Kent görmemiş köy çocuğuydum
Ayak yalın, baş kabak, üst baş toz toprak içinde
Yaşarken bozkırdaki köyümde
“Bir büyük radyo çıkacakmış, içinde adamlar görünüp konuşacakmış”
Şaşırır kalırdım buna
Koca koca adamlar sığar mıydı bu radyoya
Doğruymuş
Yıllar geçti aradan
Bizler kavuştuk televizyona
Ve sonra
İnternet denen bu mucize buluş girdi
O sessiz sakin hayatımıza
Geldi gelmesine de o zaman için bizde yaş, yaklaşmıştı altmışa
Bir gün çocuklar dediler ki bana
“Baba, facebook diye bir paylaşım sitesi var
Kaydedelim seni ona
Öğrencilerini, arkadaşlarını bulursun
Şu emeklilik günlerinde mutlu olursun”
“Ben kiminle arkadaş olacağım bu yaştan sonra”
Böyle desem de hık mık etsem de
Oluverdik üye
Şimdi anlatacaklarım da işte bu facebook dedikleri ile ilgili
Belki hepimizin yaşadığı tatlı bir hikâye
***
Bugün bir süredir aklımda olan yazımı yazmak için oturdum bilgisayarın başına. “Bakalım içinden çıkabilecek miyim, okuyanlara hoş gelen bir yazı ortaya çıkarabilecek miyim?” düşüncesi ile klavyenin tuşlarına dokunmaya başladım.
Ne yazacaktım, aklımdaki neydi? Daha önce bu facebooka üye oluşumu, yaşadığım acemilikleri, gülünç durumları “ŞU FACEBOOK DEDİKLERİ” başlıklı yazımda anlatmıştım. Bu yazım da paylaşım sitesi facebook ile ilgili olacak.
“Paylaşmak” derken aklıma geldi. Hesabımda kendi yazılarımı facebook arkadaşlarımın okuması için yayımlıyorum. Başka paylaşımlarım çok az. “Ne yani siz yazılarınızı paylaşıyorsunuz diye biz başka paylaşımlar yapmayacak mıyız? Eleştiri mi getiriyorsunuz? Herkes yazı yazmak zorunda mı? “ diyebilirsiniz. Hemen vereyim cevabını. “Hayır, isteyen istediği paylaşımı yapabilir. Arkadaşlarımın çoğu da güzel paylaşımlar yapıyorlar. İnsanlar, insan onuruna, ahlakına uygun, toplumdaki yanlış gidişi eleştiren paylaşımlar yapıyorlarsa benim ne demeye hakkım var?”
Bu facebookta paylaşımların altında “Beğen” kısmı var. Ben, yapılan paylaşım hoşuma giderse hemen tıklıyorum. Zaten bu “Beğen” sözcüğü sadece “beğenmek” anlamıyla kalmadı, “Paylaşımınızı gördüm, okudum, ilgiliyim.” anlamları da taşıyor artık.
Ben, yazılarımı, yazıyla ilgili fotoğraf ve resimleri paylaştığım bu siteye günde iki üç kez giriyorum. Yazılarımı kolayca yazabildiğim, resimleri fotoğraflara bakarak orada çizebildiğim için laptop denen bilgisayarı kullanıyorum. Elli yıldır sabahın beşinde kalkarım. Bu yıllarca yatılı okumanın, o okullarda sabah erken kaldırılmanın etkisi olsa gerek. O erken saatlerde iki saat kadar yazı yazmaya, resim çizmeye çalışıyorum.
Facebook “kitap yüzü” anlamına geliyormuş. Google amcaya sordum, bana öyle dedi. Hani eskiden, bilgili, kültürlü kişilere “ayaklı kütüphane” derlerdi ya yine de o kişiler çoğu konuları bilemezdi. Bir insanın her konuyu bilmesi de olanaksız zaten. Oysa bu “Google amca”ya ne sorsanız yanıtını veriyor. Çok kişinin kullandığı haliyle facebook, anlamı olan “kitap yüzü” olmaktan çıkmış “insan yüzü” durumuna dönüşmüş. Pek çok insanı birçok yönüyle orada tanıyoruz.
