Orada bir köy var bozkırda, uzakta
Yüz elli haneden otuz kırk haneye inmiş
Nasıl batardı dikeni çakırdikeninin
Nasıl kokardı üzerlik
Hatırladıkça çakırdikenlerini
İnce Memed'in Değirmenoluk köyünde yakılan
Çakırdikenleri gelir aklıma
Aşgar yapardı çevre köylerden gelenler
O beğenmediğimiz üzerlikten
Süs olarak duvarlarına asardı köylüler
Çocukluğum, anılarım
Sis bulutlarının arkasında
***
Memur olsa da babam bin dokuz yüz ellilerde
Tarım Kredi Kooperatifi'nde
Bir köy çocuğuyum ben
Orada doğmuşum, çocukluğum geçti
Anadolu bozkırının o yıllarda yüz elli hanelik
Sadık köyünde
Ne anlatır yetmişini geçmiş bir adam
Yaşananlar zihninde bölük pörçüktür
Döndüm baktım eli altmış yıl geriye
Ak kağıda aktardım
O yıllardan ne varsa aklımda kalan
İnsanlar gitti kasabalara, kentlere
Yıkık duvarlı evler kaldı köylerde
Artık ne okul ne öğretmen var
Uzakta kaldı o mutlu yıllar
***
Yerinde yeller esiyor artık o köyün. Aklımda kalan yanlarıyla anlattığım o köy yok şimdi. Öylece kalsa mıydı? Kalamazdı. Okuyanlar, meslek sahibi olanlar dağıldı yurdun dört bir yanına. Kentlerin olanaklarından yararlanmak isteyenler göçüp gittiler köylerinden. Gurbetçiler, Almanya, Hollanda gibi ülkelere işçi olarak gidenler kasabalarda, kentlerde ev aldılari Devlette meslek sahibi olanlar paylarına düşen tarlaları satıp çocuklarının da geleceğini düşünerek oralara göç ettiler. Bu yazıda sözünü edeceğim yıllarda yüz elli hanelik köy şimdi otuz kırk hane kaldı.
Konum olarak kasabalara, kentlere bizim köyden de uzak olan bazı köylere dönüş, en azından yaz aylarında yerleşim varken köyümüzde o amaçla yapılan, yerleşilen tek ev yok. Köye yılda, iki yılda bir gittikçe de şunu görüyorum. O sayısı azalan evlerin çevresi kale duvarı gibi avlularla çevrilmiş. O avluların, bahçelerin içindeki olumluluk ise ağaçların çoğalması olmuş. Çocukluğumda iki üç söğüt ağacından başka ağaç yoktu.
O kadar çok ki anlatacaklarım; ama ben önce aklımda belirgin olarak kalanlarla o yıllardaki köyümü az da olsa tanıtayım dedim.
***
Edebiyatımızın çok yönlü yazarı Necati Cumalı'nın "Selim'i Anarım" adlı öyküsü beni çok etkilemiştir. O öyküde, bulunduğu ortamı üretkenliğiyle, temizliğiyle güzelleştiren bir Anadolu insanı çok güzel anlatılır. Selim'in bulunduğu her yerde çiçekler, ağaçlar, insan elinin doğaya dokunuşu vardır. Bu yazımda Selim gibi insanların pek elinin değmediği bozkırdaki köyümü anlatmaya çalışacağım. Anlatacaklarım 1960'lı, 1970'li yıllardaki köyümün yani benim çocukluk ve gençlik yıllarımdaki köyümün anımsayabildiğim bazı yönleri olacak. Bir toz bulutunun gerisinde kalan anılarımın önündeki bu bulutu kaldırmaya çalışarak köyümü,
köyümün insanlarını hem anmak hem anlatmak beni hüzünlü de olsa mutlu edecek.
Yurdumun uzak köyleri değişik resimlerde bir dağ yamacında, yeşillikler içinde, ortasında çeşmesi şırıl şırıl akan, bağlık bahçelik yerler olarak tanıtılır çoğu zaman. Köyüm bu saydıklarımın hiçbirinden nasibini almasa da özlemimde baş köşeye oturur. Yazın tozuyla, kışın çamuruyla, önünde dikili ağacı bulunmayan evleriyle, çocukluğumun değişik insanları ve yaşamıyla özlerim orayı. Çok az da olsa (belki yılda bir kez) uğradığım köyümde bugün için hiç bulamadığım tatlar, güzellikler nelerdi diye düşündüm. Aklıma gelenleri bugünün gençlerine tuhaf da gelse anlatmak istiyorum.
Binmiş de traktöre
Boynunda sarı yağlık
Gelir toz duman içinde
Vagonetinde buğday silme dolu
Kaşlarına dek ağartmıştır
Yılan gibi kıvrılan yolların tozu
Ellili yılların sonunda bile yurdumun pek çok yerinde tarım atlarla, öküzlerle, karasabanla yapılırken benim köyümde yirminin üzerinde traktör vardı. Massey Harrıs, köylünün söyleyişiyle "Masaris" denilen bu traktörleri sürenler çocuk gözümüzde büyürdü bizim. Kaldırdığı toz, direksiyonundaki boşluk, yokuşlarda su kaynatışı ile çiftçinin ayrılmaz arkadaşıydı bu traktörler. Köyümün verimli toprağını, arkasına takılan bıçakla alt üst edişi bereketin de başlangıç noktasıydı. Onlarla tarla sürülür, sap saman çekilir, ilçeye pazara gidilir, komşu köylerdeki düğünler şereflendirilirdi.
Okul ve selektör binaları dışında çatılı bina yoktu köyde. Bütün evler toprak damlı idi. Daha sonraki yazılarımda anlatmak istediğim köy düğünlerinde bu toprak damlı evlerin üstüne çıkar, çevre köylerden gelen misafirleri gözetlerdik. Bir toz bulutu gördüğümüzde "Geliyor! Misafir geliyor!" diye bağırıdık. O misafirler köyün dışında traktörlerle silah atılarak karşılanır, düğün evine getirilirdi.Vagonete sandalyeler atılmış, ağır misafirler oturmuş olarak gelirdi traktör. Düğün evinin kapısına duran traktöre kim önce atlar, kontağı kaparsa traktör sahibi o akşam onun konuğudur, diğer misafirler de köylüler tarafından "Akşam benim misafirimsin." diyerek paylaşılır. Şimdilerde köye gittiğinizde yakın akrabalarınız yoksa "Ben nerede kalacağım?" diye düşünüyorsunuz. Oysa o zamanlar düğüne gelip iki üç gün konuk olacak olanlar için kavga bile edilirdi.
Gelir kurulurdu köşedeki mindere
Kıran köyünden Çolak Ali Emmim
Cebinde kirli akide şekeri,kırık leblebi
Ne tatlı gelirdi biz çocuklara
Onun sağlam eliyle "Aç avcunu!" diyerek verdikleri
Bir de gelen konuklarla
Bizimkilerin sohbetleri
***
Oyun deyince aklıma hep teğme (tame) dediğimiz değnek oyunu gelir. Saatlerce bıkmadan oynadığımız bu oyunda kırılmaz meşe değnekler kullanırdık. Peki, nereden gelirdi bu değnekler?
Meşe deyince aklıma
Kara, uzun bir adam gelir
Köylümün ilk yurdundan
'Ölonun Derviş'
Adını bilirim de
Ne anlama gelir lakabı
Hâlâ bilemem
Kırılmaz hiç meşeden değnekler
Öyle dalardık ki o değneklerle oyuna
Gün kararıncaya dek gelmezdi aklımıza
Evde ne var ne yok, bizi kimler bekler
İşte bu adam satardı bize Tepesidelik köyünden getirdiği bu sert, kırılmaz meşe değneklerini.
***
Yaz günleri kuşluk vakti tozlu yollardan yaylımdaki koyun sürüleri girer köye çıngıraklarla, çoban köpekleriyle. O güzelim koyunlar sulaklara koşar meleyerek. Anadolu halk şiirinin erişilmez ozanı Karacaoğlan bir şiirinde der ki:
"Koyun meler, kuzu meler
Sular hendeğine dolar
Ağlayanlar bir gün güler
Gamlanma gönül gamlanma"
Ne koyun, ne kuzu meliyor benim köyümde artık. Bırakın hendeğe dolmayı, eskiden üç metreden çıkan su, şimdi yüz metreden çıkmıyor. Bozkırın ortasındaki köyümün çevresinde çayırlıklar, onların içinde pınarlar vardı. Kumlu tulumba suyunu içemeyen midesinden ameliyatlı babama eşekle su getirirdik testileri heybelere denk yaparak. Gölyeri, Kuruhüyük kaldı mı şimdi? Yalnız onlar mı? Köyün içindeki üç küçük göl de kurudu gitti.
***
Köyüm masa üstü gibi düz bir arazide kuruludur. Bir tepeyi bile bulamazsınız. Bu nedenle bağ yetişmez. Bağ çubuklarını hemen soğuk alır. Bizim çocukluğumuzda köylü buğday ve pancarın dışında tarlasına bazen karpuz da ekerdi. Karpuz tarlalarında "huğ" dediğimiz , iki üç çatılmış sırıkla onları örten ottan oluşturulmuş gölgelikler vardı. Onun içine oturan bizler tarlayı beklerdik. O ufak karpuzları dizimize vurarak kırar, şırasını akıtarak yerdik. Karpuz tarlası bozulup karpuzlar toplandığında da tevekleri (karpuz yaprakları) birbirine bağlayıp köyün tozlu yollarında koştururduk. Çok gitmeden tevekler kopar dağılırdı.
Karpuz, karpuz kabuğu derken köyde o zamanlar anlatılanher aklıma geldiğinde gülümseten bir olayı da anlatayım size.
"Koca Mehmet'in Aşır" diye anılan Aşır Çelik amca karpuz tarlasındadır. Oradan geçen çocukları yanına çağırır. 'Gelin uşaklar, size karpuz vereyim.' der. Çocuklar keyifle otururlar yanına. Aşır amca hangi karpuza vurup onu ikiye bölse karpuz ham çıkmaktadır. Sonunda o da usanır, ham karpuzları verir çocuklara 'Ula uşaklar, yiyin yaş yaş işte.' der. Şimdi bir arkadaş içilen çayı beğenmezse ben de Aşır amcadan esinlenerek 'Yahu için sıcak sıcak!' diyorum.
Yaz günleri yaptığımız bir muzırlık daha vardı ki bugün düşündükçe gülerim. Teneke kaplara su doldurur, tarlalara yakın, boş, kıraç arazide fare yuvası arardık. Bulunca da suyu farenin deliğine boşaltırdık.Aradan çok süre geçmez, suyu yutan fare fırlardı yuvasından. Biraz koşunca da düşer, ölürdü farecik.
Harman zamanı patozlar gelirdi köye. Saplar saman olur, samanlığın penceresinden yabalarla atılırdı vagonetten içeriye. Bunlar kolay da ya içerdeki yosanın hali. Birkaç kez saman ve kes (ot samanı) yostum. Burnunuzda birkaç gün sarı ya da yeşil su akar.
Ayaklar yalın
Parmaklar yara içinde
Sırtımızda yakasız işlikler
Kollarına silmişiz ağzımızı, burnumuzu
Saldım çayıra, mevlam kayıra
Biz köy çocukları
***
Anlatacak o kadar konu var ki en iyisi fazla uzatmadan onları da başka yazılara bırakmak. Ben çocukken yüz elli hane olan köyüm şimdi elli hane yok. Yedi sekiz öğretmenli okulunun yerinde yeller esiyor. Oysa birkaç çocuk bile olsa köylerde öğretmen mutlaka olmalı.
Bozkırın ortasındaki köyüme selam olsun.
.................
Numan Kurt
Numan Kurt

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder