş grubuyla söyleşmek çok hoşuma gider.
Yazımın başında Çinli sanatçının sözünü yazdım. Okuyanlar anlamıştır o sözün ne demek istediğini. Ben de kendimi bu yazılarla ifade etmeye çalışıyorum. Sanal ortamda, facebook paylaşım sitesinde de pek çok insan “kendini ifade etmek” amacıyla değişik sözler, yazılar, fotoğraflar, videolar paylaşıyorlar. Kimi özlü sözlerle, kimi ders verici hikâyelerle, kimi din içerikli söz ve yazılarla, kimi iktidarı destekleyici ya da eleştiren siyasi mesajlarla, kimi ilginç videolarla…
Kendimizi değişik yöntemlerle, becerilerimiz ölçüsünde ifade etmeye çalışırken bence önemli olan insan olmanın erdemlerinden uzaklaşmamamız gerekir.
Ortaokul Türkçe kitaplarında “ÖVÜLMEK” diye bir okuma parçası vardı. Nurullah Ataç bu yazısında övülmenin her insan için bir ihtiyaç olduğunu; ama bu ihtiyacın kendimizi övmekle değil de başkalarının bizi hak ettiğimiz ölçüde övmeleriyle karşılanabileceğini anlatıyordu. Doğrusu da bu, bırakalım “Ben şuyum, ben buyum; şöyle yaparım, böyle yaparım…” demeyi, yaptıklarınızla diğer insanlar övsün sizi.
Ne diyeyim, o sanatçının dediği gibi kendini anlatmak için başka sebep aramaya ne gerek var, kendini anlatmak ihtiyacı buna bir sebeptir zaten. Ben de o sözü okuyunca bunlar geldi aklıma, geldiği gibi de yazdım.
***
Yazılarımda zaman zaman güzel dilimiz Türkçenin kullanımında yapılan yazım- noktalama yanlışlarını eleştiriyorum. Özellikle bu konunun yıllarca öğreticiliğini yapan eğitimci arkadaşlarım belki de bunu hoş görmüyorlar. Oysa amacım ne eksik, yanlış bulmak ne de yanlışları yüze vurmaktır. İnternet, ufacık telefonlara da girince bu yanlış kullanımlar öyle çoğaldı ki… “Yahu, ne yapayım telefonda bu kadar yazılabiliyor. Önemli olan yazdığımın anlaşılması değil midir?” diye düşünenlere şunu demek isterim. Dil, bir ulusun en önemli unsurudur, temel direğidir.
Bunları yazarken üç gün önce bir paylaşımda gördüm. Eski Başbakan, sonra belediye başkanı adayı (Nasıl bir uygulamaysa bu?) okulların kapandığı bir günde bir sınıfa giriyor ve tahtaya şunları yazıyor. Cümleleri değiştirmeden yazıyorum: “ Sevğili Ogrenciler Başarılar ve İYİ TATİLLER”…İnanın yazılanları hiç değiştirmedim. Sonra yanındakilerin çekine çekine yaptıkları uyarılarla bazı noktaları yerine koyuyor. Büyük harfle, küçük harfle yazılmış hiç önemli değil. Bu yazı karşısında sınıftaki öğrenciler ne düşündü bilmiyorum; ama orada hazır bulunanlar epey terledi sanıyorum. Ülkemin başbakanı konuştuğu dilin yazımında dikkatli değilse başkalarına ne diyebiliriz?
***
O, rezilliği ayyuka çıkan evlenme programlarını kaldırdılar ya, şimdi pek çok TV kanalında anayı-babayı bulma, katili bulma, küskünleri barıştırma programları başladı. Sanki bu ülkede polis, jandarma, yargıç, savcı yok. Artık böyle olayları yaşarsanız sakın polise, yargıya gitmeyin(!). O kanallar sorununuzu çözer. Barışık aileleri birbirine düşürür. Ne kadar kavga ederlerse ekranlarda seyredilme oranı da o kadar artacaktır. Zaten küfürden, kaba sözden, anlatılanların yarısı biplendiği için olanı biteni anlamak da biraz zor.
"Memleketimden insan manzaraları"nı bu programlarda öyle net görüyoruz ki...
Eğitimi, öğretimi; bilimsellikten, akılcılıktan hızla uzaklaşan, etrafında pek dost komşusu kalmayan, toplumun giderek ayrıştığı güzel ülkemde umarım gelecek daha aydınlık olur.
................................................................................................
Numan Kurt

25 Ocak 2025 Cumartesi

"BİR KESKİN KALEM, BİR KIRIK GÖZLÜK"






 "Kimi ölüler bize ne kadar yakın,
  Yaşayanların birçoğu ne kadar da ölü."
                                       Uğur Mumcu
Uğur Mumcu için yazdım
"Karlı bir Ankara sabahında
Zalimler, kıydılar sana" diye
Anısına saygıyla paylaştım
***
Dürüst, araştırmacı, yolsuzlukların, haksızlıkların üzerine gözünü kırpmadan giden namuslu, vatansever bir gazeteciydi Uğur Mumcu. Öyle “devrimci” diye adlandırılıp da bu ülkenin kurtarıcısı, kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e olumsuz eleştiriler yönelten, “Kemalizm faşizmdir.” diyen, banka soymayı devrimcilik sayanlardan değildir. O gerçek bir yurtsever, gerçek bir Atatürkçüdür. Böyle olduğu için katledildi. Ona kıydılar; ama adı ölümsüzleşti. Bugün düşünce yapısı olarak onunla aynı çizgide olmayanların bile saygı duyduğu bir ad bıraktı.
"Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın"
Böyle demiş Âşık Veysel bu dünyaya ad bırakanlar için. Biz de o yiğit insanı, acımasızca aramızdan koparılan; ama adı ölümsüzleşen Uğur Mumcu'yu katledilişinin yıldönümünde "Senin gibi cesur gazetecilere çok az kaldı, onlara da hiç rahat vermiyorlar. Seni kahpece katlettiler; ama adın ölümsüzleşti." diyerek anıyoruz. Hem de yine bir 24 Ocak sabahında.
***
"Ben Atatürkçüyüm. Ben, cumhuriyetçiyim. Ben laikim. Ben antiemperyalistim. Ben tam bağımsız Türkiye'den yanayım. Ben insan hakları savunucuyum. Ben, terörün karşısındayım. Ben, yobazların, hırsızların, vurguncuların, çıkarcıların düşmanıyım. Araştırarak yazdığım hiçbir konuyu yalanlayamadınız. Öyleyse vurun, parçalayın, her parçamdan benim gibiler beni aşacaklar doğacaktır."
İşte bu adamdı Uğur Mumcu.
***
"Biz, siyaset bakımından karşıtlarımıza özgürlük tanımazsak birer gizli faşistiz demektir."
***
"Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım unutma bizi... Bir gün sesimiz hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım unutma bizi..."
***
"Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunamaz.."
***
"Cemaatlere, tarikatlara giren çocuklar otuz sene sonra general olacaklar, Cumhuriyete karşı ayaklanacaklar."
***
“Uğur Mumcu'nun inandığı düşünceler nelerdir? Bu korkusuz, araştırmacı gazeteci hangi fikirleri taşır?” diye sordum kendi kendime. Bunun yanıtını Nuri Çolakoğlu ile yaptığı bir röportajda buldum. Aşağıya tırnak içinde aktarıyorum.
Nuri Çolakoğlu:
"İnançlar, düşüncelerin önüne geçiyor yani bu anlamda. İnanç, düşünmeyi engelleyici bir şey...”
Uğur Mumcu:
“İyi tanımladınız. İnançlar, fetişizm haline geliyor. Sonra ona tapıyorlar. Ben görüş olarak sosyalist eğilimliyim. Yani emekçi sınıfların toplumda yönetimi ele almasını istiyorum. Bu ayrı bir konudur; kendi ülkemin içinde sürüklendiği kavgada sizi kan çanağına itenleri yakalamak ayrı konudur. Ben sosyalist bilincimi her gün artırıyorum. Fakat her gün de, bu Bulgarları teşhir etmeye çalışıyorum. Bunlar çok ayrı konular. Bizde sosyalist oldunuz mu, mutlaka ya Sovyetler'in adamı olacaksın ya Çin'in adamı olacaksın. Veya kapitalist oldunuz mu, Washington'un, CIA'nın adamı olacaksınız. Bunlar dünyadaki sistemler. Buna yakınlık da duyulabilir, nefret de duyulabilir. Ama bir insan kendi ülkesinin devrimcisi olmalı. Benim görüşüm bu, ulusal bağımsız sol! Ben sosyalist eğilimliyim, işçi sınıfının, emekçi sınıf ve tabakaların demokratik yollarla iktidara gelmesini istiyorum. Bu görüşümden hiç ama hiç vazgeçmedim. Ama öte yandan da, Türkiye'de, Kürtçülük, silahlı eylemcilik, yurt dışına bağımlı sosyalizm, yani benim "kançılarya sosyalizmi" dediğim TKP'cilik... Bunlara da karşı çıkıyorum. Ve Türkiye solunu da, bunların engellediğini sanıyorum.”
Evet, Uğur Mumcu, o yılların yanılgısı olan "Sovyetçi ya da Çinci solculuk" hastalığına kapılmamış,, bu ülkenin kurtarıcısı, kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ü bile küçümseyen solculuğa karşı durmuş, bölücülere sempati duymamış bir yurtseverdir.
Uğur Mumcu'nun ölüm yıldönümünde onun için söylenen “Uğurlar Olsun” türküsünden de esinlenerek aşağıdaki dizeleri yazdım.
ZALİMLER HEP PUSUDA
(Tek silahı kalemi olan yiğit insan Uğur Mumcu anısına...)
Bir ağıttır "Uğurlar Olsun" türküsü
Ve şu dizelerle başlar
"Bir pazar sabahıydı
Ankara kar altında"
Her dinleyişimde duygulanırım
O yiğit insan için birikir gözümde yaşlar
Kar altındaydı Ankara; beyaz, aydınlık
Hep pusudaydı zalimler yüzleri, özleri kapkara
Beyinleri karanlık
Bitmedi yıllar boyunca ucuz can pazarı
Vuruldu kahpece bu ülkenin aydınları
Gazetecileri, bilim adamları
Batırıldı, karartıldı yaz güneşleri
Kalemleri düştü ellerinden
Bulunamadı kalleşçe tetik çeken katilleri
Hiç yaklaşmadı yanlarına
Bu zalimlerin merhamet, insanlık
Kahpeler çevirince kontağı
Karardı birden Ankara'nın kar beyazlığı
Saplandı şarapnel parçaları ciğerine
Artık yoktu sol elindeki kalemi
Bir tarafta kırık gözlüğü
Bir tarafta vatan sevgisiyle çarparken durdu birden
Korkulara pabuç bırakmayan yüreği
Şimdi ekranlarda
Dinlerken “sahibinin sesi” açık oturumları
Sol elinde kalemi
Hep doğruları anlatan sözleri
Ve yıllar içinde haklı çıktığı öngörüleriyle
Bu yiğit yurtsever gelir aklıma
Yine seyredip dinlesem de
Onun gibi yürekli tartışmacıyı arada bul
Varamam o tartışmaların tadına
"Uğurlar olsun, uğurlar olsun
Hüzünlü bulutlar yoldaşın olsun
Bir keskin kalem, bir kırık gözlük
Yürekli yiğitlere hatıran olsun"
Dinlerken her seferinde bu türküyü, bu ağıtı
Ağlarım
Soyanları, çalıp çırpanları
İnsanları kutsallarıyla kandıranları gördükçe
O yiğitlere yanarım
***
24 Ocak günü iki değerli insanımızın daha ayrı yıllarda da olsa ölüm günü. İsmail Cem ve Ali Gaffar Okkan. Çok acı olan ise Uğur Mumcu ve Ali Gaffar Okkan'ın kalleşçe katledilmesi. İsmail Cem ve Ali Gaffar Okkan'ı da saygı ve rahmetle anıyorum.
..................................................................................
Numan Kurt
24 Ocak 2025

11 Ocak 2025 Cumartesi

AK KAĞIT ÜSTÜNDE ELLİ YIL ÖNCE








"Siyah kalemde ne varsa beyaz kağıda o yazılır."
William Shakespeare
Yıllar öncesinin siyah beyaz fotoğraflarına ne zaman baksam ak kağıt üzerindeki yüzler beni o yıllara götürür. Öğretmenlik yıllarımda her sınıfta öğrencilerime okuduğum, onların da ilgiyle dinlediği bir öykü gelir aklıma. Doktor-Yazar Muzaffer Hacıhasanoğlu'nun "BİR FOTOĞRAF CANLANIYOR" öyküsü. İşte o öyküde elektrik direğinden düşen bir işçinin çamura bulanan aile fotoğrafındaki kişilerin yaşadıkları anlatılır.
Bu öyküden esinlenerek ben de birçok eski siyah beyaz fotoğrafa dizeler yazdım.
***
DÜDEN'İN SERİNLİĞİ ALTINDA
"Düden suyu beyaz, gömlekler beyaz
Bedenler genç, yüzler aydınlık
Hep sevmişimdir bu siyah beyaz fotoğrafları
Herkes bir tarafta şimdi
Bir sofra sohbetinin özlemiyle kaldık"
İlk paylaştığımda
Bunları yazmışım yıllar önce
Düden suyunun altında çektirdiğimiz fotoğrafın altına
"Daha da yazmalıyım." dedim
Anımsattığı ne kaldıysa aklımda
Yıl bin dokuz yüz yetmiş beş
Bir okul gezisi
Biz birkaç öğretmen ve ortaokul öğrencileri
Gece yarısı otobüsümüz Kemer'de
Bir ormanlık alanda mola için indiriyor bizi
Ve ben yirmi dört yaşında orada görüyorum ilk kez denizi
Bu fotoğrafta Düden serinliğinin
Yüksekten akan su sesinin altındayız
Ben, Erdoğan Ünsal, Ahmet Şimşek ve Muzaffer Yıldırım
Yüzümüze dokunan su damlacıklarıyla bir aradayız
Can dostlar, şimdi uzaklarda her birimiz bir yandayız
Gezdik Aspendos'u, Antalya'yı, Aksu'yu
Yılan gibi kıvrılan sahil yolundan geçtik
Gördük sırayla Manavgat, Alanya, Anamur'u
Öyle otobüs, uzun yol mu gördü Anadolu kasabasının çocukları
Hepsinin içi bulandı
Benizleri solmuş, ellerinde naylon torbaları
Cennet, Cehennem derken
Döndük Orta Anadolu yönüne Mersin'den
İşte bu ve daha birkaç fotoğraf
Elli yıl öncesinden bize hatıra kaldı
Baktıkça onlara eski dostları andım
Duygulandım, ne geliyorsa içimden ak kağıda yazdım.
...................................................
“ASKER OLDUM PİYADE…”
Yıl bin dokuz yüz yetmiş beş
Isparta
Üç asker
Aynı okuldan, Selçuk Eğitim Enstitüsü’nden
Ben ve sınıf arkadaşım Kazım Dağdibi, Türkçe
Duran Deveci; köylüm, akrabam, Matematik bölümünden
Çalışırken genç öğretmenler olarak okullarımızda
“Kısa dönem askerlik çıktı.” dediler
“Yedeksubay olarak yapacaksınız, hem de dört ay”
Durur muyuz böyle haber duyarız da
“Kaçmaz bu fırsat!” dedik o yılın temmuzunda
Isparta kırkıncı alayda
Yedi bin beş yüz kişiyle birlikte
Fotoğrafta gördüğünüz üç askerdik
Kısa dönem de olsa kolay mı askerlik
Ha bugün ha yarın
Sanki yıllarca askermişiz gibi
Gazete haberlerine kanarak
Erken terhis bekledik
Yemekleri beğenmeyen koşardı fırına
Lahmacun kuyruğuna
Uzar giderdi kuyruk
Sıramız gelince de fazla vermezlerdi
Alırdık birkaç tane doyumluk
Kısa dönem diye merasim elbisesi de vermediler
Çarşı izninde dağılırdık binlerce asker
Sırtımızda talimde giydiğimiz elbiseler
Atış günleri tam bir komediydi
Tüfeği omzuna dayayan “Ateeeş!” emrini duyunca basar tetiğe
Kendi sırt üstü gider
Mermi nereye, hedef nere
Anlatacak daha neler neler var
Biter mi askerlikten anılar
Kafanızı şişirmeyeyim
Fotoğrafı görünce
“Yıllar nasıl da geçti!” dedim
Fotoğraf çok şeyler anlatıyor ama
Yine de birkaç dize yazmak istedim
.......................................................................
Numan Kurt
6 Ocak 2025


 

6 Ocak 2025 Pazartesi

"ÇABUK SÖYLE! NEREDE BUNUN FRENİ?"



 O, çok sevdiğimiz sanatçı Levent Kırca; "Olacak O Kadar" programında "Grup Gün Doğarken"in bir şarkısından aldığı bölümle şöyle diyordu:

"Olacak, olacak, olacak o kadar
Olacak, olacak, olacak o kadar
Niyetimiz kimseyi kırmak değildir
Buradakini buraya koymak değildir
Arada bir zülfü yâre dokunduk
Tam yerine rast geldi manzara koyduk"
Dünyaya veda ederken "Atatürk'le kalın." diyen sanatçıyı rahmetle, saygıyla anıyorum.
Okuyacağınız bu yazımı da şu günlerdeki gidişe uygun olduğu için "Tam yerine rast geldi..." diyerek yine paylaşıyorum.
***
Engellenmesi, önüne geçilmesi gereken tehlikeli bir durum karşısında halk arasında söylenen bir söz vardır. “Freni patlamış kamyon gibi” denir.
Bu sözü ben kullanmıyorum, Şu anda ülkemizde birçok ekonomist söylüyor. Söylenmesinin nedeni de doların, euronun hızlı yükselişi, paramızın büyük değer kaybı, peşinden yetişilemeyen fiyat artışları yani genel ekonomik durum.
Ben emekli öğretmenim, ekonomiden anlayan biri değilim. Ama şunu biliyorum: Geçen yıllarda yirmi beş otuz liraya aldığım yarım yağlı köy peyniri şimdi yüz elli liranın üzerinde. Bu artışlara sayısız örnek verebiliriz.
Hayat pahalılığının freni patlamış araba gibi hızlanmasının yanında bir de siyasette patlayan fren var. Terörle bu ülkeyi kırk yıldır uğraştıran elebaşı, şimdi "Barış getir, çağrı yap, terörü bitir." diye çağrılıyor. Direksiyondakiler frenin nerede olduğunu bilmezlerse bunları da yaşarız.
Bir Whatsapp grubumuz var. O grupta sınıf arkadaşım Ayşe, ilginç bir paylaşım yapmış. Ülkemizin, freni patlamış kamyon gibi gidişine tam oturan bir fıkra.
Okudum, dedim ki kendi kendime “ Fıkrayı pek çok kişi biliyor; ama ben bunu şiirleştireyim, şiir olmasa da dizelerle daha ilginç duruma getireyim."
Oturdum klavyenin başına, bakalım bir şeye benzedi mi yazdıklarım?
***
Genç adam Peugeot (pejo) marka bir minibüs alır
Yıllardır aklında, fikrinde hep bu minibüs vardır
Sonunda kavuşmuştur hayaline
Biner aracına neşeyle döner köydeki evine
O gece gözünü uyku tutmaz
Yolcu taşımaya çıkar sabah olur olmaz
Eee minibüs de yeni ya
Ağzına kadar hemen dolar yolcuyla
Bizim genç şoför yolda hızlandıkça hızlanır
Yolcuları bir endişe, bir korku alır
Dayanamaz içlerinden biri bağırır
“Kaptan yavaş, bir yere çarpacağız.”
Diğer yolcular “Şoför ne diyecek?” diye bekler
Adama bakar bizim genç şoför
“Sen Pejo'yu biliyor musun?” der
“Hayır!” yanıtını alınca da
“O zaman susacaksın!” diye devam eder
Minibüsteki hasta adam, hamile kadın ve başkaları aynı uyarıyı yaparlar
Sonuç değişmez aynı soruya, aynı yanıtı alırlar
“Sen Pejo'yu biliyor musun?”
“Hayır!” yanıtını alınca da yine o söz
“O zaman susacaksın.”
Ne yapsınlar, onlar da susarlar
Sonunda bir genç dayanamaz, kızgın bir sesle
“Yavaş git kardeşim, öldüreceksin bizi
Çukura mı yuvarlayacaksın hepimizi?”
Yine aynı soruyu sorar bizimki
“Sen Pejo'yu biliyor musun?”
Tepesi atmıştır gencin artık, var gücüyle bağırır
“Biliyorum lan, ne olacak?”
“O zaman çabuk söyle nerede bunun freni?”
***
İşte böyle. Ekonominin freni nerede? Bilen var mı bekleyeceğiz. Umarım vardır. “Denize düşen yılana sarılır.” misali ağır eleştirilen, vatandaşın nefretini kazanmış kişilerden çözüm bekleniyor.
Bu ülkeyi seviyoruz ve diyoruz ki: “Freni patlayan kamyon hiçbir şeye zarar vermeden bir yerde dursun.”
...........................................................................................................
Numan Kurt
7 Ocak 2025
İstatistikleri gör
Bir Gönderiyi Öne Çıkar
Beğen
Yorum Yap
Gönder

