Al eline kalemi, yaz aklına geleni
Başkaları için doğru olmayabilir anlattıkların
Olsun
Budur bizim koyun olmaktan farkımız
Düşüncelerin tartışılmasıyla ortaya çıkar doğrular
Beğensinler beğenmesinler
Anlatalım
Neyi doğru, neyi gerçek görüyorsa aklımız
***
Deneme yazısı deyince aklıma bu türün en önemli yazarı Montaıgne gelir. Yüz yıllarca önce onun öngördükleri, düşünceleri günümüzde de değerini hiç yitirmemiştir. Ben de bir gün oturdum masaya, karalama kullanmadan yazdığım bu yazıya "ÖYLESİNE BİR DENEME" adını verdim.
Kendimi Montaıgne ile karşılaştırmak haddime düşmez. Fransızların ünlü yazarı bu yazı türünde zirvedir. Bizde de Nurullah Ataç, denemenin, "ben" in anlatımı olduğunu söyler. Ben de kendimce yazdım ve içinde "ben" varım.
Boş kaldıkça Montaıgne'in Denemeler'inden bölümler okurum. Çağlar ötesinden, beş yüz yıl öncesinden öyle seslenir ki bu aydınlanmacı bizlere, şaşar kalırsınız. Hayat, insan, dostluk, yalnızlık, mutluluk , özgürlük, ölüm...üzerine yazdıkları insanın yaşam felsefesini bile değiştirir. Bazen bir karamsarlık çöker üstüme. İstesem de kurtulamam bundan. Ne için? Gelecek için, sağlık için, başka problemler için, yurdun hatta dünyanın geleceği için. Gençlerin bugünden yarına umutla, güvenle bakamadıklarını düşünürüm. Burada açıkça yazamadığım pek çok kaygı kemirir içimi. Sonra o konuyla ilgili bir Montaıgne denemesi okuyunca sanki dünyam değişir. Bu adamın dedikleri yüzde yüz doğruymuş gibi moralim yükselir. Oysa adı üzerinde bir "deneme"dir bu.
Herkesi korkutan, kaygılandıran "ölüm" üzerine bakın ne diyor Montaıgne:
"Başımıza bir kez gelen şey büyük bir dert sayılamaz. Bir anda olup biten bir şey için bu kadar uzun zaman korku çekmek akıl karı mıdır?"
"Bütün dertlerin bittiği yere gideceğiz diye dertlenmek ne budalalık!"
"Hayat, kendiliğinden ne iyi ne kötüdür. Ona iyiliği, kötülüğü katan sizsiniz. Bir gün yaşadıysanız, her şeyi görmüş sayılırsınız. Bir gün bütün günlerin eşidir. Başka bir gündüz, başka bir gece yok ki!"
"Babalarınız başka türlüsünü görmedi
Torunlarınız başka türlüsünü görmeyecek"
İşte bu adamı okudukça insanın ölüme bakışı bile değişiyor. Bu denemelerini Lucretius adlı bir şairin şiirleriyle de çok güzel süslüyor. Bu yazısında iki dize var ki gerçekten insana yaşam felsefesi aşılıyor:
"İnsanlar yaşatarak yaşar birbirini
Ve hayat meşalesini, birbirine devreder koşucular gibi".
***
Anadolu insanının hele de kendi bölgem olan Orta Anadolu insanının sıcaklığını, candanlığını, konukseverliğini iyi bilirim. Onların yeteri kadar eğitilmemişlikten kaynaklanan bazı davranışlarına hiç de tepeden bakmam.
Biz çocukken çorba aynı tastan içilir, yemek aynı kapta yenirdi. Herkese ayrı ayrı tabak da yoktu, ayrı yemeyi düşünecek görgü de yoktu. Oysa bugün sağlığa, temizliğe uygun olarak ayrı kaplardan yemek, suyu ayrı bardaklardan içmek bence doğru olandır. Kalenderlik havasına bürünüp de "Bırak canım bu kibarlığı!" diyerek tek tastaki çorbaya üç beş kaşığı sallamak görgüsüzlükten başka bir şey değildir.
İnsan neden kötümser, karamsar olur? Bu gün de insanımızın tuhaflıklarını anlatayım dedim. Bunları yazarken sakın yanlış anlaşılmasın. Doğrusu varken neden böyle eğrilerini yaparız, onu anlatmaya çalışacağım. Arkadaşlar benim bu davranışlar karşısında tavırlarıma alaycı yaklaştıkları için ben de alaycı bir dille anlatacağım.
Dersimiz Türkçe
Her yıl keyifle anlattığım bir konu: Mektup Nasıl Yazılır?
Ali Ekber Çiçek türküsünün iki dizesiyle
Başlıyorum söze
"Mektup selam söyle benden sılaya
Söyle benim için de eller ağlasın"
Anlatıyorum, merakla dinliyorlar
Başlık olarak hitap sözü koyun
Sonra giriş, gelişme, sonuç planına uyun
Selamla başlamayın
Girişte mektubun yazılış sebebini anlatın
Haberlerle, isteklerle geliştirin
Sonunda da kısaca selamınızı iletin
"Şuna selam eder ellerinden öperim
Buna selam eder gözlerinden öperim"
Diye uzatmanın var mı anlamı
Dolmakalemle yazılmalı
Siyah ya da mavi mürekkepli
Kağıt çizgisiz, beyaz olsun falan filan
Ben böyle anlatırken
Bir parmak kalkıyor arka sıralardan
"Böyle her kurala uyarak yazmazsak olmaz mı hocam?
Anlatacaklarımızı anlamaz mı okuyan?"
Ben de diyorum ki hem ona hem sınıfa
"Sen, tastaki çorbayı
Tepene dikerek mi yoksa kaşıkla mı içersin
İkisinde de çorba mideye gider
Tepene dikersen el alem ne der?"
O zaman
Uyacaksın insana yakışana
Kurallara uygun olana"
***
Günlerden pazar. Bugün kendimize kahvaltıda bir ziyafet çekelim diye sabah sabah pide fırınındayız. Sıcacık pideden iki tane istiyoruz. Fırıncı, sanki pideleri koyacağı gazete parçası çok temizmiş gibi bir de parmağıyla tükrüklüyor gazeteyi. Neden yaptığını soramıyorsunuz bile. Onun için bu o kadar doğal ki... Yere tükürenlere, sümkürenlere sakın karışmayın. Dayak yiyebilirsiniz sonra. Sokak varken adam ağzını, burnunu niye evdeki lavaboda temizlesin(!)? Hani yazarken kullandığımız noktalama işaretleri var ya! Öyle alışmış ki bazıları, konuşurken araya küfür sıkıştırmak olmuş onun cümlesinin noktası, virgülü.
Arkadaş grubu, oturuyoruz bir masaya. Salatası, mezesi, barbunyası, ezmesi geliyor sofraya. Beyefendi alıyor ekmeği, daldırıyor salataya. Dört parmak salatanın içinde. Canım tadı mı olurmuş böyle yemeyince. Biraz da kalender olmalıymış insan.
Hangi devirde yaşıyoruz? Bir evde su içmek için tek bardak mı var? Yemek yerken, lokmayı çiğnerken ağzını açarsan elbette şapır şapır eder ağzın. Böyle onlarca olumsuzluğu sıralamak mümkün. Eleştiri getirdiğinde size söylenen "İstanbul'da mı büyüdün kardeşim?" sözüdür. İnsan gibi davranmak, görgülü olmak için İstanbul'da mı büyümek gerekiyor? Gerçi şimdi o eski İstanbul da yok ya!
***
Önce Montaıgne geldi aklıma. Sonra da insan gibi yaşamak. Kibarca davranmak varken kabalığın; temizlik varken pisliğin ne işi var yaşamımızda? Herhalde yanında nokta bile olamayacağım o büyük denemeciye özendim. Adı üzerinde deneme. İçinde de "ben" varım.
.............................................................................................................
Numan Kurt
29 Nisan 2009
Numan Kurt
29 Nisan 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder