10 Ocak 2010 Pazar

ANLAT, İÇİNDEN GEÇENLERİ




Al eline kalemi, yaz aklına geleni
Başkaları için doğru olmayabilir anlattıkların
Olsun
İnsan düşünen varlıktır
Budur bizim koyun olmaktan farkımız
Düşüncelerin tartışılmasıyla ortaya çıkar doğrular
Beğensinler beğenmesinler
Anlatalım
Neyi doğru, neyi gerçek görüyorsa aklımız
***
Bir insanın herhangi bir konuda duygu, düşünce ve görüşlerini paylaşmak amacıyla kesin yargılara varmadan içten bir anlatımla yazdığı yazılardır denemeler.
Deneme, bize, tek doğrunun ne olduğunu dayatanlara, “Gerçek yol budur.” diyenlere direniş kapısını açan, hayatın sandığımızdan daha karmaşık olduğunu söyleme hakkını veren bir tür...
Bu türün en büyük ustası Montaigne kitabının önsözünde özetle şöyle demektedir: "Eğer mümkün olsaydı karşınıza anadan doğma çıkardım. Bu kitapta size asla bir şey kanıtlama iddiam yoktur. Elimden geldiğince size beni anlattım. Bana hak vermenizi ya da yargılamanızı istemiyorum." Buradan da anlaşıldığına göre denemeler iddialı olmayan, ispat kaygısı taşımayan; temel anlamda insan doğallığına dayanan eserlerdir. Montaigne “Anadan doğma çıkardım.” derken bütün açıklığımla, içimden geçenleri değiştirmeden anlatmak isterdim demek istiyor.
Denemeye özgü bir konu türü yoktur. Özgürce seçilen bir konuda, yazarın kendi kendiyle konuşma havası içinde yazdığı yazı türüdür. Yazının konusu yazarın o anda aklına geliveren bir konu görünümündedir. Öğretici ve düşünsel yanı da vardır.
Ben de dedim ki kendi kendime “Montaigne kim, ben kim? O, 'deneme'nin büyük ustası. Bir de ben yazayım şu anda aklıma gelenleri.
   Boş kaldıkça Montaıgne'in Denemeler'inden bölümler okurum. Çağlar ötesinden, beş yüz yıl öncesinden öyle seslenir ki bu aydınlanmacı bizlere, şaşar kalırsınız. Hayat, insan, dostluk, yalnızlık, mutluluk , özgürlük, ölüm...üzerine yazdıkları insanın yaşam felsefesini bile değiştirir. Bazen bir karamsarlık çöker üstüme. İstesem de kurtulamam bundan. Ne için? Gelecek için, sağlık için, başka problemler için, yurdun hatta dünyanın geleceği için. Gençlerin bugünden yarına umutla, güvenle bakamadıklarını düşünürüm. Burada açıkça yazamadığım pek çok kaygı kemirir içimi. Sonra o konuyla ilgili bir Montaıgne denemesi okuyunca sanki dünyam değişir. Bu adamın dedikleri yüzde yüz doğruymuş gibi moralim yükselir. Oysa adı üzerinde bir "deneme"dir bu.
   Herkesi korkutan, kaygılandıran "ölüm" üzerine bakın ne diyor Montaıgne: "Başımıza bir kez gelen şey büyük bir dert sayılamaz. Bir anda olup biten bir şey için bu kadar uzun zaman korku çekmek akıl karı mıdır?" "Bütün dertlerin bittiği yere gideceğiz diye dertlenmek ne budalalık!" "Hayat, kendiliğinden ne iyi ne kötüdür. Ona iyiliği,kötülüğü katan sizsiniz. Bir gün yaşadıysanız, her şeyi görmüş sayılırsınız. Bir gün bütün günlerin eşidir. Başka bir gündüz, başka bir gece yok ki!"
    "Babalarınız başka türlüsünü görmedi
     Torunlarınız başka türlüsünü görmeyecek"
   İşte bu adamı okudukça insanın ölüme bakışı bile değişiyor. Bu denemelerini Lucretius adlı bir şairin şiirleriyle de çok güzel süslüyor. Bu yazısında iki dize var ki gerçekten insana yaşam felsefesi aşılıyor:
   "İnsanlar yaşatarak yaşar birbirini
   Ve hayat meşalesini, birbirine devreder koşucular gibi".

   ***
   Anadolu insanının hele de kendi bölgem olan Orta Anadolu insanının sıcaklığını, candanlığını,konukseverliğini iyi bilirim. Onların yeteri kadar eğitilmemişlikten kaynaklanan bazı davranışlarına hiç de tepeden bakmam. Biz çocukken çorba aynı tastan içilir, yemek aynı kapta yenirdi. Herkese ayrı ayrı tabak da yoktu, ayrı yemeyi düşünecek görgü de yoktu. İnsan neden kötümser, karamsar olur? Bu gün de insanımızın tuhaflıklarını anlatayım dedim.Bunları yazarken sakın yanlış anlaşılmasın. Doğrusu varken neden böyle eğrilerini yaparız, onu anlatmaya çalışacağım. Arkadaşlar benim bu davranışlar karşısında tavırlarıma alaycı yaklaştıkları için ben de alaycı bir dille anlatacağım.

Öğretmendim
Adı üzerinde öğretmekti görevim
Ben de öyle yaptım
Elimin erdiği, aklımın yettiğince esirgemedim emeğimi
İçim, vicadanım rahat benim

Dersimiz Türkçe, konular çeşit çeşit
Her yıl keyifle anlattığım bir konu:
"Mektup Nasıl Yazılır?"
Ali Ekber Çiçek türküsünün iki dizesiyle başlıyorum söze:
'Mektup selam söyle benden sılaya
Söyle benim için de eller ağlasın'
 
Merakla dinliyorlar
Anlatıyorum, anlatıyorum
Şuraya hitap
Sonra giriş, gelişme, sonuç
Selamla başlamayın
Önce mektubun yazılış sebebini anlatın
Haberlerle, isteklerle geliştirin
Sonunda da kısaca selamınızı iletin
Şuna selam eder ellerinden diye uzatmanın var mı anlamı
Dolmakalemle yazılmalı
Siyah ya da mavi mürekkepli
Kağıt çizgisiz, beyaz olsun
Falan filan

 Bir parmak kalkıyor arka sıralardan
'Böyle her kurala uyarak yazmazsak olmaz mı hocam?'
Ben de diyorum ki hona hem sınıfa
"Sen, tastaki çorbayı
Tepene dikerek mi
Yoksa kaşıkla mı içersin
İkisinde de çorba mideye gider
Tepene dikersen elalem ne der?"
O zaman
Uyacaksın insana yakışana
Kurallara uygun olana"
 
 ***
   Günlerden pazar. Bugün kendimize kahvaltıda bir ziyafet çekelim diye sabah sabah pide fırınındayız. Sıcacık pideden iki tane istiyoruz. Fırıncı, sanki pideleri koyacağı gazete parçası çok temizmiş gibi bir de parmağıyla tükrüklüyor gazeteyi. Neden yaptığını soramıyorsunuz bile. Onun için bu o kadar doğal ki... Yere tükürenlere, sümkürenlere sakın karışmayın. Dayak yiyebilirsiniz sonra. Sokak varken adam ağzını, burnunu niye evdeki lavaboda temizlesin(!) Hani yazarken kullandığımız noktalama işaretleri var ya! Öyle alışmış ki bazıları, konuşurken küfür, olmuş onun cümlesinin noktası, virgülü.
   Arkadaş grubu, oturuyoruz bir masaya. Salatası, mezesi, barbunyası, ezmesi geliyor sofraya. Beyefendi alıyor ekmeği, daldırıyor salataya. Dört parmak salatanın içinde. Canım tadı mı olurmuş böyle yemeyince. Biraz da kalender olmalıymış insan.
   Hangi devirde yaşıyoruz? Bir evde su içmek için tek bardak mı var? Yemek yerken, lokmayı çiğnerken ağzını açarsan elbete şapır şapır eder ağzın. Böyle onlarca olumsuzluğu sıralamak mümkün. Eleştiri getirdiğinde size söylenen "İstanbul'da mı büyüdün kardeşim?" sözüdür. İnsan gibi davranmak, görgülü olmak için İstanbul'da mı büyümek gerekiyor? Gerçi şimdi o eski İstanbul da yok ya!

     ***
   Önce Montaıgne geldi aklıma. Sonra da insan gibi yaşamak. Kibarca davranmak varken kabalığın; temizlik varken pisliğin ne işi var yaşamımızda? Herhalde yanında nokta bile olamayacağım o büyük denemeciye özendim. Adı üzerinde deneme.İçinde de "ben" varım.
   ........................................................

   Numan Kurt
   29 Nisan 2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

YEŞİLLİKLER ÜZERİNDE KIRMIZI GELİNCİKLER

  Sabah erken yürürken kıyıda Deniz masmavi, hafif dalgalı Belli ki temizlemiş kendini bütün kış boyunca Güneş ısıtırken yeryüzünü Hafiften ...