28 Kasım 2024 Perşembe

"BİNDİK BİR ALAMETE..."




 Cem Karaca'nın bir şarkısı var, bir bölümünü söylendiği şekliyle aşağıya aldım. Şarkının adını da yazıma başlık yaptım.

Her duruma olumsuz gözle, at gözlüğüyle bakan biri değilim; ama bu güzel ülkede olumsuzluklar o kadar çok ki bunların hepsini sıralamak sayfalar gerektirir. Ben de ekranlardan izlediklerim, gazeteden okuduklarım, çarşı pazarda gördüklerime dayanarak bu dizeleri yazdım.
Cem Karaca'nın şarkısından bir bölüm:
Yerel ve genel seçim
Seçin bakalım seçin
Ki dön baba dönelim
Aynı yere gelelim
Çete çeteye çatmış
Çete çete içinde
Battık buruna kadar
Cafer getir peçete
Amaneyynn
***
Dön baba dönelim
Bakalım hal ve gidişe
Çıkaralım gözümüzdeki at gözlüğünü
Üç maymunu oynayanlara inat
Neler oluyor, neler yaşanıyor görelim
Öğrenci mutsuz, gençler işsiz, esnaf perişan
İşçi, emekli bunalımda
Atanmayan öğretmenler, emekli astsubaylar
Alın teri ürünleri tarlada kalanlar
Pazarda filesi dolmayanlar
Say say bitmez
Hepsi mutsuz, bağırıyorlar yandaş olmayan ekranlarda
Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete
Tuzu kurular, yetkililer mi
Onlar sanki “Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir.” havasında
Kimi, Meclis'e çağırıyor eli kanlı katili
Kimi, bölücü örgüt için aklındakini söylüyor
"Onlarınki terör değil siyaset" diyor
Eğitimi de, başındakileri de hiç sormayın
Dillerine doladıkları saçmalıkları tekrar ediyor
Yaz boz tahtası oldu orası, biri gidip biri geliyor
“Aklın yolu birdir.” der atalar
Yok canım, kim demiş bu sözü
Akla, bilime, sağ duyuya ne gerek var
Ne gerek var bilimin, aklın ışığına
Gerçeği, doğruyu aramak neye yarar
Ne dediğini bilmez iken yönetenler
Bize yeter, pek çok kanalda yol gösteren hocalar(!)
Yurdu pıtrak gibi saran tarikatlar
Evde kaldıkça işimiz ne
Açıyoruz televizyonu
Durmadan konuşuyor konuşuyor bildik adamlar
Birçok kanala bakıyorsunuz, ülke güllük gülistanlık
Ekonomide doruktayız
Adalette, siyasette, hakta hukukta doğru yoldayız
Kendilerince haklı bu adamlar
Bir eli yağda, bir eli balda bunların
Su hep onlardan yana akar
İşsizlikmiş, asgari ücretle nasıl geçinilirmiş
Onu da bulamayan milyonlar varmış
Çöplerde ekmek arayanlarmış
Kimin umurunda
Tok acın halinden ne anlar
Gezseniz de baştan aşağı pek çok kanalı aynı terane
Hepsi korkudan sanki birer yağdanlık
Anlatsalar da doğruları, gerçekleri az sayıda kanal
Diyorlar ki onlara güya denetimde olanlar
“Size reklam falan yok, bol bol ceza var.”
“Dört diplomam var.” diyor genç kadın
“Ama yıllardır işsizim
Asgari ücrete de razıyım; yoksa perişanım”
Öğrencisinden emeklisine
Ürünü tarlada kalan çiftçisine
Soru sorunca azarlanan, eleştirse tutuklanan gazetecisine
İşçisine, köylüsüne
Sınavda yüksek not alıp mülakatta elenen öğretmene
Mutlu olan yok bu ülkede
“Dert çoook, hemdert yoook
Yüreklerin kulakları sağır”
Şair böyle yazarken, bir halk türküsü de der ki
“Mizan terazisi kurulur bir gün
Herkesin ettiği sorulur bir gün”
“Umut fakirin ekmeği
Ye Mehmet ye”
Böyle dese de bir başka ozanımız
O ekmek elimizden düşmeyecek
Umudum var
“Kara gün kararıp kalmaz”
Aydınlık günler bir gün gelecek
.................................................................
Numan Kurt
26 Kasım 2024

