Özlemini duydukların varsa
Gideceğin yolun sonunda
Yorulmazsın, mutlu olursun
Yol çok uzun olsa da
***
Dönmemiştim uzun süredir
Kış aylarını yaşadığım Ankara'ya
Ve oradan yılda bir kere de olsa gittiğim
İçinde köyümün de bulunduğu Anadolu bozkırına
Bambaşka bir şeydi benim istediğim
Bir süredir yaşasam da uzaklarda, deniz kenarında
Martıların sesi, dalgaların hışırtısı, denizin iyot kokusu
Memleket özlemi yanında
Uzak kalıyordu bana
Bir yolculuk olmalıydı
Evet evet epeydir aklımdaydı bu
Hiç bitmedi içimde sılaya yolculuk hevesi
Kendime, akrabaya, arkadaşlara
Köy mezarlığında yatan anaya, babaya
Ve uzun süredir içime çekemediğim
Bozkırın poyrazına, havasına
Ben, bu duyguları yaşarken ara sıra telefonla konuştuğum arkadaşım, yazılarımın baş kahramanı Hayrullah arkadaşım son konuşmamızda dedi ki bana, "Hele sen gel Ankara'ya, bak sana ne müjdem var!" Bu sözü duyunca "Bak," dedim, " söylersen o müjdeyi, bir an önce çıkarım yola!"
"Sen gel, seni memlekete götüreceğim. Benim köyümü, senin köyünü gezeceğiz, akrabayı, arkadaşları göreceğiz."
Yukarıda da belirttiğim gibi bir çok yazımın kahramanı Hayrullah'ı ilk kez "İNSANIN ARKADAŞI OLMALI" başlıklı yazımda biraz da mizah diliyle anlatmıştım. Bu sürprizi de onun "arkadaş" sözcüğünün anlamını özünde taşıdığının bir kanıtıdır.
İnsanın böyle arkadaşı olur da tutmaz mı sözünü? Biz de düşelim dedik 3 Nisan Perşembe günü memleket yoluna.
Bu yazı o yolculuğun öyküsüdür.
***
Memleket yolculuğumuz tümüyle arkadaşım Hayrullah'ın düzenlemesidir. Ben önce bilmiyordum, Değerli arkadaşlarımız Mehmet Var ve Mustafa Duman da iki memleketli olarak Hayro'nun davetiyle yol arkadaşlarımız oldular. Sabahın yedisinde Mehmet'i Batıkent'te; daha sonra Mustafa'yı Lalahan'da aldık,
"Sen öne, kaptanın yanına otur, hız yaparsa Hayro'yu uyarırsın." deseler de ben "Yok, ben arkada Mustafa'nın yanına oturacağım. Onunla konuşacaklarım var. 'Benim tek rakibim Türk Hava Yolları' diyen kaptanım benim sözümü dinler mi?" diyerek geçtim arka sıraya.
Mustafa; yazdığı, benim "manzum öykü" dediğim şiirlerini kitap olarak bastıracakmış. Ben, çıktılar üzerinde gerekli düzenlemeleri yapmıştım, o konuda da konuşacaktık.
Doğduğumuz topraklara doğru yolculuk güzel. Yer yer düz giden yer yer kıvrılan yolda, ağaç fakiri olan bozkırda yeşeren ekinleri, açan kır çiçeklerini seyrederek, okul, meslek anılarıyla yol almak hepsinden güzel.
İlk durağımız Hayrullah'ın köyü Çimeli. Köyün civarında bir çok mandıra var; ama nerede o 1960-1970'li yılların köyleri. Bizim kaptan babasının mezarını ziyaret ederken insan göremedik köyün içinde. Yolculuk boyunca da "Sizin köyde bir tek köpek gördük." diye takıldık bizim kaptan Hayro'ya. Yağmur, sindire sindire yağarak bereketini akıtırken toprağa biz de Kırşehir'in yeni ilçelerinden Boztepe üzerinden çıktık Ankara-Kayseri yoluna.
Kırşehir'den sonrası benim, arkadaşlara göre, daha iyi bildiğim yerler. Yol alırken doğduğum köye doğru geçtiğimiz ya da uzaktan gördüğümüz köyleri tanıtmak da bana düştü.
Yıllarca öğretmenlik yaptığım Mucur'a uğramamak olur muydu? Orada mola vererek Sadi Köksal, Adem Selçuk, daha sonra gelen Muzaffer Yıldırım dostlarımızla, benim başka tanıdıklarımla çay içtik, söyleştik. İşin ilginç yanı benim yazılarımla Ankara, Kırşehir yöresinde ünü yayılan Hayrullah'ı tanımak isteyenler vardı. Elli yıllık arkadaşım, dostum Sadi ve Muzaffer Beyler "Biz, seni değil Hayrullah'ı görmek istiyoruz!" dediler.
Esprilerle, neşeyle ayrıldık Mucur'dan.
Bizler, doğduğumuz topraklarda böyle ilerlerken yolumuzu asker yolu gibi bekleyen biri vardı Avanos'ta. "Canlı konum atın, gecikmeyin, sakın karnınızı doyurmayın, şimdi neredesiniz?" diyen, birkaç kez de telefon eden biri. Okul arkadaşlarımız hemen tahmin etmiştir bu arkadaşımızı. Diğer okurlar için de adını ben yazayım: Ahmet Özbek.
Bizim yörede bir söz vardır. Böyle yerinde duramayan kişilere yöresel söyleyişle "telaşe müdürü" derler. Ahmet'in bu telaşı, sabırsızlığı da elbette yerinde duramayan yapısından, arkadaşlarına, konuklarına karşı içten duygularından geliyor.
Avanos'ta gördüğümüz konukseverliği, yaşadıklarımızı köyümde gördüklerimizden sonra anlatacağım.
Öğle vaktinde Kayseri yolunun dört kilometre yakınındaki Sadık köyüne, benim köyüme ulaştık. Benim çocukluğumda üç beş söğütten başka ağaç bulunmayan köyümde şimdilerde değişik ağaçlar epeyce çoğalmış. O yıllarda yüz elli hane olan köyüm, artık otuz kırk hane. Ağaçlar çoğalsa da insan azalmış. Mezarlıkta annemi, babamı ziyaretten sonra köyü baştan başa arabayla geçtik; ama dışarıda kimseyi göremedik. Yine de Hayrullah dedi ki bana, "Sizin köy, bizim köyün yanında Paris gibi." Elli yıl önce okulu, okulunda yedi sekiz öğretmeni olan köyümde okul binası şimdi virane.
Köyümle ilgili şu güzelliği de kısaca belirtmeliyim: Adana'da yaşadıkları halde köyümüz için yardım kampanyası açarak topladıkları parayla düğün ve cenaze toplantıları için sandalye, masa diğer gerekli araçları alan, köye kameralar taktıran, mezarlıkları temizleyerek çok sayıda fidan dikilmesine öncülük eden Oğuzhan Deveci ve Murat Bozdağ yeğenlerimi de burada minnetle anmalıyım.
"Haydi bakalım, Ahmet daha fazla beklerse atar fırçayı bize." diyerek düştük Avanos yoluna. Arabasıyla bizi bekliyordu ilçenin girişinde. Saat 14.00'te Ahmet'in evindeydik. Yol boyunca "Sakın karnınız doyurmayın!" diyen arkadaşımızın evinde yediğimiz, içini eşiyle birlikte hazırladığı pide, içtiğimiz ayran ve sonundaki ekmek kadayıfı onların konukseverliği kadar lezzetli ve tatlıydı.
Okul buluşmalarımızda arkadaşlarla söyleşirken şöyle demiştim: "Okulda, sınıfımızda birkaç samimi arkadaşımız vardı; ama yetmişli yaşlara gelen bizler gerçek arkadaşlığı şimdi yaşıyoruz. Dünyayı toz pembe görürken, taşı atıp başımızı altına tutarken arkadaşlığın değerini bu kadar bilemiyorduk."
Durur mu bizim Hayro. "Ben, Edip Akbayram'ın evine gideceğim." diye tutturdu. "Evde kimse yokmuş, dış duvarları mı seyredeceksin?" desek de can dost Mehmet Alper aldı götürdü onu. Mehmet'i de orada görmek bizim için ayrı bir mutluluktu.
Ahmet arkadaşımıza, eşi Gülhan Hanım'a teşekkür ederek ayrıldık Avanos'tan, düştük Hacıbektaş üzerinden Kırşehir yoluna. "Ankara'ya dönelim." diyen Hayro'ya çektim restimi. "Yetmiş yaşını geçen kaptanla gece yola gitmem, daha Kırşehir'deki kız kardeşimi bile görmedim. Sizlerin de kardeşleriniz, yakınlarınız burada. Haydi herkes akrabasının yanına." "Hık mık!" etse de kaptan, arkadaşlar da beni destekleyince gece yatısına kaldık akrabalarda.
Ertesi gün öğretmenevinde saat 10.30'da buluşmak üzere sözleşmiştik. O saatte de buluştuk. Orada yaşayan okul arkadaşlarımız Mehmet Ali Ekçik, Mehmet Demir ve Dede Çamsarıoğlu, Memiş Özcan geldiler, başka dostlarla da özlem giderdik.
Bu güzel yolculuğumuzun en üzücü yanı ise birlikte gittiğimiz Mehmet Var arkadaşımızın o gün, kırk altı yaşındaki amca oğlunun kalp krizinden vefat etmesiydi. Mehmet bizimle dönemedi.
Mustafa Duman'ı Lalahan'da bıraktık. "Benim tek rakibim Türk Hava Yolları" diyen sevgili kaptanımız Hayrullah Yılmaz'la döndük evimize.
Hem arkadaşlarla buluşmak, hem çocuklarımı, torunlarımı görmek hem de bu bahar ayında uzun süredir gidemediğim memleketimle özlem gidermek ayrı bir mutluluktu.
Ankara'ya arabamla değil otobüsle gitmiştim. "Birkaç gün içinde memlekete nasıl gidebilirim, uğrayacağım yerleri nasıl dolaşırım?" diye düşünürken Hayrullah arkadaşım bunu benden önce düşünmeli ki bu jesti yaptı bana.
Boşuna yazmamışım o yazıyı, "İNSANIN ARKADAŞI OLMALI" diye.
......................................................................................
Numan Kurt
8 NİSAN 2025
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder