(Bir yol öyküsü)
Gam gasavet gelmiş boydan aşıyor
Çok yaşayan yüze kadar yaşıyor
Gel de bu dünyayı yor deli gönül”
Sivaslı şair Ruhsati’nin bu şiirine, bir de yazının başlığına bakarak insan ve tüm canlılar için kaçınılmaz sonuç olan “ölüm”den söz edeceğimi sanmayın. Bu şiirin türküsünü severek dinlerim, dokunur bana. Bugün de televizyonda bu türküyü dinledim. Şöyle düşündüm kendi kendime: Hayat da bir yoldur. Bazen uzayıp giden bazen de çabucak biten. Bu yol kimi zaman virajlarla, kasislerle doludur kimi zaman da dümdüz, engelsiz akar gider.
“Yolunuz düz, engelsiz olsun.” diyerek yaşadığım hayat içinde gittiğim bir yolu, memleket yolunda geçen bir günü anlatacağım size. Büyük kazanımlar sahibi olup mutlu olmayı beklemedim hiç. Yaşadığım sessiz, düz hayat içinde küçük kazanımlar mutlu etti beni. Kış günü karlı, soğuk bir havada paltomun yakası kalkık, kulaklarım kızarmış, ellerim üşümüş halde eve geldiğimde sobamız sıcacıksa, ellerimi üzerine uzatıp ısıtabildiysem ondan keyif aldım. Sabahın altısında çalıştığım ilçenin gazete bayiinden gazetemi almak, ders anlatırken gözüme bakanlara bir şeyler verdiğime inanabilmek hep sevindirdi beni. Doğru ya da yanlış büyük beklentilerim olmadı.
Emeklilik yıllarımda da bu yazıları yazabilmenin yanında kafam estikçe arabama atlayıp ya da bir arkadaşın arabasıyla memlekete gidip akrabaları, arkadaşları, köy mezarlığında yatan anamı, babamı ziyaret etmek, içli çörekle birlikte siyah üzüm yemek, ayran içmek, yol boyundaki köylerde , ilçede, ilde arkadaşlarıma uğrayıp çay içerek sohbete dalmak mutluluğu bulduğum uğraşlar oldu.
Yollar
Uzanıp kıvrılan dere tepe aşan yollar
Çocukluğumda, gençliğimde toprak
Şimdi asfalt yollar
Özlemi bitiren, sevgiyi ileten
Kavuşanları mutlu eden
Ekin tarlaları arasında
Memleketime, eşe dosta, akrabaya, arkadaşa giden yollar
Bende unutulmaz anılarınız var
Bir yol öyküsü anlatmak istedim geçen yılların ardından
Sıradan, öylesine
Ama beni duygulandıran
***
İşte şimdi de anlatacağım bir yol hikâyesi:
-Turgut, köye yolculuk ne zaman?
-Ekim ortasında gideceğim, niye sordun?
-Arabada başka kimse yoksa ben de geleyim, hem sana arkadaşlık ederim hem de memleket havası alırım.
-Gitme vakti yaklaşınca sana haber veririm.
Benzer konuşma birkaç defa tekrarlandı, daha önce de gidişlerimiz oldu. 17 Ekim sabahı erkenden çıktık bu en son köy yolculuğuna. Hafta sonu, bir de sabahın altısı, trafik rahat. İlk durağımız yol üstünde çuvallarla soğanın kayılı olduğu bir yer. Turgut, her yıl kendisinin ve ablasının kışlık soğanını buradan alırmış. Bu Kılıçlı köyünün soğanı da pek ünlüymüş. Soğan satıcısı çiftçi, zayıf, sakalı uzamış, elli iki yaşında olduğunu söyleyen; ama yetmişinde görünen, poyrazın sanki kavurduğu bir adam. Ben dönüşte almaya karar veriyorum. Adamla kısa sohbetten sonra yola devam ediyoruz. Köylünün görünüşü, konuşması bana dokundu.
Kavurmuş yaylanın ayazı
Ne diş kalmış ağızda ne de vücutta bir dirhem et
"Yok beyim yok" diyor
"Şu kuru soğan da olmasa açız
Haydi güle güle, siz sağ ben selamet"
Kırıkkale'ye girdik. Verdiğim bir sözü yerine getirmek istedim. 1980'li yılların ortalarında Mucur Ortaokulu'nda çalışırken aynı sınıfta olan ikizlerden Mehmet'i görmek için. Yirmi kaç yıl sonra bu ikizlerle facebook aracılığı ile birbirimizi bulmuştuk. Levent, Amasya Şeker Fabrikası laboratuvarında çalışıyormuş. Mehmet ise Kırıkkale'de diş hekimi. Yolumuzun üzeri olduğu için Mehmet'le görüştük. Babaları Talat Bey de o zamanlar Mucur Pancar Bölge Şefi'ydi. Dersine girmediğim; ama çok başarılı bir öğrenci olarak bildiğim ablasının eczanesinde kısa bir süre buluştuk Mehmet'le. Ankara Sakarya Caddesi'nde bira içme sözüyle ayrıldık. Bu da benim için geçip giden yaşamın ayrı bir tadı oldu. İkizleri üç yıl hiç ayıramamıştım birbirinden. Sınıfta soru sorunca "Mehmet" dersem, eğer soruyu Levent biliyorsa o kalkarmış veya tersi olurmuş.
Ne güzel
Size değer verenleri görmek yıllardan sonra
Ama
Öyle acımasız ki zaman
"Hiç değişmemişsiniz hocam!" deseler de
Değişen daha o kadar çok şey var ki
Saçlardan başka
Bozkırda uzayıp giden, yılan gibi kıvrılan yollar. Yol boyunda tek tük söğütten, kavaktan başka ağaç hak getire. Çıplak tepeler, tepeler...Boş tarlalar. Kırşehir'e giriyoruz. Adının tersine şehir içi epeyce yeşil. Dışına bakarsan adı tam kendine uygun. Ameliyat geçiren teyze oğlumu, Ömer belemi kısa ziyaretten sonra yakındaki bir yerden peynirli, yumurtalı dört çörek yaptırıp yola düşüyoruz. Belem; parmak üzümü, domates, biber de verdi ya, köyde onları iyice sardırıp yiyeceğiz.
İlicek'ten köy yoluna dönünce Turgut'un ilk sözü "Arkadaş, dışarda olunca burnumda tütüyor şu köy. Böyle gelip de görünce hevesim geçiyor." oldu. Niye geçiyor Turgut kardeşim? O kırk, elli sene önceki köy yok da ondan. Köy boşalmış, az sayıda insan kalmış. O insanlara elbette hiçbir sözümüz olamaz. Her zaman hoş beş edip hatır sorarlar; ama çiftçiliğin, hayvancılığın yok olduğu köyde köye özgü ne beklersin ki sen? Okul bile kapanmış. Köye girerken çürüyen okul binasına üzülerek bakmak elde değil.
Önce Turgut'un ayakta kalan baba evine gidiyoruz. Sağa sola bakıyor, "Anam daha Kayseri'ye gitmemiş." diyor. Yazın köyde kalan Saniye teyzeyi telefonla arıyor. Bu arada çöreklerle parmak üzümünü mideye indiriyoruz. Saniye teyze gelince de köy muhtarlığına, mezarlığa uğramak üzere yola çıkıyoruz.
Evler evler
Kim bilir neler yaşandı
Nelere şahit oldu bu evler
Şimdi yıkık dökük hepsi
Arada avluyla çevrili kalmış tek tük evler
Olsa bile konuyla komşuyla
Bağları kopuk evler
Köy muhtarlığında kimse yok. Köyle ilgili yazılarımı yeğenim Selçuk, kitapçık haline getirmişti. İki tanesini muhtarlığa vermek istedim. Duvarın dibinde oturan birkaç köylümüzle merhabalaştık. Kitaptan bazı bölümler okuduk. Okuduklarımızı Ali Deveci (Kaye'nin Ali), Sadi Akyürek ve İsmail Köksaldı (Kıfır Hacı'nın İsmail) çok sevdiler. Durup durup "Köyde de kalmadın ya, nereden hatırlıyorsun tüm bunları?" dediler. Geri uğrayacağımızı söyleyerek aşağı mezarlığa gittik. Uzun zamandır yağmur yağmadığı için her taraf toz içinde. Hele mezarlığın içi. Fare deliklerinden adım atacak yer yok. Yan yana yatan babamla anama, diğer yakınlarımıza görevimizi yaptıktan sonra Turgut her mezarın tek tek fotoğrafını çekti. Soyadlarına göre köy sitesine bu fotoğrafları koymuş. Bu paylaşımcı arkadaşıma gönülden teşekkürler. Böyle paylaşımları her zaman yapıyor.
Bir zamanlar ne avlusu vardı bu mezarlığın
Ne de mermerden yapılmış mezarlar
Okudum taşları tek tek
Çocukluğumuzda, gençliğimizde
Hayata sarılıp yaşayanlar
Şimdi mezar taşlarında yazılı
Duygulandım
Onların da umutları, hayalleri, mutlulukları, acıları vardı bir zamanlar
Neler neler düşündürdü bana
Onları böyle görmek"
Köye dönerken Turgut'un bir yakınının ikram ettiği köy ayranını içtik. O gün ablasında kalacak olan arkadaşım Kızılağıl köyüne giderken beni de İlicek'te eski adıyla "Bekleme"de bıraktı. Kayseri'ye gidip yakınlarımı, yeğenlerimi görecektim. Gittim, ölümüyle bizi üzüntü, acılarla bırakan ağabeyimin çocuklarını, diğer yakınlarımı görmek beni mutlu etti. Onun mezarında hüzünlensem de ne yapalım, hayat bu. Günler, aylar, yıllar geçip giderken bu hayatı az da olsa renklendirmek gerek.
....................................................................................................................................................................................................
Numan Kurt
..........
Numan Kurt
28 Ekim 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder