16 Mart 2013 Cumartesi

SİZLER YAŞADIKÇA












Bu yazıyı, yakın zamanda yitirdiğimiz yurt, cumhuriyet sevdalısı gazeteci yazar Bekir Coşkun'un yazılarından cümleler de ekleyerek paylaşmak istedim:

"Bu bayram bizim bayramımız.
Cumhuriyeti sevenlerin, aydınlığa koşanların bayramı.
Kutlu olsun."


***
"Çağdaş kadınlarımız, evlerinin balkonlarına bayraklarını asıp, yollara çıkacaklar.
Medeni dünyayı çocukları, eşleri, kızları ile paylaşmak isteyen erkeklerimiz, sevdalarının elini tutup törenlere gidecekler, insanlıktan gizleyecek hiçbir şeyleri olmadan...
Bugün Cumhuriyet Bayramı...
Bizim çocuklarımıza sözümüz var...
Onlara uygarlığı, çağdaşlığı vaat ettik...
Biz yeminimizi bugün tekrarlayacağız...
Söz verdik...
Söz...
Utanmadan, pısmadan, yılmadan, sinmeden, korkmadan... Çocuklarımızı çağdaşlığın aydınlığında büyütmek için...
Onlara sözümüz var..."

( Üstteki bölüm, Bekir Coşkun yazılarından alınmıştır.)


***
Demokrasidir, hakça paylaşımdır
Özünde taşır
Bilimi, aklı, çağdaşlığı, erdemi
Tırtıklasa da yüz yıllık değerlerini
Aydınlığa düşman kemirgenler
Korumalıyız
Ülkemize, halkımıza yakışan Cumhuriyeti

Nasıl da coşkuyla yürürdük bu bayramlarda
Boylarımız birbirine denk, başlarımız dik
Gözler hep ileride
Kalmadı bu coşkulu törenler
Uygun adım yürürken başımızı aynı yöne çevirip baktığımız resmi geçitler
Kalbimiz yerinden çıkarcasına
Okuduğumuz şiirler
Her bayram sabahı heyecanla kalkardık
İşte biz yurt sevgisini, cumhuriyet sevgisini
Böyle kazandık

***

Mitinglerde kullanılan otobüsün üstüne çıkmış Faruk Demir. "Sarı saçlım, mavi gözlüm/ Nerdesin nerde" diye söylerken her zamanki gibi duygulanıyorum, hıçkırıklar boğazımda düğümleniyor. Bir de ne göreyim, hemen sağ tarafımda yaşları orta yaşın biraz üstünde iki kişi. İkisi de sarı saçlı, mavi gözlü. Ellerinde bayraklar, başlarında "ATATÜRK, CUMHURİYET" yazan kırmızı şeritler. Mahzuni'nin o güzel türküsünün verdiği duygu seli, bu iki insanı görünce daha da artıyor bende. "Keşke gençler de böyle duyarlı olsalar, nerde...Gençlerin büyük çoğunluğu 1980'lerden sonra kendilerine öğretilen "rahat yaşam için köşe dönme"ciliğin peşinde. Bir de tarikatların, çeşitli dinsel akımların örümcek ağında. Böyle "Atatürk'e, Cumhuriyet'e sahip çıkma" amacıyla yapılan mitinglere katılanların çoğu da bu yüzden olsa gerek bizim gibi "kır saçlı"lar.

   Kendimi tutamadım. O iki aydınlık yüzlü insanın yanına doğru yaklaştım. Müziğin, kalabalığın gürültüsünden konuşulanlar, çok bağırmayınca duyulmuyordu. Bana daha yakın olan hanımefendiye:
   -Merhaba! Ben, emekli öğretmenim. Değişik konularda çeşitli edebiyat sitelerine yazılar da yazıyorum. İzniniz olursa fotoğrafınızı çekmek istiyorum. İnternetteki paylaşım sitelerinde yayımlayıp altına da bir yazı yazacağım. Bu yaşta, gençlerde olmayan heyecanınız beni etkiledi, dedim.
   İlk defa gördüğünüz, tanımadığınız kişiler, böyle bir durumda biraz çekinceli olurlar değil mi? Oysa güzel ülkemin, Atatürk'ün izinde, Cumhuriyet'in değerleriyle bu günlere gelen ülkemin bu iki güzel insanı dostlukla baktılar bana. "İşte cumhuriyet kadını böyle olmalı!" diye düşündüğüm hanımefendi:
  -Hay hay! Çekebilirsiniz, hiçbir sakıncası yok, dedi.
  -Teşekkür ederim, diyerek o kalabalığın arasından fotoğraflarını çektim.
  Ben, her konuda sokağa çıkıp eylem yapmış olmak için bağıran çağıranlardan değilim. Zaten meydanlara toplanıp davul zurna eşliğinde iki halay çekmek de eylem olarak kimseyi etkilemiyor. Yapılan bir eylem hangi konuda olursa olsun ses getirmeli. Bazen öğretmen meslektaşlarımız eyleme gidiyorlar. En doğal hakları. Genellikle nasıl oluyor bu eylem? O gün hasta sevk kağıdı alınıyor, herhangi bir ceza gelmesin diye. Sonra herhangi bir meydanda toplanılıyor. Dediğim gibi "Alanlara çıktık." açıklamalarıyla bir iki konuşma ve halayla eylem bitiyor. Oysa sayısal olarak öğretmenlerin çoğunluğu diyelim ki üç beş gün "derse girmeme eylemi" yapabilse bu çok daha etkileyici olur.
  Mitinglerin konusu "Atatürk" veya "Cumhuriyet" olunca katılıyorum. Büyük bir "Kurtuluş Savaşı" verilerek kazanılan Cumhuriyet değerlerinin ve bunu başaran, bence dünyadaki en büyük önder Atatürk'ün, yıpratılmaya, unutturulmaya çalışılmasına dayanamıyorum.
  O iki aydınlık yüzlü insanın fotoğraflarının altına yazdığım bu yazıda uzun uzun Cumhuriyet ve Atatürk nutukları atacak değilim. Yine de birkaç satır yazmak istiyorum.
  Yüksek okula gidinceye kadar o bayramlarda okunan şiirlerdeki "büyük asker, kurtarıcı Atatürk"ten ötesini bilmezken yüksek okul yıllarında bize okutulan "Cumhuriyet Tarihi" adlı ders kitabında Atatürk'ü tanımaya başladım. Sonra okuduklarımla da o büyük insanın kahramanlıktan, kurtarıcılıktan öte iki yönü beni çok etkiledi: Bilime dayalı akılcılık ve çağdaşlık. Bugün bile binbir türlü hurafeyle hayata, günlük yaşama yön vermeye çalışanlar giderek çoğalırken seksen doksan yıl önce "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir." sözünü söylemesi ve Türkiye'nin yönünü yaptığı devrimlerle Batı'nın bilimine, çağdaşlığına çevirmesi, benim Atatürk sevgimin temelini oluşturur. "Muassır (çağdaş) medeniyetler seviyesine ulaşma"yı da bir hedef olarak göstermesi onun ayrı bir üstün yönüdür.
  Bilimin yol göstericiliğine ulaşmak, yönümüzü çağdaş uygarlıklara çevirebilmek için de insan onuruna yakışır, insanın değer kazandığı bir yönetim biçiminin olması gerekir. Bu da devlet yönetiminde egemenliğin halkın gücüne dayandığı yönetim biçimi olan Cunhuriyet'tir. Cumhuriyet yönetiminde halk gücünü "seçim"le gösterir. Sağlıklı, iyinin, iyi yönetecek kişilerin seçimi için de o ülke halkında eğitim düzeyinin, demokrasi anlayışının gelişmiş olması "halk iradesi"ni tam olarak ortaya koyar.
  Teokratik yönetim anlayışıyla yönetilen ve çöken bir imparatorluktan sonra bir toplumun yönünü bilime ve çağdaşlığa döndürebilmek hiç de kolay değildir. O anlayışın kalıntıları her devirde pusuda beklemişler, Atatürk'ün Cumhuriyet'le getirdiği yeniliklere bir türlü alışamamışlardır. Bugün de doksan yıllık hınçlarını bu iki değeri yozlaştırarak, yok ederek almaya çalışıyorlar. Bu ülkede "ulus" kavramı yerine "ümmet" kavramı yeniden yerleştirilmeye çalışılıyor. Otuz yıl bu ülkenin başına bela olan, idamdan kurtulup ömür boyu hapis yatacak olan, "terörist başı" dediğimiz birini, sanki karşımızdaki bir devletin başkanıymış gibi muhatap alıp onunla görüşmek, bizim onurumuza dokunuyor. Kavramlar öyle allak bullak edildi ki "Türk'üm, Atatürkçüyüm" demek neredeyse suç oldu.
  Dünyada bağımsız yaşayan her ulusun ona bu bağımsızlığı sağlayan değerleri vardır. İnsanlar elbette değişik düşünceleri savunabilirler. Ama değişik düşünceleri savunuyoruz diye de o ulusu bir arada tutan "ortak değerler"i yıkmaya çalışmak gerekmez.
 Bu konularda duygusallığın etkisiyle de olsa sayfalarca yazabilirim. Kim ne iddia ederse etsin Cumhuriyet'in kuruluşundan beri kimsenin inancına dokunulmadı bu ülkede. Cumhuriyet, Atatürk aşığı o iki insanın, Leman Sunar ve adını bilmediğim saygıdeğer eşinin o yaşta, polis gazıyla gözyaşı dökerek, ellerinde bayraklarla o meydanda Atatürk ve Cumhuriyet sevgilerini haykırmaları, fotoğraftaki aydınlık yüzleri bana bu yazıyı yazdırdı. Yazımı, güzel Türkçemizi "Türkçem, benim ses bayrağım!" diye anlatan dilimin büyük ozanı Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın "TÜRK OLMAK" adlı şiirinden bir bölümle bitiriyorum:

"Yok hele, oğul kız, yok hele
 Yüreğimizde karanlık, alnımızda kir
 Bize yönelen isterse yeryüzü olsun
 İsterse gökyüzü
 Türk olmak, karşı koymak demektir
 İçine, çiçeklerin, yıldızların, ulusların
 İçine gir
 Geceden gündüze, eskiden yeniye yürü sen
 Yürü sen
 Türk olmak yaşamak demektir"
.............................................................................

Numan Kurt
17 Mart 2013





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

YEŞİLLİKLER ÜZERİNDE KIRMIZI GELİNCİKLER

  Sabah erken yürürken kıyıda Deniz masmavi, hafif dalgalı Belli ki temizlemiş kendini bütün kış boyunca Güneş ısıtırken yeryüzünü Hafiften ...