26 Ekim 2024 Cumartesi

BİR ÖYKÜ, BİR FIKRA




 Öykü Aziz Nesin'den, fıkra Nasrettin Hoca'dan. Öykü de fıkra da ders veriyor bizlere. Güldürmekten çok düşündürüyor ikisi de.

Aziz Nesin öyküsü "Tehlike geliyor, uyumayın!" diyor.
Ben, hem öyküyü hem de fıkrayı özünü bozmadan kendi dizelerimle anlatmaya çalıştım.
BİR EŞEK ÖYKÜSÜ
Yaşlı bir eşek kırlarda hem otları yer
Hem de eşekçe sesiyle türkü söylermiş
Böyle mutlu, neşeli kuyruk sallayıp dolaşırken
Burnuna tuhaf, kötü bir koku gelmiş
"Bu kurt kokusu!" demiş kendi kendine
Şöyle burnunu dikmiş havaya
"Yok canım, bu kurt kokusu olamaz!" demiş
Yine başlamış keyifle otlamaya
O kendisini böyle böyle avutsa da
Koku giderek yaklaşmış
Bizim karakaçanı bir korku sarmış
"Ulu Tanrı'm kurtsa da kurt olmasın ne olur
Umarım kurt değildir, ben boşuna korkuyorum
Ne budalayım ben!"
Diye söylenip saçmalamış
Yaban kedisi bu kurt değil!" derken
Bir yandan da yağlamış tabanları kaçmış
Korkuyla başını çevirip arkasına bakınca ne görsün
Kurdun gözleri ışıl ışıl yanıyor
Bizim koca eşek yine de
"Vallahi kurt değil, billahi kurt değil
Allah belamı versin ki kurt değil!" diye bağırıyormuş
Durumu azgın kurt, ısırmış sağrısını
Budundan bir parça koparmış
Can acısıyla yere yıkılan eşeğin dili tutulmuş
Bildiği eşekçeyi de unutmuş
Kurt, boynuna, gerdanına saldırınca
Her yanından akan kan sel olmuş
İşte o zaman tanımış bizim eşek kurdu
"Aaa kurtmuş! Aaa kurtmuş!
Aaai o imiş! Aaai o imiş!" der
Konuşmayı şaşırıp eşekçe bağırır, anırırmış
***
İşte böyle, koca eşek; tehlike kuyruğunu altına gelene kendini avutup kandırmasaydı, kurda av olmayacaktı.
...................................................................
HOCA BAĞA GİRMİŞ
(Nasrettin Hoca'dan günümüze)
Bilmeyeniniz var mı bizim Hoca Nasrettin'i
Fıkralarıyla hem ders verir hem de güldürür bizi
Duymuşsunuzdur bir halk türküsü var
İlk dizeleri şöyle başlar
"Seherde bir bağa girdim
Ne bağ duydu ne bağbancı
El sundum güllerin derdim
Ne bağ duydu ne bağbancı"
***
Nasrettin Hoca da girmiş bir bağa
Niyeti gül dermek değil
Bir de merdiven var yanında
"Ne işi var bu merdivenin bağda?" derseniz
Meyveleri toplamak için
Onunla çıkacak ağaçlara
Bağa girmiş, tam toplayacak meyveleri
"Bire adam neylersin burada?" diyen bağ sahibinin sesi
Bizimki her olumsuz işe bir kılıf bulur ya
Hemen başının üstüne almış merdiveni
"Ne etsem gerek, görmez misin, merdiven satarım." demiş adama
Adam şaşkın şaşkın bakmış Hoca'ya
"Behey Hoca, burası merdiven pazarı değildir
Senin bu yaptığın ne iştir?"
Hoca durur mu, cevap hemen hazır
Bu soruya da ne cevap yakıştırmış bakalım
"Behey cahil, sen ne halt edersin
Merdiven benim değil mi, istediğim yerde satarım."
***
Freni patlamış kamyon gibi bu güzelim memleket.
Öyle bir duruma geldik ki değerli dostlar, bozulmadık ne kaldı?
Zam zam zam, fiyatlar füze gibi. Dar gelirli geçinemiyor. Gençler işsiz, gelecekten umutları yok.
Kadın, çocuk cinayetleri, tacizler, sokaklarda çeteler, saymakla bitmez sorunlar, bir de ülkesinden kaçan mülteciler ve inanılmaz olanı da can kurtarması gerekenlerin para için canlarına kıydıkları bebekler...
Bunların içerik olarak yukarıda anlattığım Nasrettin Hoca fıkrası ile ilgisi yok; ama bakın bu fıkradaki kılıf uydurma ile, çark etmekle ilgisi var?
Bunca sorunu çözmek yerine adamlar taktı anayasaya. Biri çıktı ilk dört maddenin değişmesini istedi, "Anlatamadım ahmaklara!" dedi. Hakkında bir tek işlem yok. O her grup toplantısında bağıran çağıranlar da lafla geçiştirdi işi. Bu ne ki, geçmişte "Asmak için ip mi yok! Al sana ip!" diyenler şimdi terörist başını meclise çağırıyor. Diğeri çıktı millet, devlet kavramlarını ters çevirip "Devletin milleti olmaz, milletin devleti olur." diyerek üçüncü maddenin değişmesi gerektiğini söyledi.
Haydi bu adamlar kendi köhne zihniyetlerine hizmet ediyorlar, İstanbul Barosu'na başkan seçilene ne demeli? Efendim bu maddeler olumlu yönden değişebilirmiş. "Olumlu yön" dediği ne ise anlamadık. Sonra da başlıyorlar "Efendim yanlış anlaşıldı, algı yaratıyorlar..." kıvırtmaları.
Önce böyle kuru sıkı atıyorlar, sonra "Efendim algı yaratılıyor, ben öyle demek istemedim, falan filan. Aslında bal gibi öyle demek istedin. Nasrettin Hoca'nın "Merdiven satıyorum." kılıfı, kıvırtması bunlarınkinden çok daha dürüst.
Hangi kılıfı uydurursanız uydurun, düşünceniz, niyetiniz biliniyor; ama Mustafa Kemal Atatürk düşüncesi, sevgisi öyle kök saldı ki bu ülkede, başaramayacaksınız.
.....................................................
Öykü ve fıkradan uyarlayan:
Numan Kurt
25 Ekim 2024

DİLİNİ GÜZEL KULLAN, SÖZÜNÜ BİL DE KONUŞ

  "Genellikle hatalarımızın hesabını tutmak, başarılarımızla övünmekten daha kârlıdır." ...