10 Ocak 2010 Pazar

DAVULU ZURNASI, SİNSİNİ HALAYIYLA BİR BAŞKAYDI O DÜĞÜNLER




   






Böyle olurdu benim köyümde düğünler
Unutuldu Anadolu'nun bin yıllık adetleri
Bilmem ki yoksunluklar içinde daha mı güzeldi o günler
Köy odalarında, meydanlarda yapılırdı köy düğünleri
Davul zurna; keman cümbüş ve zilleriyle, eteğiyle köçek
Üç ya da dört gün sürerdi
Halaylar, sinsinler, yenge gitmeler, misafir karşılamalar
Her gün kurulan sofralarda çeşit çeşit yemek
Ve daha neler neler
Yalnız düğün sahipleri değil tüm köy düğün ederdi
***
“Haydi aslanım, haydi koçum şu çıkını Ahmet amcana ver gel, inan düğününde kalburla su çekeceğim.” Tarlada çalışan kocasına öğle yemeği gönderen Döndü bacı böyle derdi bizlere. Ne güzel espridir bu söz. Anadolu insanının dağarcığındaki güldüren, düşündüren sözlerden biri.
Kaynağımız Nasrettin Hoca değil mi? O göle yoğurt çalar da biz kalburla, gözerle su çekmez miyiz?
Düğünlerimizde kalburla su çekilmezdi; ama neler neler yapılırdı. 1960-1970'li yılların köy düğünleri dört gün sürerdi. Ben de anımsadıklarımı anlatmaya kalksam sayfalara sığmaz. O zaman biz bir iki sayfaya sığdıralım, tadı damağımda; davulu, zurnası kulağımda olan düğünlerimizi, hem de elli altmış yıl öncesine dönerek anlatalım.
"Hem ağlar hem giderim." dermiş gelin giden kızlar. Gelin arabasına binmek için baba evinden yaşlı gözlerle ayrıldıklarına göre, arabaya da binmek için can attıklarına göre, bu söz de boşuna söylenmemiş canım. Ben de oturdum bugün şu ağlayıp giden köyümün kızlarının nasıl bir düğünle gelin gittiklerini aklımda kaldığı kadarıyla anlatayım dedim. Azım, fazlam olursa bu düğünleri yaşayan, yazımı okuyan değerli arkadaşlarımın, hemşehrilerimin yazı altına not düşerek bunları bildirmelerini isterim.
***
Köylünün düğünü harman kalkınca başlar. Ne zaman ki buğdayın parası cebe atılır, artık güz mevsiminde kesilmez davulun, zurnanın sesi. En başta da gençler bekler dört gözle bu düğünleri. Hem eğlenecekler hem de yeni düğünler için ancak böyle görebileceklerdir gönlünde geçen köy kızını. Dört gün sürerdi o yıllarda köyümde bütün düğünler. Bir cuma günü öğleden sonra bayrak kaldırılır dualarla. Çatısız damların çarpısına bir uzun sopayla iliştirilir aysız, yıldızsız al bayrak. Tepesinde irice bir soğan ya da elma vardır bayrak sopasının.
Ve “Dom!” der davulun uzaktan hoş gelen sesi
Ona eşlik eder köyün öbür ucundan duyulan zurnanın nefesi
Düğün başlamıştır artık
Ama henüz ilk gün
Ortalıkta yakın akraba
Bir de çocuklar
Düğün odasında da
Cümemmi'nin çayı kaynamaya başlar
Hüseyin Usta'nın cümbüşü
Haydar Usta'nın kemanı
Adını unuttuğum köçeğin eteği ve iki elinde ustalıkla şakırdattığı ziller
Biz bekleriz ki oynayacak köçekler
Düğün sahibi de gelecek konukları bekler
***
Okuntu önceden dağıtılmıştır.Köydeki her eve, çevre köylerdeki tanıdıklara birer akide ya da sormuk şekeri verilmiştir. Ne gezer o zamanlar düğün kartı. Bayrak kalktıktan sonra allı pullu giyinmiş genç kızlar toplanırlar düğün evinde, dolaşırlar yüz elli hane köyü, ev ev baştan ayağa. "Düğünümüz var Ayşe bacı, Fatma bacı!" diye diye davet ederler tüm haneleri. Biz çocuklar da hiç eksik olmayız, onların peşlerinden köyü dolaşırız.
Düğün boyunca konuklar gelecektir çevre köylerden. Köylüye,konuklara verilecek yemeklere katılacak et için, hazırlanacak köfte için hayvan kesilir. İkinci gün gelmeye başlayan konuklara verilen yemekler dışında iki-üç sefer de toplu olarak tüm köylüye ve o anda bulunan konuklara yemek verilir. Bu ziyafetlerin baş yemeği ise sulu köftedir. Nerede o zaman makinede çekilen kıyma? Bir deri içinde et dövülür de dövülür, düğünün en sevilen yemeği sulu köfte olur. Bir sofra etrafına oturan altı kişiye bu köfteden, kaşığı ilk daldıranların dışında sona kalanlara zor düşer.Tahta kaşığı ilk daldıranlar kârlı çıkar bu işten. Her yemeğin sonunda da bir dua okunur.
Önce çorba gelir sofraya
Sonra pek de sevmediğimiz bamya
Sanki tabak kıtlığı var memlekette
Aynı tabağa dalar, çıkar kaşıklar
Dolma gelir, patlıcan gelir
Hiçbirinin önemi yok
Sırada pilav, hele de köfte var ya
Hemen daldırmazsan kaşığı
Köfte yerine alırsın hava
Her düğünde, düğün sahibinin evinden başka erkek misafirlerin ağırlandığı, ustaların çalıp söylediği bir de düğün odası vardır. Burası girişte küçük bir bölme ve büyükçe bir odadan oluşur. Özellikle Hacıbektaş'ın Engel köyünden gelen yukarıda ismlerini belirttiğim ustalar burada çalar, her konuk gelişinde köçek burada oynar. Köçek oynarken para atanları gıptayla seyrederiz. Hele büyüklerimiz bize de köçeğe atmamız için para vermişse onu yere atmak, köçeğin zillerle şakır şakır oynarken parayı sırtüstü yatıp ağzıyla almasını seyretmek zevkten dört köşe eder bizleri.
Bu odanın girişi çayın kaynadığı yerdir. Gaz ocağının başında da genellikle Cümemmi (Cuma Coşkun) vardır. O rahmetli bağırdı mı biz çocuklar çil yavrusu gibi dağılırız. Bardakların bir leğende, aynı suda yıkanması o zamanlar dikkatimizi bile çekmezdi; ama şimdi düşününce öyle tuhaf geliyor ki...
Köyümün o zamanki düğünlerini anlatırken elbette halayı ve sinsini de anlatacağım. Şimdi hepsini unuttuğum halaylar davul-zurna eşliğinde "ağırlama" ile başlar, "mavilim ile biterdi. Giderek hızlanan tempoyla beş-altı halay peş peşe çekilirdi. Düğünün ikinci, üçüncü günlerinde öğleden sonraları kurulurdu bu halaylar. Düğünün en çok hoşuma giden yanı bu halaylardı. Hepsi de rahmetli olan Öksüz Haceli Emmi, Şıh Emmi, Göbekli Bayram ağabey gibi kişiler iyi halay çeken kişiler olarak kalmış aklımda. Ellerinde mendille onlar hep halay çekenlerin başında.
"Ağır ağır başlar halay
Önce ağırlama
Sonra sırayla diğer halaylar
Adını unuttum çoğunun
Bir 'hoşbilezik' bir de 'mavilim'
Kalmış aklımda
Bazen biz de dururduk halaya
Gözümüz halaybaşının ayağında
Ara sıra karşıya bakarız
Köyün bizi seyreden genç kızlarına
O zaman dolaşır ayaklar
Birbirine
Davul 'dum' deyince hızlıca
Bitmiştir halay
Halay içindeki büyüklerden biri ya da düğün sahibi
Atar elini cebine
Bahşiş sıkıştırılır davulcunun eline
Düğün dört gün sürer de düğünde konuk eksik olur mu? İkinci gün başlar çevre köylerden gelmeye konuklar. Köyün dışında traktörlerle, silah atılarak karşılanırlar. O zamanlar halaylar çekilirken de gelin alındıktan sonra da çok silah atılırdı. Düğüne gelen konuklar çoğu zaman "Sen götüreceksin, ben götüreceğim!" diye kavgayla paylaşılır. Onlar "aziz misafir"dir artık düğün boyunca. Komşu köyden gelen konukları biz götüremedik, diye ağladığmı da bilirim ben. Akşamları da "Sinsin" oynanır. Daha çok ikinci ve üçüncü gün akşamları. Varil eskilerinin üstüne içi külle dolu bir sac konur. Külün üzerine yanık yağ dökülür. Bu kül ateşlendiği zaman uzun süre yanar. Sinsin oynanırken de davul zurna dokunaklı havalar çalar.
Çevrilir ateşin etrafı
Davul-zurna duvarın dibinde
Çalarlar sinsin havasını
Ve de şapkası geriye kaykılmış delikanlım
Eller arkada, baş dik, gözler fıldır fıldır
Uyar davul zurnanın havasına
Dizlerin biri kalkar, biri iner
“Var mı bana yan bakan!” havasıyla
Köy yiğidim
Döner de döner
Tam bu sırada
Halkalanmış, ateşin etrafında seyredenlerden biri
Kurşun gibi
Fırlar ileri
Yetişirse dönen yiğidin sırtına
Olanca gücüyle indirir yumruğu
Kendisi başlar dönmeye
Devam eder gider sinsin oyunu
Ne zaman mı biter
Ateş ne zaman yüz tutarsa sönmeye
Halayda, sinsinde, gelin eve getirilirken, konuklar karşılanırken silahlar hiç susmaz. Bazen tekler delikanlıların elindeki çakar almaz. Kurşunların kapçığı dökülürken toprağa, biz çocuklar koşarız onları toplamaya.
Düğünün üçüncü günü ikindi üzeri kız evine "yenge" gidilir. Kız evi köyün içinde de dışında da olsa bu değişmez. Orada halaylar çekilir, silahlar atılır. Yemekler yenir. Çalgıcılar çalar, köçek oynar. Yenge grubundan birkaç kadın o akşam kız evinde kalır. Bu herhalde gelini ertesi güne hazırlamak içindir. Kız evi de yanlış hatırlamıyorsam orada bir yemek verir.
Ertesi sabah güneş yükselirken, daha çok kuşluk vakti tüm köylü toplanır kız evinde. Kız evi başka bir köydeyse traktörlerle, minibüslerle yola düşülür. Kız evinin kapısına kıza verilecek çeyiz yığılmıştır. Gelenler ilgiyle seyrederler bu eşyaları. Sonra eli kalem tutan biri kız ve erkek tarafıyla birlikte bu çeyizleri değerlerini de belirterek bir kağıda yazar. Bu bir senettir. Ola ki ayrılma durumunda damat tarafı kız tarafına bu miktarı ödeyecektir. Eşyalar vagonetlere yüklenir. Hemen aynayı kapar bir genç ya da çocuk. Bahşiş alacaktır oğlan evinden.
Sonra mı
Sonra kapıdan görünür al duvaklı gelin
Babasının ya da kardeşinin kolunda
Öyle dertli vurur ki
Gelin havasını davul ve zurna
Akraba da olmasanız
Siz de ağlarsınız
Orada
Gelin silah ata ata eve indirilir. Hayırlı olsun dilekleriyle düğün biter. Ayrıntılı anlatacak olsam bu düğünleri bu yazı bitmez. O akşam "güvey giydirme", ertesi gün "duvak açma" gibi damat ve gelinle ilgili törenler olsa da biz burada keselim, yazımızı da eski kültürümüzü merak edenlere armağan edelim.
...............................................................
 Numan Kurt
 11 Mayıs 2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

YEŞİLLİKLER ÜZERİNDE KIRMIZI GELİNCİKLER

  Sabah erken yürürken kıyıda Deniz masmavi, hafif dalgalı Belli ki temizlemiş kendini bütün kış boyunca Güneş ısıtırken yeryüzünü Hafiften ...