Ben artık “whatsapp, instagram” gibi paylaşım alanlarını da kullanıyorum; ama oralarda genelde fotoğraf paylaşımı, haberleşme gibi etkinlikler olduğu için yazılara fazla ilgi olmuyor. Bir de yazılarımı üç beş günde çizdiğim resimleri biraz birikince paylaşmak bende alışkanlık oldu.
Konumuz facebook ya, önce bana tuhaf gelen kullanımları, olumsuzlukları aklıma geldiği kadarıyla yazayım dedim.
*Beni en çok rahatsız eden yanı güzel dilimiz Türkçe, yazımıyla, noktalamasıyla perişan ediliyor. Dikkat edenler var; ama üzüntüyle belirteyim ki bu konunun öğreticisi olanlar bile önemli hatalar yapıyor. “Telefonda yazmak zor oluyor, o nedenle yanlışlar yapılıyor.” açıklaması bence doğru değil, biraz yavaş ve dikkatli yazarsınız olur biter. Şimdi renkli kareler içine yazılan birkaç kelimelik paylaşımlarda bile yazım yanlışı dolu. "Çok mu önemliymiş?" derseniz, derim ki: "Evet, dil bir ulusun en önemli ortak bağıdır. Dil, bizim ses bayrağımızdır."
*Bu memleketin başına bela olan, toplumu geriye götüren “cüppeli”sinden bilmem nesine kadar hurafeci hoca bozuntularının videoları paylaşılıyor. Paylaşımlar genelde onları yerin dibine batıran videolar; ama ben yine de diyorum ki o soytarıların kötüleyerek de olsa reklamını yapmanın anlamı yok.
*Ayrıca bu kurban bayramında gördüm, o kurbanlıkların yeni kesilmiş haliyle fotoğraflarını paylaşanlar, sayfalarını kanla dolduranlar da eksik olmadı.
*Paylaşımların altındaki yorumlarda hakaret, küfür içeren, tartışma sınırlarını aşan cümlelerin yer alması doğru değil. Samimi arkadaş olanlar bile bu yüzden birbirlerini arkadaşlıktan siliyorlar.
*Pek çok paylaşımda Mevlana, İlber Ortaylı, Can Yücel vb. kişilerin adı kullanılıyor. Anladığım kadarıyla o sözlerin, şiirlerin çoğu adı geçen kişilere ait değilmiş. İlber Ortaylı hoca da bu durumdan şikâyetçiymiş. Ben, “O insanların sözleri, görüşleri paylaşılmasın.” demiyorum. Araştırılsın, gerçek olanlar paylaşılsın.
*Pek çok konudan hiç haberi olmayanların, paylaştıkları konuyu bile anlamayanların "din alimi" kesilmeleri ve tek paylaşımlarının da o konular olması ayrı bir ironik durum.
*Son zamanlarda “Mesenger”den çok sık mesajlar geliyor. Doğaldır, arkadaşlarınız beğendiği bir sözü, yazıyı, videoyu size gönderebilir ama bu sık sık olursa bıktırır insanı.
*Yakın arkadaşım dediğiniz kişi veya bir tanıdığınız size arkadaşlık isteği gönderiyor. Mutlu olup teşekkür ediyorsunuz. Bir süre sonra onun yan tarafta adını görüyorsunuz. “Arkadaşı ekle!” yazıyor. “Yahu biz arkadaştık.” diye düşünürken bakıyorsunuz, sizi defterden düşmüş. Biz facebooku altmış yaşından sonra tanıdık. “Arkadaş sayısı artsın.” diye çocukça bir düşüncemiz olamaz; ama karşıdakinin sizi silerken kafasındaki ön yargı sizi rahatsız ediyor. Diğer ortak arkadaşlarınız yerli yerinde dururken siz yoksunuz. “Benim haberim yok, nasıl olmuş bu?” gibi açıklamalar da geliyor sorarsanız.
Daha başka pek çok olumsuzluk sıralanabilir. Benim kimseye ders, öğüt vermek haddim değil; sadece kendi gördüklerimi, yargılarımı yazıyorum. Benim açımdan bu paylaşım sitesi çok güzel, yararlı bir buluş.
Bakın ben, bu facebook sayesinde ne güzellikler yaşadım.
*Kırk yıldır görmediğim çok sayıda eski öğrencimle, arkadaşımla, hatta öğretmenlerimle bile iletişim kurdum. Beni çok mutlu eden haberleşmeler yanında birçoğuyla görüşmeler bile yaptık.
*Bir emekli uğraşısı olarak yazdığım yazıları, çizdiğim resimleri paylaşma , en azından facebook arkadaşlarıma ulaştırabilme fırsatını buldum.
*Okulda iken özellikle deseni güzel çizerdim, öğretmenler beğenirdi. Elli yıl sonra çizmeye yeniden başladım, şimdi sekiz yüz elli kadar facebook arkadaşımın "çizgilerle portre"sini yapıp sayfasında paylaşıyorum. Bu da onlar için tatlı bir sürpriz oluyor.
*Bu yazılarım, bana önceden tanımadığım pek çok da arkadaş kazandırdı. Yazdıklarımı değişik edebiyat sitelerinden, yerel facebook gruplarından okuyanlar benimle iletişim kurmak istediler. Şöyle bir örnek vereyim:
İlkokulun son iki yılını ağabeyimin öğretmenlik yaptığı Hacıbektaş’ın Topayın (Akçataş) köyünde okudum. O güzel köyden aklımda kalanları elli yıl sonra “DÖN GERİ BAK” başlıklı yazımda anlatmıştım. O yazıda sonradan köyün muhtarlığını da yapan rahmetli Emin ağabeyin adını ve insanlığını anmıştım. Nasıl oldu bilmiyorum, Emin ağabeyin şimdi öğretmen olan kızı Kezban, bu yazıyı okumuş, okurken de ağlamış. Bana bunu kendi hesabı olmadığı için bir yakınının facebook hesabından mesaj yoluyla yazmış. Yine aynı yazıda Hüseyin amca ve eşi Havva teyzeden söz etmiştim. Şimdi bu iki rahmetlinin oğlu ve torunlarıyla facebook arkadaşıyız. Böyle çok örnek verebilirim.
*Çok sayıda öğrencim, paylaştığım albümlerde hiç görmedikleri kırk yıl önceki fotoğraflarını gördüler.
*Ben de emekli bir öğretmen olarak onların gösterdiği saygı ve vefa ile mutlu oldum.
*Yazı yazmak on yıl öncesine kadar aklımda yokken şimdi blogumda ve facebook sayfamda iki yüz altmış yazım var. Bir emekli olarak boşluğa düşüp can sıkıntısıyla uğraşmaktan kurtuldum.
*Köyümün pek çok gencini bu paylaşım sitesi kanalıyla tanıdım.
*Bana anılarını yazıp gönderen facebook arkadaşlarımdan birkaçının anılarını öyküleştirdim. Onlar için de bu bir armağan oldu.
*Çok ilgili olmadığım siyasi yazı paylaşımlarını da o konuyla ilgili arkadaşlarımın paylaşımlarından görüp yararlanıyorum. İlgili olmadığım derken şu güzelim ülkedeki olumsuzluklara da kayıtsız değilim. Birçok yazımda eleştirilerim var.
*Daha neler neler sayabilirim; ama en önemlisi sevgiye, saygıya dayanan nice dostluklar kazandım.
“Ben, çok ilgili değilim, ara sıra şöyle bir bakarım.” desek de bu paylaşım sitesi hepimiz için tatlı bir uğraş oldu. Yeter ki güzel ve olumlu kullanalım. Ben yetmiş üç yaşındayım. Benim seksen doksan yaş civarında üç öğretmenim bile bu paylaşım sitesini çok yararlı biçimde kullanıyorlar. İlgisiz olanların dikkatine…
Biz emekliler
Bu yaştan sonra
Yıllar önce hayal bile edemediğimiz
Neler nelerle uğraşıyoruz
“Ellerinizden öperim öğretmenim.”
Diye yazan sevgili öğrencilerimizin
“Saçlar dışında hiç değişmemişsin.”
Ya da” Bu göbek ne yahu?” diyen arkadaşlarımızın verdikleri mutlulukla
Günler geçip gidiyor
Sevgi ve minnetle yaşıyoruz
………………………………………….
Numan Kurt
6 Ağustos 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder