Nişanlıydı
İlk kez gidecekti nişanlısını görmeye
Boş gidilir mi hiç
Çerez götürmek âdettendi bu köyde
Fındık, fıstık, kuru üzüm, akide şekeri, leblebi
Utangaç yüzlerle konuşurken
Yerlerdi birlikte
Kara gözlü Hüsne’yle
Vurdu “Tak tak!” kapıya
“Kim o?” diye ses verdi içeriden Nimet ana
“Benim, Ahmet! Dükkândan alacaklarım var, açar mısın
Alişen Emmi nerede?”
“Camiye gitti, ben açarım dükkânı, sen bekle!”
Üşenmezdi hiç Nimet ana
Gece de olsa açardı bakkal dükkânını
Alişen Emm'inin olmadığı yerde
Köylümün hem alışveriş hem sohbet yeriydi bu dükkân
Kimde doğru dürüst para vardı ki o zaman
Buğday, yumurta verilir; margarin, şeker alınırdı
Onlar da yoksa
Alınanlar bakkal defterine yazılırdı
Şimdi o köy bakkalları da yok
İşte ben de anlatmak istedim aklımda kalanları
***
Rahmetli dedem ilginç bir adamdı. Yaşar Kemal'in "Yer Demir Gök Bakır" adlı romanındaki Koca Halil gibi neredeyse köyün hepsine küserdi. Bazen biz torunlarından başka kimseyle konuşmadığını düşünürdüm ben. En yakın komşusu Bakkal Alişen Emmi ile uzun yıllar kavgalı yaşadı. Ne zaman bir yağmur yağsa onların kavgası da patlardı. Şimdi iyi anımsamıyorum; ama iki evin arasındaki dar geçitten dolayı olmalı. Kısacası ceviz kabuğunu doldurmaz, eften püften, bugün hepimize gülünç gelen nedenler. Gerçi kavgalarında el, yüz çizikliğinden başka yaralama da olmazdı ya.
Hani adam, karşısındakine "Hava da bulanıyor, yağmur yağacak herhalde." demiş. Karşıdaki de kaldırmış vurmuş. Adam "Ne vuruyorsun?" deyince de "Sen bana ördek dedin." demiş. "Yağmur yağacak, su birikecek, ördekler yüzecek..." diye devam etmiş. İşte bizimkilerinki de böyle bir kavga. Anlayacağınız köylümün söyleyişiyle "kıl kendir" sebeplerle olurdu kavgaları.
Sakın şaşırmayın! Yaşlandığında dedemin en yakın dostu rahmetli Alişen Emmi'ydi. Ne olmuştu da yılların kavgalıları böyle birden can ciğer dost olmuşlardı? Yaşlılığında bakkal dükkânından hiç çıkmaz olmuştu dedem.
Alişen Lale'nin bakkal dükkânı, köylümün alışveriş yaptığı, ondan da önemlisi dükkândaki tahta kalaslara oturup "lafın belini kırdığı" yerdi. O sohbetleri, yakınmaları, atıp tutmaları çocuk ve yeni yetme gözlerimizle hayranlıkla izlerdik. Dükkân; içeriye girince karşıda tereklerin, tezgâhın bulunduğu, tezgâhtan sonra iki duvara dayanmış, bir de kapıya yanlamasına uzanan oturma kalaslarından oluşan bir göz yerdi. Oturmalıkların tezgâha yakın olanlarına büyükler, kapıya yakın yerlere de yer bulabilirsek biz çocuklar, gençler otururduk.
Titiz adamdı Alişen Emmi. Ne satarsa ve sattığı da tartılması gereken bir şeyse gramı gramına denk getirirdi. Koyu sohbete giren büyüklerimizden biri "Alişen, ver oradan elli kuruşluk şeker sucuğu!" der, o katı, cevizli, şimdikilere benzemeyen şeker sucuğunu şapırtıyla, afiyetle, bizim de ağzımızın suyunu akıtarak yerdi. Biz çocuklar da bakardık öyle. "Bu Cafer de onca bisküvileri, lokumları, şeker sucuklarını niye yemez?" derdik çocuk aklımızla. Burası bizim olsaydı bakın nasıl yerdik biz. Bakkalın oğlu olur, çok zamanda tezgahta o durur da yenmez miydi şeker sucukları, bisküviler?
Alişen Emmi'nin dükkânını anlatırken o hararetli sohbetlerden iki kişi kalmış aklımda. Biri "Kürt Emmi" diye bildiğimiz, o zaman gerçek adını hiç duymadığımız Mustafa amcaydı. Her yıl yağmurun yağmadığından, ekinlerin bitmediğinden yakınır; ama hasat mevsiminde de en çok buğday onun tarlasından çıkardı. Anlatırken herhangi bir konuyu "Söze atiriyim (getireyim)" diye başlardı. Tatlı, bizim de ilgiyle dinlediğimiz bir sohbeti vardı. Diğeri de "Topalın Bayram" olarak anılan yakın komşumuz Bayram amcaydı. "Yaniye" diye başladığı sohbetlerini severdim nedense.
Alişen Emmi'nin dükkânı akşamları kapansa bile bir ihtiyaç için geç saatlerde vardığımızda ya kendisi ya da Nimet Ana hiç üşenmeden açarlardı dükkânı, bir kibrit de olsa verirlerdi.
***
Ankara'da oturan köylüm Feyzullah Kaya, Alişen Emmi ile ilgili, benim çok hoşuma giden bir anısını anlattı. Onun ağzından buraya aktarıyorum:
"Bir gün İstanbullu amcanın oğlu Hasan'la (Genç yaşta rahmetli oldu.) birer yumurta aldık, bakkala gidiyoruz. Ben elimdeki yumurtayı kulağıma yaklaştırıp salladım, yumurta cılk. Temiz, saf Hasan'a:
-Sendeki yumurtaya bakayım, hangisi büyük?
Hasan, yumurtayı verdi. Aynı renkteki yumurtaları değiştirdim. Bakkala varınca Alişen Emmi önce bendeki yumurtayı güneşe tutup baktı:
-Senin yumurta sınıfı geçti, dedi.
Sonra Hasan'daki yumurtaya baktı:
-Oğlum, senin baban böyle hile bilmezdi. Sen nereden öğrendin?
Yaptığımdan haberi olmayan Hasan'ın utancını düşündükçe bugün de üzülürüm. Yaşasaydı bugün yumurta olayını anlatır gülüşürdük. Oysa Hasan, ömrünün baharında geçti gitti.
***
Geçenlerde Cafer'e takıldım. "Senin tezgâhta durup da hiçbir şey yemediğine hayret ederdik." dedim. Bu yazdıklarım yeni deyimle elbette ki "nostalji". O zamanlar gerçek bir Anadolu köyü olan köyümden bende kalanları gençler de okur, öğrenirse mutlu olurum.
"Kimse cesaret edemezdi
Aşır Emmi'nin yanına oturmaya
Ne zaman vuracağı belli olmazdı yumruğu
Yanına oturanın sırtına
Ve ben unutamam hiç
Köyümün uzun boylusu Şıh Mehmet ağabeyin
Dişleri arasında çıkan tuhaf ıslığı
Büyüklerimizin hararetli konuşmalarını
Köy berberinin sandalye üzerinde tıraşını
Ve biz çocukların şeker sucuğu, lokum yiyenlere bakışını
...............................................................
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder